SEÇTİKLERİMİZ – FEHİM TAŞTEKİN Duvar’a yazdı: “ABD sahada yokken yerel dinamikleri etkileme kapasitesi düşmüş olacaktır. O yüzden nisan sonrası süreçte Kürtler ister istemez kritik bir kavşağa sürüklenecek. Orada ya müzakere ya da askeri çözüm kendisini dayatacaktır.”
FEHİM TAŞTEKİN
Suriye’de ABD’nin çekilme stratejisi üzerindeki sis perdesi inceldikçe sahneyi paylaşan rakip güçlerin tutumları da keskinlik kazanıyor. Bu netleşmede odak Kürtler ve Fırat’ın doğusunda şekillenen özerk bölgenin geleceği.
Öyle görülüyor ki ABD Başkanı Donald Trump’ın çekilme kararı sürpriz olmazsa nisanda hayata geçirilecek. Fırat’ın doğusunda tampon bölge tantanasından bir şey çıkmazken Avrupalı müttefiklerin gözlem misyonuyla kalması seçeneği üzerinde duruluyor. Bunun nasıl olacağı da belirsiz. ABD Savunma Bakan Vekili Pat Shanahan geçen hafta Münih’te ortaklarla tartışılan gözetim gücü olasılığı için, “Koalisyon, kendi kaynak ve imkânlarıyla bir seçenek” dedi. Amerikalılar olmadan Fransız ve İngilizlerin sahada kalıp kalmayacakları hâlâ meçhul.
Suriye Demokratik Güçleri (SDG) Komutanı Mazlum Kobani, ABD’li komutanlardan bu misyon içinde Amerikalıların da olmasını istedi. CENTCOM Komutanı General Joseph Votel, “Misyonumuz, bize verilen görev ve başkanın talimatı çekilmektir. Bunu yerine getirmeye odaklanmış durumdayız” yanıtını verdi. Çekilme kararından geri dönüş olmasa da Amerikalılar, Kürtleri kendi hallerine bırakacak gibi durmuyor. Sahada olmadan sahaya dayatmalarda bulunacaklarının işaretlerini veriyorlar. Birinci dayatma, “Fırat’ın doğusu Suriye devletinin kontrolüne geçemez”. İkinci dayatma, “Kürtler rejimle ortak olamaz!”
Amerikan özel temsilcisi James Jeffrey, Suriye rejiminin ülkenin kuzeyinde tekrar kontrolü sağlamasını istemediklerini söyledi. Ardından ABD’li Komutan Paul LaCamera, “SDG, Rusya veya Esad rejimi ile ortak olursa, ABD’nin yardımları kesilecek” dedi. Amerikalılar artık daha net bir şekilde Kürtlerin Şam’a kayması ihtimaline karşı diş gıcırdatıyor. Daha önce Şam’la diyalog denemelerine aleni tavırdan kaçınıyorlardı.
Buna mukabil Rusya, Kürtleri siyasi çözümün bir parçası gören tutumunu korurken bu kez İran müphemiyet barındıran yaklaşımına netlik kazandırdı. Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Soçi’deki üçlü zirvede, “Suriye’deki Kürtler de ülkenin bir parçası, hakları verilmeli” sözleriyle Ankara ile ayrıştıklarını ortaya koydu. Kendi Kürtleriyle sorunları nedeniyle Türkiye ile paralel gitmelerine rağmen İranlılar, Suriye’de daha dikkatli bir siyaset izledi. Hatta Kamışlı ve Haseke’de YPG ile hükümet güçleri arasındaki çatışmalar sırasında, “İran’ın parmağı var” suçlanmalarına rağmen arabulucu olarak devreye girdikleri de oldu. Sonuçta Suriye yangın yerine çevrilmişken bir de Kürtlerle cephe açılması Şam ve müttefiklerinin isteyeceği son şeydi. Kürtlerle çatışmanın ABD’ye kazık çakma bahanesi sunacağı da aşikârdı. Yine de İranlılar Kürtlerle ilgili siyasetlerini fazla açık etmedi. Elbette Kürtlerin haklarının verilmesi gerektiğini söylemek otomatik olarak Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu’nun yasal statü kazanmasına destek anlamına gelmiyor. Bu sadece sorunun nasıl çözüleceğine dair bir yöntem önermesidir.
