SEÇTİKLERİMİZ – FEHİM TAŞTEKİN’in Duvar’daki yazısı: “Sisi’nin Erdoğan’dan önce Şam’a varması Türkiye’yi bu hesaplaşmada ‘şah mat’ pozisyonuna sokabilir. Ayrıca Fırat hattında tehdit edilen Kürtler de ‘Türkiye’yi durdurmak için Suriye yönetimiyle anlaşmaya hazır oldukları’ mesajını veriyor. Velhasılı Şam uçağı yolcu almaya başladı!”
FEHİM TAŞTEKİN
Beşir’in hem Erdoğan’ı hem de Kral Selman’ı memnun eden manevraları “acaba Şam’a hangi tarafın mesajını götürdü” sorusuna yol açıyor.
Ekonomik çöküş, enflasyon, işsizlik, savurganlık, hesapsızlık; yolsuzluk, hukuksuzluk, hile, yalan-dolan; iş kazaları, tren faciaları; her alanda aymazlık, pişkinlik, beceriksizlik, çapsızlık; zorbalık, tehdit, şantaj, taşan cezaevleri, intiharlar, infazlar; kayyımlar, gasplar; işten çıkarma, işten attırma, aç bırakma, süründürme, her türlü haktan mahrum etme… Seçime giden bir iktidarın böylesi yıkıcı bir gündemden sıyrılması lazım.
Fırat’ta yakılacak ateş işe yarar. “Fırat’ın doğusuna girdik giriyoruz”, varsın medya kameraları dayasın sınıra, kesintisiz heyecanı zerk etsin damarlara. Bir tarafta köpürtülen hamaset ve kahramanlık, diğer tarafta dilsel şiddet ve linç iklimi. Yeter ki ‘sessizlik’ garantilensin. Dehşet bir murat! Bir gece ansızın değil gece gündüz alenen, biline biline, salına salına değil kararlılıkla zifiri karanlığa gömülen bir ülke.
Fakat Suriye’de aranan maceralar sadece iç gündemle mi ilgili? Değil elbette.
Suriye’deki her türlü bilanço kendi hesapsız-kitapsız maceralarının eseri. “Oldubittiye izin vermeyiz” efelenmesi kontrolden çıkan durumun karşısındaki acziyetten ibaret.
Bu eser öylesi politik bir anormallik doğurdu ki bölgesel kamplaşmaları ve hesaplaşmaları büyüdükçe büyüyor. Ve her şey giderek birbirine dolanıyor. Entegre bir sorun bu; devleşiyor, Leviathan gibi kollarını yayıyor, biri Suriye’de diğeri Irak’ta, ötekisi Körfez’de, Kızıldeniz’de, Bab el Mendeb’de, Aden’de, Akdeniz’de…
Şam’a çıkan yollar
ABD yeni Suriye politikasında öyle bir denklem koydu ki, Şam’a giden yolu başka türlü döşeme rekabetini körüklüyor. Yıktılar yıkacakları kadar, azılı örgütse ürettiler üretilecek kadar; rejim yıkılmadı, olmadı, o halde rejimi yoğurma zamanı. Yoğurmak bir elde hançer diğer elde zeytin dalı ile olur. Diyemedikleri ama yapmakta oldukları bu.
Yeni siyasetin kodlarını Beyaz Saray Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey, 17 Aralık’ta, Atlantik Konseyi’ndeki konuşmasında güzelce verdi:
– Temel olarak farklı bir rejim görmek istiyoruz. Bu rejim değişikliği değil, Esad’dan kurtulmaya çalışmıyoruz.
– Suriye’nin yeniden inşası için 300-400 milyar dolar fona ihtiyaç var. Rejimin uzlaşmaya yanaşmaması halinde Batılı ülkeler bu felaket (yeniden inşa) için fon sağlamayacak. Amerikalıların kabul edeceği bir rejim olmak zorunda değil.
– Suriye Demokratik Güçleri (SDG) için nihai hedef değişmiş olan Suriye toplumunun bir parçası olmalıdır.
Amerikan yönetiminin taslağı buysa bölgesel ortaklarının da buna göre hizalanması beklenir! Fakat YPG-PYD’yi ulusal güvenlik tehdidi sayan Türkiye kritik ortak olarak başka yerde. Bu algı ve çıkmazlar yüzünden Türkiye 2017’den bu yana Astana sürecinde İran ve Rusya’nın çözüm stratejisine kaydı ve kaymaya devam ediyor.
