JEN MARLOWE VE FADİ ABU SHAMMALAH’ın The Nation’daki yazısı: “Abdelalim, ‘Bu Büyük Dönüş Yürüyüşü’nde yaşananlar, kadınların Filistin mücadelesindeki büyük rollerini geri kazanmalarıdır’ diyor. Abdelalim’in tahminine göre, kadınlar direnişçilerin yaklaşık yüzde 40’ını oluşturuyordu; bu son yıllar düşünülünce dikkate değer bir rakam.”
JEN MARLOWE – FADİ ABU SHAMMALAH
Buradayım, çünkü kasabamın beni çağırdığını ve onurumu korumamı istediğini duydum. ”Elli yedi yaşındaki Um Khalid Abu Musa, çölün ortasında onu yakıcı güneşten koruyan çadırın altında güçlü ve çatallı bir ses tonuyla konuşuyordu. “Toprak” diyordu kararlılıkla, “onur ve haysiyet” diyordu.
O, Gazze şeridinin güneyindeki Khazu kasabasındaydı. Birkaç yüz metre ilerisinde İsrail ordusuna ait bariyerler ve ağır donanımla askerler görülebiliyordu. Sol omzu siyah-beyaz kareli bir kefiye ile sargılıydı. Zira 30 Mart günü İsrail askerleri tarafından sol omzundan vurulmuştu. Mermi halen sol köprücük kemiğinin altında duruyor. İsrail askerleri tarafından hedef almıştı; çünkü İsrail’in utanç duvarına Filistin bayrağı asmaya yeltenmişti. Yaralanmasından üç hafta sonra Büyük Dönüş Yürüyüşüne yeniden katıldı. Gazze şeridi ve İsral’i birbirinden ayıran 37 millik duvarın önünde eylemlerine devam etti.
Kısa bir süre önce sonlandırılan Büyük Dönüş Yürüyüşü pek çok nedenden ötürü Gazze için yakın tarihin en benzersiz eylemlerinden biriydi. Filistinlilerin, militan bir direniş gösteren ancak siyasi görüş ayrılıklar nedeniyle keskin bir biçimde El-Fetih ve Hamas arasında iki ana kampa bölünmüş olduğu biliniyor. Ne var ki Büyük Dönüş Yürüyüşünde bu ayrılığa rağmen şaşırtıcı bir birlik içerisinde yaygın ve şiddet içermeyen kararlı bir seferberlik karakteri ön plana çıktı. Ancak belki en önemlisi de kadın direnişçilerin on yıllardır görülmeyen bir biçimde aktif bir biçimde eylemlere katılmaları ve görünür olabilmeleriydi. Bu eylemlerde üstlendikleri rol belki de Gazze direnişinin gelecekte nasıl bir biçim alabileceğine dair güçlü bir işaretti.
Büyük Geri Dönüş Yürüyüşü 30 Mart günü, Filistinlilerin 1976 yılında İsrail askerlerince öldürülen 6 Filistinli köylünün katledişini yâd ettikleri “Toprak Günü” anmasıyla başladı. 15 Mayıs, Nakba (Büyük Felaket) gününün 70’nci seneyi devriyesinde sona erdi. Nakba terimi, İsrail Devletinin ilanını takiben 450 Arap köy ve kasabasında yaşayan 750 bin Filistinli’nin topraklarından sürülmelerini ifade ediyor. Bu gün Gazze şeridinde yaşayan insanların % 70’ini bu Büyük Felaket gününde yerinden yurdundan edilen insanların çocukları ve torunları oluşturuyor. Abu Musa dâhil olmak üzere Büyük Geri Dönüş Yürüyüşüne katılanların çoğunluğunu, köylerini ve Nakba’yı ancak aile büyüklerinden dinleyebilmiş insanlar oluşturuyor. Yine de topraklarına geri dönüş, nesilden nesile devam eden derin bir özlem olmaya devam ediyor.
