SEÇTİKLERİMİZ- Joan McGregor yazdı: “Rosalind Hursthouse, et yemenin, bir insanın “açgözlü”, “bencil” ve “çocuksu” olduğunu gösterdiğini savunuyor. Diğer bazı erdem teorisyenleri de erdemli bir kişinin, et yemekten (tamamen vazgeçeceğini) veya aşırı miktarda et yemekten kaçınacağını ve hayvanların mutluluğunu önemseyeceğini savunuyorlar.”
JOAN McGREGOR
Geçtiğimiz günlerde, WeWork adlı bir ortak çalışma ve ofis alanı (tedarik) şirketi, et içeren yemekler sunmamak ve bununla ilgili telafi ödemesi yapmamak hususunda bir şirket politikası açıkladı.
WeWork’ün kurucu ortağı ve kültür baş sorumlusu Miguel McKelvey, gönderdiği bir e-postada, bu kararın, şirketin karbon ayak izini azaltma yönünde bir girişim olduğunu ifade etti. Ahlaki argümanları, et tüketiminin yıkıcı çevresel etkilerine dayanıyor. Yapılan araştırmalar, et ve süt ürünlerinin sera gazı üretimine ve biyoçeşitlilikte yaşanan kayıplara ilişkin en büyük suçlulardan biri olduğunu ortaya koyuyor. WeWork, politikalarının 2023 yılına kadar 445,1 milyon Sterlin tutarında karbondioksit salımının önlenmesinin yanı sıra, yaklaşık 63 milyon ton su tasarrufuyla birlikte, 15.507.103 hayvanın hayatını kurtaracağını tahmin ediyor.
İşin gerçeği, filozoflar yüzyıllar boyunca hayvan tüketimine karşı tartışmalar yürütmüştür.
Hayvanlara zarar vermek neden ahlaksızlıktır?
Antik Yunan filozofları, argümanlarını, hayvanların kendi ahlaki durumları üzerine kurdular. Yunan matematikçi ve filozof Pisagor, hayvanların da insanlar gibi bir ruha sahip oldukları gerekçesiyle, onların yenmesine karşı bir tutum almıştı.
Filozof Platon (Eflatun), etin insanları sürdürülemez bir topluma götüren bir lüks olarak değerlendirilmesi gerektiğini, çekişme ve eşitsizliklere yol açtığını, daha fazla toprak kullanılması gerektiği için savaşlara neden olduğunu düşünüyordu.
İki bin yıl sonrasında, ‘faydacılık’ (utilitaryanizm) kuramının yaratıcısı olan Jeremy Bentham, 1789 yılında, hayvanların çektiği acılara ve dolayısıyla et tüketiminin ahlaki açıdan endişe verici sonuçlarına işaret etti. Şöyle diyordu; “Soru, akıllı olabilirler mi, konuşabilirler mi ya da acı çekebilirler mi olmamalı. ‘Yasalar neden herhangi bir hassas varlığın korunmasını reddediyor,’ olmalı… İnsanlığın, mantosunu nefes alan her şeyin üzerine örteceği (şefkat göstereceği) bir zaman gelecektir…” Faydacılık doktrini, dünyaya en iyi olanı getiren ve acıyı azaltan eylemlerin en doğru davranışları ifade ettiğinin altını çizer. Faydacılar, acıyı dindirmeye ve zevki ya da mutluluğu en üst seviyeye çıkarmaya odaklanır.
Günümüzün faydacılarından Peter Singer, zevk ve acılarımızı hayvanlarınkinden daha üstün biçimde ele alıp almamamız gerektiğini sorguluyor. Hayvanları, et üretimi amacıyla sanayi çiftçiliğinin mahkûmları yapmaya istekli olan bizlerin, tam anlamıyla “türcüler” (tür ayrımcıları) haline gelip gelmediğimizi sorguluyor. Tıpkı ırkçılar gibi, türcülerin de sadece kendi türlerinin çıkarlarını üstün tuttuklarını öne sürüyor.
Diğer filozoflar, yalnızca hayvanların acı çekmesi meselesine yönetilen ilgiyi reddeder ve hayvanları (doğal) kaynaklarımız biçiminde ele almamızın yanlış olduğunu savunurlar. İnsanları bir organ bankası gibi ele almak ne oranda yanlışsa, hayvanları da et üretimi için kullanmak aynı oranda ahlak dışıdır.