ABD’nin öngördüğü yol haritası Şam’a çıkar ama farklı bir yerden. Bu denkler bir yanıyla Türkiye’yi de İran-Rusya hattından ‘Kardeşim Esad-2’ faslına itiyor.
Jeffrey’in ‘Esad uzlaşmaya yanaşırsa’ şartı ile Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun 16 Aralık’ta Doha Forumu’nda “Esad demokratik bir seçimi kazanırsa, onunla çalışmayı değerlendiririz” sözü aynı kapıya çıkıyor.
O kapıyı kim, nasıl açar?
Bir süredir dikkat çekici denemeler ve girişimler oluyor.
Fırat’ın doğusundaki projeyle ABD’nin iteklemesiyle Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve gönülsüzce Ürdün’ün ilgilendiğini biliyoruz.
Suudiler en az bir yıldır Rakka, Deyr el Zor ve Haseke’deki Arap aşiretleriyle yakın temastalar. Körfez İşleri Bakanı Semir el Sabhan’ın 17 Ekim 2017’deki Rakka ziyaretini başka adımlar izledi. 30 Mayıs 2018’de Suudi Arabistan, BAE ve Ürdün’den bir askeri heyet, Harap Işk’de Senadid Güçleri, Nukhba Güçleri, Rakka Devrimcileri ve SDG ile görüştü. Körfez’den bir grup asker kasımda Deyr el Zor’a gitti. Yine geçtiğimiz kasımda Sebhan’ın başkanlığında bir Suud-BAE heyeti Haseke’yi ziyaret etti. ABD, Körfez’deki ortaklarından Fırat’ın doğusu için 350 milyon dolar topladı.
Suriye’nin enerji deposu ve tahıl ambarı olan Fırat’ın doğusu, Şam’ı arzulanan tavize zorlayacak bir ‘entite’ olarak kurgulanıyor. Bu tampon öncü diplomasi olmadan sonuç getirmez. Tam bu noktada BAE’nin Şam’da hem kendi adına hem Suudiler adına yürüttüğü perde arkası temaslara bakmak lazım. BAE, Şam’daki büyükelçiliğini açmaya hazırlanıyor. Bu gerçekleştiği takdirde Arap Birliği’nden başkaları da bu kervana katılacaktır. Bahreyn Dışişleri Bakanı Halid bin Ahmed’in eylülde BM Genel Kurulu sırasında Suriye Dışişleri Bakanı Velid el Muallim’le halleşmesi bu kampın Şam’a bir selamıydı. Ardından Kuveyt’ten bir heyet Esad’la görüştü. Heyete başkanlık eden Sabah Muhammed, Esad için “Cesur Arap lideri” dedi. Bu arada Ürdün-Suriye sınır kapısı açıldı.
Sudan’ın Şam sürprizi; kim için?
Ya karşı kampın Şam’a ulaşma çabaları?
Geçen yıl Körfez’deki komşularının ablukası karşısında İran’a yaklaşan Katar’ın Tahran üzerinden Şam’a dönme çabasından söz ediliyor. Henüz hiçbir karşılık bulabilmiş değil.
Fakat Araplara kaşlarını kaldırtan önemli bir ziyaret var: Sudan lideri Ömer el Beşir, 16 Aralık’ta Şam’ı ziyaret etti. Konuğunu havaalanında karşılayan Esad, pan-Arabizme bağlılıklarını yineledi.
Beşir’in bu ziyaretini sadece kendi iradesiyle sınırlandırmak yanıltıcı olabilir. Çünkü Beşir hem Türkiye-Katar eksenine hem de Suud-BAE eksenine göz kırpıyor. Haliyle ziyareti Riyad ve Ankara bağlantılarından uzak düşünmek zor.