Geri Dönüş Yürüyüşü sırasında, 125 Filistinli katledildi ve 13 bin kişi yaralandı. Abu Musa, Trump’ın Kudüs’e taşınan ABD Elçiliği’nin açılışını yaptığı ve buna mukabil eylemlerin şiddetlendiği, binlerce Filistinli’nin Utanç Duvarına doğru yürüyüşe geçtiği 14 Mayıs günü, çok sayıda yaralı ve ölü gördü. Sadece o gün, İsrail güçleri 62 Filistinliyi katletti ve 2700’den fazla kişiyi yaraladı. Abu Musa , “Bana o gün bir yakınımın ölmüş yahut yaralanmış olup olmadığını sormayın” diyor. “Bütün direnişçiler benim akrabam ve arkadaşım. Biz bir aile olduk.” 14 Mayıs katliamı sonrasında Mart protestolarını örgütleyen Taban Hareketi eylemlerin devam etmesine karar verdi. Cinayetler de devam etti. 1 Haziran’da 21 yaşındaki gönüllü sağlıkçı olarak görev üstelenen genç bir kadın göğsünden vurularak öldürüldü.
İlkokul öğretmeni ve altı çocuk annesi Abu Musa için Yürüyüş, bütünüyle, öz yurdu Beer Sheva’ya dönüş hayaliyle özdeşleşiyor. Ve bu hayalin peşinden gitmekte ısrarcı olacağını söylüyor: “Döneceğiz ve yoluma nane ve çiçekler ekeceğim.”
Henüz 20 yaşında olan, Filistinli Öğrenci İşçiler Cephesi üyesi Siwar Alza’anen de Abu Musa’nın özlemini paylaşıyor. Öte yandan “Uluslararası topluma halkımızın büyük bir acı içerisinde yaşadığına, baskı, kuşatma ve yoksulluk içerisinde yaşıyor olduğumuza dair güçlü bir mesaj göndermek için yürüyoruz” diyor.
Büyük Geri Dönüş Yürüyüşü ve Birinci İntifada
48 yaşında olan Samira Abdelalim Gazze şeridinin en güneyinde bulunan Rafah şehrinde yaşıyor. Filistin Genel Sendikaları Kadın Departmanında müdür olarak görev alan Abdelalim’in masasının kenarında küçük bir Filistin bayrağı duruyor. Büyük Geri Dönüş Yürüyüşü vesilesiyle halkının köylerine geri dönebilmesinin, kendi kaderini tayin hakkının tanınmasının, barış ve özgürlük içerisinde yaşayabilmenin yolunun barışçıl yöntemlerle açılabilmesini ümit ediyor. “İşgal meselesinin bir günde çözülmeyeceğini biliyorum” diyor, “ama birleşik çalışma ile”.
İktimal Hamad, Yürüyüşü örgütleyen 15 kişilik Geri Dönüş Ulusal Komitesi’nin tek kadın üyesi. Gazze’deki ofisinde otururken açık kahverengi saçlarını arkadan toplayarak kendi ikili gündeminden bahsediyor: Bir yandan İsrail işgalini sonlandırmak için mücadele, diğer yandan Gazze’deki kadınların eşit hakları için mücadele. “Kadınlar Filistin’in kurtuluşunda önemli bir rol oynayabilir, çünkü onlar Filistin toplumunun ayrılmaz bir parçasıdır” diyor.
Abdelalim, Büyük Geri Dönüş Yürüyüşünün Refah yerelinden sorumlu kadın komitesinin üyelerinden biri olarak görev alıyor. Yürüyüş için kadınların örgütlenmesinin yanı sıra gençliğin örgütlenmesinden sorumlu olarak çalışıyor. Öte yandan kültürel faaliyetler ile su, otobüs gibi lojistik teknik konuların örgütlenebilmesinde sorumluluk üstleniyor. Direnişe Birinci İntifada ile katılmış ve bugünkü Yürüyüş ile Birinci İntifada’nın amaç ve yöntemlerinin benzer olduğunu iddia ediyor. 1987’de başlayan Birinci İntifada da işgale karşı silahsız kitlesel direnişe yaslanıyordu. Yaygın sivil itaatsizlik eylemleri, kitlesel grevler, boykotlar, “yer altı” okullarının yaratılması, İsrail’e karşı ekonomik bağımsızlığın sağlanabilmesi için taban örgütlülüğünün inşası gibi eylemler ön plandaydı. Kadınlar bu ayaklanmanın omurgasıydı.