Süreci belirleme kapasitesine sahip Astana ortaklarının nasıl bir ‘ortaklık’ sergileyeceği ciddi belirsizlikler barındırırken Amerikalılar çekildiğinde Kürtlere bir şeyler söylemek durumunda olan Şam yönetimine baktığımızda orada da ‘çetin ceviz’ pozu öne çıkıyor.
Devlet Başkanı Beşşar el Esad belediye başkanlarıyla toplantısında ademi merkeziyetçiliğe “Devletin otoritesini zayıflatır” diye karşı çıkıp yerel idarelerin güçlendirilmesini öngören 107 nolu kararnameyi çözüm olarak masaya koyarken Kürtlere de seslendi:
“ABD çekildikten sonra sizi Türklerin saldırılarından korumayacak. Sizi ceplerine koyacaklar, böylece bir pazarlık kozu olacaksınız. Sizi kendi devletinizden başka kimse korumayacak. Eğer ülkenizi koruyup direnmek üzere kendinizi hazırlamazsanız, Osmanlı’nın kölesi olmaktan başka bir şey elde edemeyeceksiniz.”
Esad’ın danışmanı Buseyna Şaban ise Valday Tartışma Kulübü’nün konferansı için gittiği Moskova’da Reuters’in Kürtlere özerklik verilip verilmeyeceği sorusuna şu yanıtı verdi:
“Özerklik Suriye’nin bölünmesi demektir. Suriye’nin bölünmesine gidecek bir yolu izlememiz mümkün değil. Bütün halklar Suriye anayasası karşısında eşittir. Kürtler, Suriye halkının çok değerli ve önemli bir parçasıdır.”
Yani Şam’da Kürtleri ‘düşmanla işbirliği yapanlar’ parantezine alıp talepleri sulandıran bir yaklaşım ağırlık kazanıyor.
***
Kürtlerin önündeki yığınak az buz değil: Bir tarafta onları kazanmak isteyen ama özerkliği de bölünme senaryosu olarak gören Suriye, diğer tarafta Kürtlerin herhangi bir şekilde statü almasını önlemek için balyoz olmayı seçen Türkiye, beri tarafta Suriye’nin bütünlüğü açısından Kürtlere illaki bir şeyler vermek gerektiğini gören Rusya ve İran, karşı tarafta Suriye’nin demokratikleşmesi gibi dertleri olmayıp İran ve İsrail’le bağlantılı kaygılarla bölgenin dizaynına odaklanan, bu minvalde Fırat’ın doğusunu ‘örs’, kendisini ‘çekiç’ yerine koyan ABD.
Kürtler dört yüzlü bu zor durumu, ‘denkleme girmiş olma’ tesellisiyle avantaja çevirmeye çalışıyor.
Türkiye’nin terör konseptine çeken çabalarına rağmen diplomasi ve halkla ilişkiler alanında bariyerleri kısmen aştıkları söylenebilir. Bu biraz da ABD’nin ‘yüz kurtarma’ ihtiyacı sayesinde oluyor. Suriye Demokratik Meclisi Eşbaşkanı İlham Ahmed’in Washington temasları somut bir netice vermedi ama Kürt hesabına psikolojik kazanımlar aktardı. Türkiye’ye karşı uçuşa yasak bölge taleplerinin karşılık bulması zaten beklenmiyordu. Yine de Kürtlerin ezildiği bir müdahaleye ABD’nin seyirci kalamayacağı bir siyasal atmosfer oluştu.
Şimdi Amerikalı komutanlar çekildikten sonra yardımları sürdürüp hava desteği sağlayarak sahadaki durumu idare etmekten söz ediyor. Fakat ABD sahada yokken yerel dinamikleri etkileme kapasitesi düşmüş olacaktır. O yüzden nisan sonrası süreçte Kürtler ister istemez kritik bir kavşağa sürüklenecek. Orada ya müzakere ya da askeri çözüm kendisini dayatacaktır.
