MUSTAFA KEMAL ERSÖZ yazdı: “#FootballLeaks belgelerinin futbol dünyasında köklü bir değişme neden olacağını düşünmek hatta herhangi bir değişme neden olacağını düşünmek fazlasıyla iyimserlik olacaktır. Paranın ve kâr hırsının imparatorluğuna son veremediğimiz sürece başka bir dünya mümkün olmayacağı gibi başka bir futbol da mümkün olmayacaktır.”
MUSTAFA KEMAL ERSÖZ
Bu ayın başında #FootballLeaks’in ikinci dalga belgeleri kamuoyuyla paylaşıldı. İfşa edilen yeni belgelerin yarattığı sarsıntılar iki haftadan uzun süredir devam ediyor. Henüz tamamı yayınlanmamış olan belgelerin yayınlanmış olan kısımlarına Avrupa Araştırma Koordinasyonları’nın web sitesi: https://eic.network/blog üzerinden erişilebiliyor. Ayrıca Alman Spiegel’in, yayınlanmış belgelere ilişkin kapsamlı bir özet sunan makalelerine http://www.spiegel.de/international/topic/football_leaks/ adresinden İngilizce ulaşabilmek mümkün. İfşaatların Türkiye’yle ilgili kısımlarına dair yazılan Türkçe makalelere ise https://theblacksea.eu/stories/football-leaks-2018-tr/ adresinden ulaşabiliyor.
Yayınlanan bu yeni dizi belgeler futbola tutkuyla bağlı ancak üst düzey profesyonel futbolda dönen bol akçeli ve alengirli işlere dair derin şüpheler duyan milyonlarca futbol severin yanı sıra, başka bir dünyanın imkânını tahayyül eden ve bu bağlamda başka bir futbolun imkânı üzerine düşünen kimseler, çalışma alanlarına toplumsal açıdan bakabilen spor hukukçuları için; FIFA ve UEFA baronları ve birkaç elit kulübü elinde bulunduran milyarderler tarafından idare edilen uluslararası futbol piyasasının işleyişi ile ilgili çeşitli sorunları ve çarpıklıkları yahut düpedüz üçkâğıt tezgâhlarını çok daha ayrıntılı bir şekilde tartışmak için heyecan verici bir fırsat sunuyor. 2015-2016 yıllarında yayımlanan ilk ifşaatlardan sonra gelen bu yeni dizi, tam bir kara kutu olan futbol dünyasına ilişkin en derin ve kapsamlı sızıntı anlamını taşıyor.
Pekâlâ, açıklanan belgelerin çoğu, daha evvelden birçok kişi tarafından bilinen veya şüphe edilen konulardı. Ancak yayımlanmış belgelerin kapsamı ve kesinliği tarihsel öneme sahip ve bu yönleriyle fark yaratıyorlar diyebiliriz. Nihayetinde, futbolseverlerin yanı sıra konuyla ilgili pek çok kesimden kişi bu belgeler sayesinde futbol dünyasının karanlıkta kalan kısımları ve uygulamaları hakkında kesinlik arz eden fikirler kazanabilirler. Zira büyük çoğunluğu İsviçre’de bulunan ve bu ülke hukukuna tabi olan ve bunun kimi imkânlarını kullanarak ulusal hukukların etrafından dolaşmayı başarabilen yahut ulusal yerel mahkemelerde yetki sorunu yaratan uluslararası futbolun idari kurumları büyük bir sır perdesinin arkasına saklanmayı başarabiliyordu. Bu kurumların yanına İrlanda ve Karayipler’de kurulan off-shore şirketler üzerinden çevrilen işleri de eklediğimizde esasında kamuya açık ve şeffaf olması gereken futbol piyasasının, özel yönetimlerle perdelenen, hakkında çok bilgiye sahip olunan gerçek bir kara kutu olduğunu söyleyebiliriz. İşte #FoottballLeaks sızıntıları bu kara kutunun kapağını aralamayı, başka bir deyişle Pandora’nın kutusunu açmayı başaran en etkili ve kapsamlı girişimi ifade ediyor.