Abdelalim her iki tarihi direniş için “Sahayı belirleyenler direnişçilerdi” diyor. “İlk intifadada, kadınlar ve erkekler omuz omuza omuz omuza, birlikte mücadele ediyorlardı.”
Abu Musa, 25 yılı aşkın bir süredir siyasal alanın içinde aktif görev alamayan diğer kadınlar gibi Geri Dönüş Yürüyüşünün Birinci İntifada’nın anılarını yeniden canlandırdığından bahsediyor. Göz yaşartıcı gaz bombalarının kokusunun bile kendisi için nostalji hissi uyandırdığını anlatıyor. “Bu Yürüyüşün Birinci İntifada olduğunu hissediyorum” diyor.
Şimdilerde 51 yaşında olan Hamad, Birinci intifada sırasında genç bir direnişçiydi. Kadınların bu ayaklanmanın “öncüsü” olduklarını hatırlıyor. “1989’da birleşik bir kadın konseyi vardı ve bu konsey sokakların sorumluluğunu taşıyordu” diye hatırlıyor. Kadınlar gösteriler ve oturma eylemleri düzenledi, broşürler dağıttı, mahalle komiteleri oluşturdu ve birleşik bir kadın konseyine katıldı. Hatta hangi siyasi hizbe ait olduklarına bakmaksızın, olağanüstü bir birliktelik içinde çalıştılar.
Birinci İntifada sonrası Kadın Hareketi
Birinci İntifada, İsrail Hükümeti ile Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) arasında müzakereleri gizli biçimde yürütülüp imzalanan Oslo Anlaşmaları’yla sona erdi. Sadece sürgündeki Filistinlilerden oluşan FKÖ müzakere ekibinin tamamı erkekti.
Oslo Anlaşması, Filistin Yönetimi’nin kurulmasına ve sürgün edilen FKÖ liderlerinin Batı Şeria ve Gazze’ye dönüşlerinin yolunu açtı. Ayaklanmayı yöneten tabandan direnişçilerin çok azı, yeni liderlik yapılarının oluşumunda görev alabildi ve kadınlar tamamen dışlandı.
Samira Abdelalim’e göre, mücadelenin seyri, özellikle de kadınların rolü bundan sonra radikal bir şekilde değişti. Artık geleneksel, ataerkil bir toplumu yöneten silahlı, kurumsal bir otorite vardı. Durumu “Erkek topluluklar, kadınları karar verme mercilerine dâhil etmeyi ve kadınların politikaya ve planlara katılmalarını reddetti” diye açıklıyor. Dolayısıyla, Filistinli kadınlar İsrail işgaline karşı mücadeleden daha fazla, Filistin toplumunda sosyal, politik, yasal ve ekonomik haklar için harekete geçmeye başladılar. Abdelalim ve diğer kadın direnişçiler, kadınları “namus cinayetleri”nden korumak, toplumsal cinsiyete dayalı erkek şiddetini engellemek için yasalar oluşturma görevi etrafında örgütlenmeye giriştiler.
Oslo sürecinin, İsrail ile Filistinliler arasındaki tartışmalı “kalıcı statü” meseleleriyle ilgili anlaşmalarla sonuçlanması bekleniyordu. Bu konular arasında Kudüs, su hakları, sınırların belirlenmesi, yerleşim yerleri ve mülteciler sayılabilir. Ancak, bu sürece duyulan güven, yıllar içinde aşındı ve 2000 yazında düzenlenen “nihai” statü müzakereleri çöktü, bu da aynı yılın 29 Eylül’ünde İkinci İntifada’nın patlak vermesini tetikledi.
İkinci İntifada başlangıçta bir öncekini anımsatan kitlesel gösterilerle başlamış olmasına rağmen, hızla silahlı direnişe yöneldi. Siyaset bilimci Marie Principe’nin Amerika Birleşik Devletleri Barış Enstitüsü için yaptığı araştırmaya göre şiddet içermeyen hareketler, şiddet içeren hareketlere nazaran kadınlar, çocuklar ve yaşlılara uzanan geniş bir yelpazede insanın harekete dâhil olabileceği imkânlar yaratabiliyor. İkinci İntifada’nın silahlı doğası nedeniyle, özellikle kadınların katılımı radikal bir şekilde azalmaya başladı. Abdelalim’e göre bu dönemde, kadın direnişçiler çalışmalarını yeniden şekillendirerek, uluslararası konferanslar ve haberler vasıtasıyla işgalin vahşetini dünyaya duyurmaya çalıştılar.
