Bülent TEKİN yazdı: Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un aşırı sağcı (faşist) Marine Le Pen’e karşı ikinci turda seçimi kazandı. Bu sonuç Fransa’da ya da daha doğrusu Avrupa’da yükselmekte olan ırkçılık tehlikesini azaltmadı.
Çünkü Le Pen seçmenden %42 oy aldı. Bu sonuç Fransa özelinde iç sorunları düzeltme, faşist tehlikeyi azaltma yönünde kesin çözüm olmadığı gibi sol ve sosyalizm adına da toparlanma yapabilme etkisi yaratmadı.
Le Pen’in aldığı oy Macron’a yapılan destekte onun için kullanılan liberal olma durumundan daha fazla önem kazanıyor. Çünkü Macron’un içinde bulunduğu düşünce yapısı gittikçe zayıflıyor ve kitlelerden daha az oy alıyor. Bu konuyla ilgili bir örnek verilmek istenirse şunlar söylenebilir: Le Pen, 2017 seçimlerinde Macron’a karşı aldığı oy oranını yaklaşık yüzde 9 artırdı. Üstelik bu oy aşırı sağın Fransa’da aldığı en yüksek oydur ve böyle devam ederse aşırı sağ Fransa’da iktidar olur. Böylesi bir durumu olanaklı kılabilecek argümanlar da var. Mesela sarı yeleklilerin protestolarında Macron çevik kuvvet polisini görevlendirmiş ve 2. Dünya Savaşı’nda Nazi işbirlikçisi Philippe Petain’i övmüştü. Macron’un ordu ve polis içinde aşırı sağcı personel gücü olduğu biliniyor. Bu seçim için aslında şöyle bir açıklama yapabiliriz: Merkez sağ ile aşırı sağın yarışını, söylemleri aşırı sağa yanaşmış merkez sağ kazandı.
Macron’u ekonomide sıkıntı bekliyor. Ekonomide aşırı kemer sıkmayı uygulayacağı ve bunu yaparken de milliyetçi söylemlere dayanmak zorunda kalacağını düşünüyorum. Mesela, emeklilik yaşını tıpkı bizdeki gibi 65’e yükseltmeyi planlıyor. Sosyal yardım alanları çalışmaya zorlayabilir. İşsizlik sigortasını azaltabilir. Başka bazı önlemler de alabilir. Bütün bunlar onu uygulamada zora sokacaklar durumlardır diye düşünüyorum. Sığınmacı, mülteci ve göçmen sorunu da zaten böylesi ekonomi krizlerinde daha çok görünür ve hissedilir oluyor. Bu konuda Türkiye’den bir örnek vermek isterim: 2010-2011’li yıllarda sığınmacı, mülteci konusu bizde pek gündeme gelmezdi. Çünkü o yıllarda ekonomide düzelme ve iyiye doğru bir gidiş söz konusuydu. Halk bu soruna pek odaklanmazdı. Oysa bu yıllarda ekonomik kriz nedeniyle sığınmacı konusu hem muhalefet ve hem de iktidar tarafından gündemde tutuluyor. Enflasyon, pahalılık, açlık, sefalet, işsizlik gibi çözülemeyen sorunları yaşayan halk bu konuyu artık göz önünde tutuyor.
Ekonomi ve göçmen sorunu öyle bir sorun ki solcu da olsanız bazen öyle bir cümle ya da kelime ağzınızdan çıkar ki sizi faşist ilan ederler. Kendi topraklarınızda yaşayan kendi insanınızın ekonomik, sosyal, kültürel, hukuki zorluklara düşer ki karşınızda aniden göçmeni, mülteciyi görürsünüz. İşte böylesi bir durumda tavrınız bazen aşırı sağa yarar. Bana göre Fransa’daki Sosyalist Eşitlik Partisi’nin (PES) seçimin ikinci turunda seçimi boykot etmesi riskli bir durumdu. Yani PES’in Macron ve Le Pen’i son tahlilde aynı sayması sol çocukluk hastalığı ya da çok radikal bir çizgi izliyor olmasıyla açıklanabilir. Tabii bu benim kişisel görüşümdür. 3 milyondan fazla seçmen, boş veya geçersiz oy kullandı. Sonuç itibari ile Macron kazanmış olsa da gelecek seçimler açısından PES ve diğer bazı sol hareketler açısından bayağı düşünülecek bir durumdur. Türkiye’de muhalefetin-burada HDP ve bileşenlerini ayrı tutmak gerekir. Ayrıca burada SYKP’ye özel bir yer de vermek gerekir-Fransa, Slovenya ve Macaristan seçimlerinden dersler çıkarması gerekir. Benzerlikler veya ayrı durumlar olsa bile demokrasilerde ilkesel ittifakların önemine dikkat edilmelidir.
Fransa Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda, % 22’ oy alan Jean-Luc Melenchon sol muhalefeti temsil ediyordu. Le Pen’in aldığı %23’lük oyu nerdeyse yakalıyordu. İkinci tura katılamayan Melenchon ve partisi Boyun Eğmeyen Fransa’yı (LFI) burada anmadan geçemeyeceğim. Tek bir oyun dahi Le Pen’e verilmemesini söyleyen Melenchon, böylece LFI’ye verilen oyların ikinci turda Macron’a verilmesinde önemli rol oynadı. Ancak burada sağın sağa karşı rakip olduğu bir seçimde sağa karşı sol rakip olamamıştı. Bu da acıklı ve düşündürücü bir durumdu.
Fransa’daki sarı yeleklilerden bahsetmişken Türkiye’deki Gezi’den bahsetmemek olmaz. Gezi davası yıllardır sürdürülen bir davaydı ve yılan hikâyesine döndürülmüştü. Dava süreci sanıklara yağdırılan ağır cezalarla sonuçlandırıldı. Karar kamuoyunda vicdanları yaraladı. İnsanların büyük kısmının, bir hakimin karara yazdığı muhalefet şehrindeki cümlelere inanmak istediğini düşünüyorum. İktidarın istediği doğrultuda Seçim Kanunu’nda yapılan değişiklikler oldu. Önümüzde HDP’nin kapatılma davası da var. Bütün bunlar, iktidar ve muhalefet arasındaki mücadelede daha birçok konunun gelişeceğinin adeta sinyalini veriyor. Ekonomik krizin durdurulamaması, ilerlemesi Cumhur İttifakı’nı ciddi bir sıkışma içinde bırakıyor. İktidarın Kürt sorununa bakış tarzı bombalama, silah, operasyon ve ret etme dışına çıkamıyor. HDP’nin kapatılmak istenmesi dahi Kürt sorununa çözüm bulmayı istememek açısındandır. Bugün en önemli sorun hukukun nasıl onarılacağı, ona güvenin nasıl verileceğidir. Bu topraklarda yaşayan insanlara bekledikleri adaletin sağlanacağıdır? Ortada yadsınamayacak bir gerçek de var: Hukuku oluşturacak olan insanlardır. Onu uygulayacak olanlar da insanlardır.