Bu ikinci dalga sızıntılar yoğunluklu olarak UEFA’nın yakın zamanda yürürlüğe geçirmiş olduğu Financial Fair Play’e (FFP) ve bu yönetmeliğin uygulanış biçimine hasredilmiş durumda. Bu yanıyla mevzu hukuk ile kanunların uygulanış biçimi, kanunların lafzı, ruhu ve yorumlanışı arasındaki makasa dair kadim ve etraflı tartışmaya pek çok veri sunuyor diyebilmek mümkün görünüyor. Zira sızıntıların büyük bir bölüğü Körfez sermayesi tarafından yönetilen iki kulüp Manchester City ve Paris Saint-Germain’in muğlak olan FFP yönetmeliğinin etrafından nasıl dolandığını yahut bu yönetmeliği nasıl deldiklerine, mevzu hukukla, eylem hukuku arasındaki derin uçurumu nasıl istismar ettiklerini gözler önüne seriyor. Söz konusu iki kulüp Katar sermayesi tarafından bünyelerine enjekte edilen milyar dolarlara rağmen UEFA’yı FFP’ye uyduklarına ikna edebilmek için çok dolambaçlı pek çok strateji izlemişler. Sızıntıların bize gösterdiği üzere kulüpler açık biçimde yasadışı olan faaliyetlerini ince metotlarla kitabına uydurmuşsalar da, UEFA kendi mevzuatlarının delindiğinin farkındaymış ve bu faaliyetlere ilişkin göz ardı yahut sümen altı edilen onlarca rapor UEFA Başkanı Infantino’ya sunulmuş. Ancak Başkan tartışma götürmez biçimde siyasi bir tavırla bu raporları görmezden gelmiş. Fahiş sponsorluk anlaşmalarıyla ve başkaca pek çok şüpheli girdiyle kulüpler FFP yönetmenliğinin ruhunu ve hedeflerini açıkça delerken UEFA tam da yasaların lafzının ne söylediğinden ziyade onları kimin uyguladığının önemli olduğunu ispat edercesine davranmış. Arkasına güçlü Körfez sermayesini almış ve futbol piyasasında büyük oynayan Batı Avrupa kulüplerine iltimas geçilirken daha zayıf ve daha az lobi gücüne sahip Dinamo Moskova, Galatasaray gibi doğu Avrupa takımlarına çok daha sıkı denetimler ve katı yaptırımlar uygulanmış. Sızıntılar daha önceleri şüphe, varsayım yahut bilgi kırıntılarına dayanan iddialara dair zengin kanıtlar sunması yanıyla gerçek bir önem arz ediyor. FIFA ve UEFA’nın güçlüden yana duran, zengini kollayan, rüşvet ve iltimasa dayanan işleyişini gözler önüne sererken kuralları ve kurumlarının ciddiyeti ve itibarını da tartışmaya açmış oluyor.
Sözüm ona FFP yönetmeliği, kaynağı belirsiz paraların futbol üzerinden aklanmasının önüne geçmek, gaz ve petrol paralarını kaldıraç olarak kullanarak Avrupa’da PR çalışması yürüten Körfez sermayedarlarının futbol piyasasını ele geçirerek sürdürülemez bir biçime getirmesini engellemek, böylelikle büyük batı Avrupa kulüplerinin rekabeti domine etmelerine mani olmak ve küçük kulüpleri kollayarak adaletli bir düzen ve rekabet yaratmak için yürürlüğe konmuştu. Oysa bugün FFP yönetmenliğinin istismara açık muğlak yapısı ve uygulanışıyla bir aldatmacadan başka hiçbir şey olmadığını, FIFA ve UEFA’nın birer mafya yapılanması gibi hareket ettiğini ve futbol piyasasında bir mafya düzeninin hüküm sürdüğünü bu sızıntıların bir kez daha güçlü bir biçimde gözler önüne serdiğini söyleyebiliriz.
Sızıntıların diğer önemli bir odak noktasını da; UEFA’nın FFP’ye ilişkin iltimaslı tutumunu da pek çok açıdan açıklayan açgözlü birer dev şirkete dönüşmüş, futbol piyasasında tekel düzeni kurmuş Batı Avrupa kulüplerinin, UEFA sisteminden ve ulusal liglerinden ayrılarak kendi Süper Lig’lerini kurma girişimlerine ilişkin yazışmaları oluşturuyor. Batı Avrupa’nın önde gelen 12 kulübü ve onlara katılması öngörülen 4 kulübü daha; pastayı diğer küçük kulüplerle paylaşmayacakları, neredeyse tüm futbol piyasasına hâkim olacakları, böylelikle çok daha büyük kârlara ulaşabilecekleri NBA ve EuroLeague benzeri bir yapı için ABD merkezli bir şirketten tavsiye raporu alarak bu ligin nasıl kurulabileceğine dair birbirleriyle e-mail yoluyla müzakere yürütmüşler.
Bu başlık da bizi bu yazıda tartışmak istediğimiz iki noktaya getiriyor. Sızıntılardan anlaşıldığı üzere söz konusu kulüpler liglerini kurmak için Avrupa Birliği Rekabet Yasasını dayanak olarak kullanmayı planlamışlar. Haksız rekabetin önüne geçmek için yazılmış bir yasa rekabeti daraltmak ve azaltmak, mafyatik bir kartel düzeni kurmak için yorumlanmış. Diğer yandan ise yazışmaların bir şantaj unsuru olduğu da anlaşılabiliyor. Kulüpler UEFA’dan daha fazla imtiyaz ve gelir koparmak için ayrılma kartını ellerinde bulundurmak için böyle bir yola başvurmuş görünüyorlar. Tam da futbol dünyasına hâkim düzene uygun bir mafya yönteminin, yasaların kötüye yorumlanmasının ve çıkar amaçlı şantajın tipik bir örneği.