Kürtlerin direnme, savunma ve örgütlenme kapasiteleri kuşkusuz hesaba katılması gereken faktördür. Ama bunun karşısında iki önemli bozucu faktör de ağırlık kazanıyor: Birincisi Suriye devleti 7 yıllık savaştan sonra kolay bir bilek olmadığını hissettiriyor. İkincisi Rusya, Türkiye ve İran’ın Astana’da başlayan ortaklığı tahminlerin ötesinde belirleyici olmaya başladı. Eğer taraflar bu ortaklığı koruyabilirse Kürtlerle ilgili yol haritası da bunlar arasındaki pazarlıklara göre şekillenecektir. Esad yönetiminin Astana-Soçi süreçlerinden hasıl olacak bir çözüme direnme lüksü yok. Ancak büyük bir naiflikle kendimizi iyimserliğin sularına kaptırır da Astana üçlüsünün Kürtler konusunda ortaklaşabileceğini farz edersek ortaya çıkacak şey, tüm tarafların yutkunarak sineye çekmek zorunda kalacağı bir metin olacaktır. Tabii Kürtler nedeniyle Astana masası da bozgun yiyebilir. Diyalogla çözüm yolunun kapanması halinde ‘çökertme senaryosu’ devreye girebilir. Kürtlerin sıfır toplamla eve dönmesini, Türkiye-Suriye barışının anahtarı olarak görenler bu senaryo için yanıp tutuşuyor. O vakit ABD Kürtler için ne yapar, 1990 sonrası Irak’ta olduğu gibi Fırat’ın doğusunu da uçuşa yasak bölgeye dönüştürür mü bilmiyoruz.
***
Bu senaryolar ve keskinleşen pozisyonlar karşısında Kürtlerin ne düşündüğüyle ilgili de sözü bir mini söyleşiyle TEV-DEM Dış İlişkiler Sorumlusu Salih Müslim’e bırakalım:
Esad’ın son sözlerini nasıl yorumluyorsunuz? Bunu bir tehdit olarak algılıyor musunuz?
Öyle görünüyor ki Esad’ın ayakları çok yukarda. Kimin ne yaptığından ya da Suriye’de neler olduğundan hiç haberi yokmuş gibi davranıyor. Kendini daha güçlü sanarak bunları söylüyor. En fazla Türkiye’nin işgalci güç olması ve bütün Suriye topraklarının özgürleştirilmesinden bahsetti. Kürtlere gelince sanki çözümden çok uzak bir yerde duruyor. Dera ya da başka yerlerde olduğu gibi Kürtler de gidip kucaklarına oturacakmış gibi bir havada konuşuyor. Gerçekler öyle değil. Sadece Kürt meselesi değil bizim Kürtler, Araplar, Süryaniler ve diğer halklarla birlikte oluşturduğumuz bir demokrasi projemiz var. Oluşturduğumuz bu model üzerinden konuşmamız gerekiyor. Hem Suriye hem Türkiye meseleyi Kürtlere indirgeyip onları da terörize ederek köşeye sıkıştırmaya çalışıyor. Türkiye eğer bir şey yapmıyorsa Soçi ve Astana görüşmelerinde (Rusya ve İran’la birlikte) alınmış kararlar nedeniyle yapmıyor, Esad’ın gücünden korktuğu için değil. Biz başından beri söylüyoruz; Suriye’nin bir parçasıyız, Suriye demokratikleşmelidir, merkezi olmayan demokratik bir Suriye’nin parçası olacağız. Eğer Dera’da olduğu gibi tamamen teslim olmamızı istiyorlarsa bunu kabullenmemiz mümkün değildir. O yüzden ayaklarının yere inmesi gerektiğini düşünüyorum.
Jeffrey, Suriye rejiminin tekrar kontrolü sağlamasını istemediklerini söylerken ABD’li Komutan LaCamera, SDG’nin Rusya veya rejimle ortak olması halinde yardımların kesileceğini belirtti. Bu uyarılar karşısında Kürtlerin tavrı ne olur?