Geçmişte Usame bin Ladin gibi El Kaide liderlerine kucak açmış olan Sudan bugün de Türkiye ve Katar’la aynı İslamcı grupları destekleyerek çakışıyor. Hamas ve Müslüman Kardeşler’i el üstünde tutmaları bir yana bu üçlü, Libya’da da aynı adamlara yatırım yaptı. Suud-BAE-Mısır üçlüsü ise rakip cepheyi destekliyor. Erdoğan’ın Beşir’le yıldızları da barışıyor. Beşir’in Darfur’da soykırım ve savaş suçlarından Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde mahkum edilmesi bu kardeşliğe gölge düşürmedi. Son olarak Erdoğan’ın Aralık 2017’de Beşir’den Sevakin Adası’nı imar sözünü alması, Mısır ve Kızıldeniz’in diğer yakasındakileri fena halde kuşkulandırdı. Fakat burada bir paranteze ihtiyaç var: Beşir uluslararası tecridin delinmesinde Erdoğan’a müteşekkir olsa da Batı’da ‘lanetli adam’ kategorisinden çıkmak için birkaç yıldır Suud potasına girmeye, hatta İsrail’e göz kırpmaya başladı. Sudan’ın Katar-Türkiye-İran’dan uzaklaşması da Riyad’ın işine geliyor. Körfez medyası artık Türkiye ve Katar’ı ‘önlenmesi gereken düşman’ diye resmettikleri İran’la aynı kefeye koyuyor. Bu kamplaşmayla ilgili Riyad’ın son girişimi pek gündem olmadı ama mühimdi. Suudi Arabistan 12 Aralık’ta Kızıldeniz ve Aden Körfezi’ndeki Arap ve Afrika ülkelerinin dışişleri bakanlarını Riyad’da bir araya getirdi. El Arab gazetesi bu girişimi “İran ve Erdoğan Türkiye’sinin yayılmacılığına karşı bölge devletlerinin bariyer oluşturma gayretleri” olarak yorumladı. “Kızıldeniz ve Aden Körfezi’nde birliği ve koordinasyonu sağlamaya yönelik çabalar, İran ve Erdoğan rejimlerinin bölgesel güvenlik ve istikrar için son derece önemli yerleri ele geçirerek etki alanlarını genişletme planlarını engellemek amacıyla daha kapsamlı plan ve projeler içeren stratejik bir boyut kazanmış oldu” ifadeleri kullanıldı. Sudan da katıldı.
Tekrar çelme stratejilerinin Suriye’ye düşen tarafına dönersek; Beşir, Erdoğan gibi Esad’a “Çek git” demiş, hatta 2014’te “Ayrılmayacak, öldürülecek” ifadelerini kullanmış, 2016’da rejimin işini bitirmek için Suriye’ye asker gönderme tehdidi savurmuş, yetmemiş Yemen ve Suriye yüzünden İran’la ilişkilerini kesmiş biriyken Şam’a ilk dönen Arap lideri oldu. Birçok insan olaya “Bir savaş suçlusu diğer bir savaş suçlusunu kucaklamış, ne var bunda” diye bakıyor ama bu kadar basit değil. Açıkçası bu, Arap boykotunun sonu demektir.
Beşir’in hem Erdoğan’ı hem de Kral Selman’ı memnun eden manevraları “acaba Şam’a hangi tarafın mesajını götürdü” sorusuna yol açıyor.
Acaba Beşir, Esad’ı Arap Birliği’nin marttaki Tunus zirvesine davet mi etti? Suriye’nin Arap Birliği’ndeki koltuğu 2013 Doha Zirvesi’nde muhalefete verilmişti. BAE Dış İlişkilerden Sorumlu Devlet Bakanı Enver Karkaş’ın “Suriye’nin Arap Birliği’nden uzaklaştırılması kararı bir hataydı” sözünü burada hatırlatalım. Araplar arasında “Bir Arap ülkesinin kaderini Türkiye, İran, Rusya ve ABD’ye bırakamayız” görüşü yaygınlık kazanıyor. (ABD’yi dizine eklemeleri boş laf.) Bir bakıma tespih taneleri düştüğü yerde yeniden diziliyor.
Şu soru da gayet meşru: Acaba Beşir çift taraflı bir elçi mi? Beşir 2017’den beri Rusya ile de yakınlaşıyor. Haliyle Beşir’in çok boyutlu bir misyonla Şam’a gitmiş olma ihtimali dışlanamaz.
Söylentilere göre Kuveyt Emiri Şeyh Sabah’ın Şam’a uçması da yakındır. Eğer ardından Mısır Devlet Başkanı Abdülfettah el Sisi de giderse işin rengi hepten değişir.
Sisi’nin Erdoğan’dan önce Şam’a varması Türkiye’yi bu hesaplaşmada ‘şah mat’ pozisyonuna sokabilir. Ayrıca Fırat hattında tehdit edilen Kürtler de “Türkiye’yi durdurmak için Suriye yönetimiyle anlaşmaya hazır oldukları” mesajını veriyor.
Velhasılı Şam uçağı yolcu almaya başladı!
Bakalım Amerikan-Körfez ekseninin yeni Suriye stratejisi Türkiye’yi nereye çekecek; başka bir eksen için Şam’la barışa mı, Fırat hattında daha büyük restleşmeye mi?
Belki “hayal olmuş cuma” için Emeviye Camii hâlâ açıktır. Gün doğmadan neyin doğacağını kim bilebilir!