İkinci dalga sızıntıların üçüncü bir odak noktası ise ilk dalgada olduğu gibi futbol dünyasını sarmalamış olan avantacılar şebekesi futbolcu menajerlerinin kirli ve karanlık faaliyetlerini gözlerimizin önüne seriyor. Burada okuyucunun affına sığınarak futbol piyasasını sarmalamış mafyatik kartel düzenini ve onların gölgesinde iş yürüten komisyoncu soyguncuların marifetlerini açıkça gözleri önüne seren, memleket futbolunda da işlerin nasıl işlediği gösteren uzun bir alıntıya başvurmak faydalı olacaktır. Portekiz başta olmak üzere Avrupa futbolcu simsarlığı piyasasını elinde bulunduran Mendes ve Türkiye piyasasını elinde bulunduran zamanının kötü kalecisi şimdilerin aranan futbolcu simsarı Ahmet Bulut’un ve sabık Beşiktaş Başkanı ve günümüz Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Yıldırım Demirören’in Beşiktaş kulübünün içini nasıl boşalttıklarının anlatıldığı bölümde, Portekizli Julio Alves’in Beşiktaş’a transferi şöyle anlatılıyor:
‘’“Portekiz rüzgârı”nın kuşkusuz en tartışılan ismi Portekiz’in Varzim şehrinden gelen 20 yaşındaki Julio Alves’ti.
Alves’in anlaşması transfer döneminin son gününde gerçekleşti. Mendes ve Bulut, müthiş bir performans gösterip Beşiktaş’ı daha önce adı duyulmamış bir oyuncu için 6.2 milyon avroyu gözden çıkarmaya ikna ettiler.
Football Leaks belgelerine göre, Mendes’in Alves’e olan ilgisi Ocak 2010’da başlıyor. Her ne kadar futbolcu bir aileden geliyor olsa da Alves’in müthiş yetenekli bir futbol dehası olduğunu söylemek pek mümkün değil.
Hatta eldeki belgeler gösteriyor ki, 2010’da oynadığı kulüp Rio Ave’deki maaşı Portekiz’de asgari ücrete denk gelen yıllık 13.8 bin avroymuş. Transfermarkt, Alves’in o zamanki bonservis değerini oldukça bol tutarak 700 bin avro olarak açıklamıştı. Ama Mendes, Alves’i bir yerlere getirmeye kararlıydı. Temmuz 2011’de oyuncunun Rio Ave’den Atletico Madrid’e transferini açıklanamayacak bir biçimde 2.6 milyon avroya gerçekleştirmeyi başardı.
Alves, Madrid’e ayak bile basmadı. Aynı ay içinde Demirören’le masaya oturuldu ve Beşiktaş, Alves’in ekonomik haklarının yüzde 50’sini 3.1 milyon avroya satın almaya ikna edildi. 2010’dan 2011’e Alves’in pazar değeri yüzde 758 artmıştı. Oyuncunun ekonomik haklarının diğer yarısı ise Almeida’nın da transferinde rol oynayan Mendes bağlantılı Quality Football fonunda kalacaktı.
Alves Türkiye’ye geldi ve Beşiktaş için toplamda 14 dakika boyunca oynadı. Ertesi sene Clube de Portugal’a kiralandı, sonra da kulüpten tamamen uzaklaştırıldı.
Demirören, Beşiktaş’tan ayrılırken Alves’in bonservisi hâlâ ödenmemişti. Yeni yönetim sonunda 3.2 milyon yerine 1.4 milyon avro ödemeye razı oldu. 14 dakika için 1.4 milyon. Dakika başına 100 bin avro.
Alves transferi karşılığında Mendes’e ya da Bulut’a komisyon verilip verilmediği bilinmiyor. Detaylar Football Leaks belgelerinde bulunmuyor.
2011 bittiğinde, Demirören ve Mendes’in getirdikleri oyuncuların hâlihazırda kasası boşalmış Beşiktaş’a bonservis, maaşlar ve vergiler de dahil olmak üzere toplam 63 milyon avroya mal olduğu ortaya çıkıyor. Bu paranın yüzde 10’u ise menajerlik ücreti olarak Mendes’in offshore şirketlerine gitti.’’
Hülasa #FootballLeaks belgelerinin futbol dünyasında köklü bir değişme neden olacağını düşünmek hatta herhangi bir değişme neden olacağını düşünmek fazlasıyla iyimserlik olacaktır. Günümüzde futbol bir medya, bir gösteri işi ve bu işte büyük paralar var. Vahşi kapitalizmin egemen olduğu her alanda olduğu gibi futbol alanında da derin bir kirlenme, çürüme, hırsızlık ve üçkâğıtçılık hüküm sürüyor. Paranın ve kâr hırsının imparatorluğuna son veremediğimiz sürece başka bir dünya mümkün olmayacağı gibi başka bir futbol da mümkün olmayacaktır.