Örneğin, hayvan hakları filozofu Tom Regan, insanlar gibi hayvanların da “bir yaşam öznesi” olduğunu savunur. Söylemek isteği şudur; -tıpkı insanlar gibi- onlar da kendi tercihleri, arzuları ve beklentileri olan, bazı haklara sahip olan varlıklardır. Fabrika çiftçiliğini daha insancıl hale getirmek, hayvanların birer kaynak olarak kullanılmasının ahlaksız ve adaletsiz olduğu gerçeğini ıskalıyor.
İnsan kayırmacılık
Buna karşın, hayvanların insanlara denk ahlaki bir konuma sahip olmadığına inanan filozoflar da bulunuyor.
İnsan kayırmacılık, insanların diğer hayvanlara oranla üstün yeteneklere sahip olduğu inancına dayanır. Mesela, insanlar sosyal bağlara, özellikle de aile bağlarına sahip olabilirler; bunun dışında, lisan kullanma yetisine de sahiptirler; acı çekebilir ve hissedebilirler.
On altıncı yüzyıl Fransız filozofu Rene Descartes (Dekart), “Düşünüyorum, o halde varım,” diye bilinen sözünde belirttiği üzere, hayvanların bilinç sahibi olmadığını, akıllarının olmadığını ve netice itibariyle de acı çekmediğini düşünüyordu. Descartes’a göre, onlar yalnızca birer “automata” (otomat), yani karmaşık makinelerdi. Nitekim, görüşleri, yüzyıllar boyunca hayvanları deneylerde canlı canlı kesme uygulamasını haklı göstermek amacıyla kullanıldı.
Alman filozof Immanuel Kant, insanları hayvanlardan ayıran şeyin bireysellik olduğu görüşünü savundu. Kant açısından, insanlar, akla dayalı biçimde kendi ahlaki kurallarını belirler ve bunlar doğrultusunda hareket ederler. Bu ise, (Kant’a göre) hayvanların yapamadığı bir şeydir.
Et karşıtı ahlaki tutum
Yapılan gözlem ve bilimsel çalışmalar arttıkça, hayvanların da insanlar gibi acı çektiği ve duygulara sahip olduğu ortaya çıktı. Mesela, filler, sevdiklerinin yasını tutmak ve girift toplumsal ve ailevi bağlar kurmak da dahil olmak üzere, karmaşık duygusal yaşamlara sahipler. Hayvanlar mantıklı davranabilir, birbirleriyle iletişim kurabilir, kimi durumlarda lisan kullanabilir ve ahlaki çerçevede davranabilirler. Hâl böyleyken, hayvanların bu özelliklerden yoksun olduğunu ilerek sürerek ahlaki bir değerlendirme dışında tutmak ve onları yemek haklı bir tutum değildir.
Kant’ın, insanları üstün yapan şeyin akılsal özerklikleri olduğu düşüncesi de bir işe yaramaz. Bebekler, Alzheimer hastaları, gelişimsel özürlüler ve diğer bazı insanların da akılsal özerklik noktasında eksik olduğu varsayılabilir. Ve birey olma durumu, her halükârda, ahlaki değerlendirmenin bir nesnesi olarak kabul edilmek için belirleyici bir kriter değildir. Şahsi görüşüme göre, dikkate alınması gereken asıl şey, Singer’ın da kendisini itham ettiği üzere, Kant’ın tam olarak bir türcü olup olmadığı sorusudur.
Son olarak, hayvanların bazı haklara sahip olup olmadığına ya da çektikleri acının ahlaki eylemlerimizi değerlendirme noktasında ele alınıp alınmamasına bakmaksızın, et yemeye itiraz eden filozoflar da mevcut. Onlar, et yemenin erdemine ya da kötülüğüne odaklanıyorlar.
Erdem teorisyeni Rosalind Hursthouse, et yemenin, bir insanın “açgözlü”, “bencil” ve “çocuksu” olduğunu gösterdiğini savunuyor. Diğer bazı erdem teorisyenleri de erdemli bir kişinin, et yemekten (tamamen vazgeçeceğini) veya aşırı miktarda et yemekten kaçınacağını ve hayvanların mutluluğunu önemseyeceğini savunuyorlar.
Bir ahlak felsefecisi olarak ben de, özellikle modern et üretim endüstrisi içerisinde bulunan hayvanların çektiği acıların, ahlaki açıdan haklı gösterilemeyeceğine inanıyorum. Dolayısıyla, benim açımdan, WeWork’ün pozisyonunun ahlaki bir temeli ve güçlü felsefi müttefikleri mevcut.
Çeviren: Tarkan Tufan (Gazete Duvar)
Yazının orijinali