Ne var ki, bu yeni türdeki direniş biçimlerinde ancak yüksek sosyo-ekonomik sınıflardan gelen, özellikle de STK’lar için çalışan, üniversite eğitimine erişmiş olan ve dış dünyaya ulaşmak için gerekli yetenekleri olan kısıtlı sayıda kadın görev alabiliyordu. İlk intifada’nın omurgasını oluşturan kadınların ezici çoğunluğu artık direniş içinde kendilerine bir yer bulamıyorlardı.
2006 yılında, Hamas (İslami Direniş Hareketi), iktidarda bulunan Fetih’e karşı Filistin Meclis seçimlerini kazandı. Seçimlerin peşi sıra ABD destekli Fetih liderlerinin Hamas’ı indirme çalışmaları, 2007’de Gazze şeridinde kanlı bir iç savaşı başlattı.
Hamas-Fetih ayrışması, Gazze’deki kadın direnişçiler için yeni bir odak noktası oldu. Filistin birliğini simgeleyen kadınlar, bu ayrılığın ortadan kalkabilmesi için çalışmaya başladılar. Abdelalim, o yıllarda düşmanlarının Filistinli diğer fraksiyonlar değil, İsrail işgali olması gerektiğinde ısrar ettiklerini hatırlıyor. Ancak kadınların yapabileceği çok az şey vardı; zira iki tarafın da müzakere ekipleri kadınları içermiyordu. Ancak Abdelalim ve diğer kadın direnişçiler, Gazze’deki iç bölünmeyi protesto etmek için haftalık gösteriler düzenlediler, hatta ulusal bölünmenin tarafı olan hiziplere üye olan kadınlar tarafından ortak birçok açıklama hazırlandı.
Ancak Hamas rejimi altında, kadınların durumu her geçen gün gerilemeye devam etti. “Hamas, bizi on yıllarca geriye götürdü” diyor İktimal Hamad. Rejimin Batı Şeria’da yürürlükte olan Filistin yasaları yerine İslami şeriat yasalarını empoze ettiğini söylerken “Hamas, kadınlar ve erkekler arasındaki eşitliğe inanmıyor” diye açıkça belirtiyor.
HAMAS yönetimiyle geçen yıllarda Gazze Şeridi’nde yaşayan Filistin toplumu daha muhafazakâr ve dindar bir yapıya büründü. Siwar Alza’anen, saçlarını örtmek zorunda kalmayan çok az sayıdaki kadından biri. Filistinli kadınların kıyafet konusunda ve sosyal yaşam alanlarında yoğun bir baskı altında olduğunu ve yapabilecekleri çok az şey olduğunu söylüyor. Kadınların çoğu erkek akrabalarının izni olmadan evden bile çıkamıyorlar. Abu Musa Birinci İntifada’da etek giyebilen, saçını açabilen kadınlarla direndiklerini hatırlıyor. “Şimdi 12 yaşındaki kızlardan başörtüsü takmalarını istiyorlar” diye ekliyor.
Ancak baskıcı yıllar boyunca HAMAS, kadınların aile eğitimindeki etkileri nedeniyle Filistin mücadelesinde merkezi bir rol oynamaya devam ettiğini iddia edegeldi. Onlar, şehitlerin, gazilerin ve tutsakların anneleriydi. Hamad ise “Kadınların toplumun yarısı olduğunu, kadının katkısı olmadan toplumun tamamlanamayacağını” söylüyor.
Kadınlar direnişteki yerlerini yeniden alıyorlar
Abdelalim ve Hamad, mevcut protestoların Gazze’deki kadın direnişi için yeni bir safhaya işaret ettiğini söylüyor ve bunun toplumsal cinsiyet eşitliğine giden bir yol açabileceğini ümit ediyorlar. Abdelalim, “Bu Büyük Dönüş Yürüyüşü’nde yaşananlar, kadınların Filistin mücadelesindeki büyük rollerini geri kazanmalarıdır” diyor. Hamad’ın gözlemlerine göre, her geçen Cuma eylemlerdeki kadın sayısı arttı. Nitekim Abdelalim’in tahminine göre, kadınlar direnişçilerin yaklaşık yüzde 40’ını oluşturuyordu; bu son yıllar düşünülünce dikkate değer bir rakam.