Amerikalılar mekanizma bulmaya çalışıyor. Çünkü DAİŞ’in bittiğine kimse inanmıyor; DAİŞ hem Fırat’ın batısında hem Irak tarafında Enbar’da vardır. Bir mekanizma bulmaları gerekir, çünkü bu sadece bizimle ilgili bir şey değil. Tedbirler alınması gerekir. Ortada kesin bir şey yok, bu konu müzakere aşamasında. SDG rejimle hareket ederse yardımların kesileceği meselesine gelince, bu bir soruya verilen yanıttır, normal bir şeydir. Yoksa SDG, Suriye rejiminin yedeğine düşecek bir güç değildir. Bu konuda siyasi bir karar vardır. Siyasi bir çözüm olursa, o zaman istikrar sağlanır ve SDG, Suriye silahlı kuvvetlerinin bir parçası olarak yerinde kalacaktır. Bizim düşüncemiz böyle. Şimdi ne yapılıyorsa siyasi kararlarla yapılıyor. Amerikalılar da bunları biliyor.
İlham Ahmed’in ABD’deki görüşmelerinden sonra yeni bir durum söz konusu mu?
İlham’ın görüşmelerinde somut bir şey yok. Ama çok iyi bir hava oluşturuldu. Sonuçları ne olur bilmiyorum.
Mazlum Kobani’nin uluslararası koalisyondan 1500 askerin kalması talebinin karşılık bulma olasılığı var mı?
Mazlum’un Votel’le görüşmesinde talep ettiği şey bir tartışma konusudur. Votel mecburdur, başkanın bir kararı vardır, şimdi bir şey söyleyemez. Yarın ne olacağını bilmiyoruz. DAİŞ ile doğru dürüst uzun vadeli olarak mücadele etmek istiyorlarsa muhakkak ABD’nin işin içinde olması gerekir. Bu bir öneridir. Sonuç yok tabii. Votel başkanın kararını uygulamaya çalışıyoruz dedi.
Bir tarafta ABD, diğer tarafta Rusya ve Suriye, beri tarafta Türkiye baskı yapıyor. Kürtler bu çok cepheli kıskaçta ne yapabilir? Sizin tarafınızda bir yol haritası şekilleniyor mu?
Kendi öz gücümüzle hareket ediyoruz. Bu güçlerin ortak bir kararla Kürtlerin karşısına çıkacağını zannetmiyoruz. Biz önemli bir gücüz. Çözümümüz, moral gücümüz, söylemimiz var. Kimseye karşı değiliz. Şimdiye kadar bütün saldırılara karşı kendimizi korumaya çalıştık. Bu güçler karşısında zor olsa da bir denge tutturmaya çalışıyoruz. Daha önce bu denklemde hiç yoktuk. Bu güçler arasında bizim denklemde var olmamız bile başlı başına önemlidir. Şimdi neyi elde edeceğimizi ya da neyi koruyacağımızı tartışıyorsak başka bir aşamaya gelmişiz demektir. Bunu bir dereceye kadar başarı sayıyoruz. Herkes bizim üzerimizde duruyor ama kendi başka sorunları var. İdlib meselesi bizimkinden çok daha karmaşık olacaktır. Afrin meselesi var. Bunlar çok daha ciddi meseleler ama herkes bizim üzerimizde yoğunlaşıyor. Biz kendi özgücümüzle mücadele edeceğiz, kolay kolay kimsenin tehditlerine boyun eğecek değiliz. Tabii eğer hava savunma sistemi ya da uçuşa yasak bölge olursa biz zaten kendimizi savunabiliriz. Siyasi olarak da bizim argümanımız çok güçlüdür, biz haklıyız, kimse buna bir şey diyemiyor. Eğer siyasi çözüm istiyorlarsa tek çözüm projesi bizdekidir, başkalarının bir çözüm planı yok. Kimse bizi var etmedi, kimse bizim siyasi irademize el koyamaz. Burada Kürtlerle, Araplarla, Süryanilerle birlikte geniş bir irademiz var. Kendi kararımıza sahip çıkarız. Aralarındaki çelişkileri erteleseler de önümüzdeki bu çelişkiler ortaya çıkacaktır.