Protestoların kitlesel ve silahsız doğası nedeniyle erkekler bile kadınların katılımını desteklediler. Hamad ilk defa ulusal laik hareketler dışında İslami hareketlerden erkeklerle birlikte örgütlenerek hareket ettiklerini ve onlar tarafından saygı gördüklerini söylüyor.
Yine de Abdelalim, kadınların direnişe katılımı için erkeklerin müsaadesine ihtiyacı olmadığını hatırlatıyor. Ve onların müsaadesini beklemediğini söylüyor. “Her zaman mücadeledeki rolümüzü talep ettik” diyor.
Abdelalim, Hamad, Alza’anen ve Abu Musa, Büyük Geri Dönüş Yürüyüşü sırasında sergilenen birlikten ötürü gurur duyuyorlar. Hamad’ın söylediği gibi, “İç politik bölünmeye rağmen, birleşik mücadeleyi somutlaştırmayı başardık.”
Alza’anen, “Hiç kimse kendi siyasi hizbinin bayraklarını yükseltmiyor” diyor. Bunun yerine, “Filistin sloganlarını yükselterek hem Filistinlilere hem de dünyaya bir birlik mesajı gönderiyorlar” diye ekliyor.
Abdelalim, kadınların katılımlarının özgüvenlerini artırdığını söylüyor. “Bu Yürüyüş, kadınlar ve [topluluğumuzun geri kalanı] arasındaki sessizlik duvarını yıktı” diye vurguluyor. Ve bu yeni güven duygusunun kadınları, daha geniş çapta mücadele etmeye ve haklarını talep etmede daha cesur olmaya teşvik edeceğine inanıyor. Babası, kocası ve erkek kardeşleri ile sınırda yan yana yürüdükten sonra, “evde kalmak, erkekler için küçük avantajlar sağlamak için beklemekten” memnun olmayacaklarını ifade ediyor.
Bu dört kadın da, bir ulusal kurtuluş hareketinin sahip olması gereken en yüksek vizyona sahipler. Abdelalim, çocukları için “en iyi geleceği garanti etmek için savaştığını” söylüyor. İnsanlarının vatanlarında özgür olmasını istiyor. Savaşın, mülteciliğin, yoksulluğun olmadığı, çocukların sevinç içinde oynadığı bir dünya hayal ediyor. “Benim için gelecek, genç kadın ve erkeklerin şarkı söyleyip dans ederek anavatanlarını inşa etmeleri anlamına geliyor” diyor.
Abu Musa için gelecek, “vatan için umut ve sevgi” demek. Gelecekle ilgili, yerinden edilmiş yaşlı bir adamın evine geri dönmesini ve gözyaşlarını silmesini hayal ediyor. Onun vizyonunda, Filistinli olmayanlar için de bir yer var. “Yahudilerle hiçbir sorunum yok. Beni ziyaret ederlerse onları evimde ağırlarım ve ülkemde yaşayabilirler.” Ama ekliyor, ailesini yerinden eden Siyonistlerin varlığına tahammül göstermeyecek.
Alza’anen, yürüyüş boyunca yaşamını yitirenlerin unutulup gitmeyeceğini umuyor. Yaşamını yitirenler “bizi aynı yönde yürümeye motive ediyor, bu nedenle kararlılığımız ve niyetimiz kırılmayacak” diyor.
Hamad, Büyük Geri Dönüş Yürüyüşü’nde somutlanan şeylerin onu, ulusal kurtuluşun Filistinli kadınların kurtuluşuna bağlı olduğuna yeniden ikna ettiğini söylüyor.. “Kadınlar” diyor, “her zaman ulusal mücadelemizin ön saflarında yer alacaktır.”
Çeviri: Mustafa Kemal Ersöz
Kaynak: https://www.thenation.com/article/palestinian-feminists-liberation-two-meanings/