HALDUN KARYOL …
Daha küçük yaşta, şimdi soykırım (Genoside, Holocauste) kavramıyla ifade edilen Ermeni felaketiyle ilgili epeyce bilgi sahibi oldum. Tabii ki bana konuyla ilgili hususlar anlatılırken yukarıda kaydedilen Batı terminolojisi kullanılmamıştı. Anlatan büyüklerimiz, Batı kavramlarından haberdar olmadıkları gibi tamama yakını okur-yazar değillerdi. Olayları kendi geleneksel kavramları çerçevesinde aktarmışlardı.
İşte bu yaşanan felaketin adı ve tarifi “Ferman”dı.
Ferman, Osmanlı Hıristiyanları tarihinde doğal olarak meşum, lanetli bir kelimeydi; adının anılması dahi uğursuzluk sayılırdı ve derhal haç çıkarılırdı. Bu yalnız Ermenilere mahsus bir refleks de değildi; bütün Hıristiyan tebaa bu lanetli kelimenin anlamını, acısını bizzat tenlerinde yaşamış oldukları tarihi tecrübeleri dolayısıyla çok iyi bilirlerdi.
Zimmi-reaya statüsü
Günümüz Türkiye toprakları XI. yy. sonlarından itibaren Müslümanlar tarafından fethedildi; fetihler daha sonra Balkanlara ve bütün Ortadoğu’ya yayıldı. Fatihler istila edilen toprakların yerli Hıristiyan halklarına zimmi-reaya statüsünü dayattılar; itiraz edenlerin akıbeti feciydi. Zimmi-reaya statüsü gereği, Hıristiyanlar ürünün yaklaşık 1/3 kadarını vergi olarak ödemek zorunda idiler. Ayrıca 7-50 yaş arasındaki bütün erkekler cizye (kelle vergisi) ödemek zorundaydılar.
Silah taşıyamazlar, ata binemezler, şehirlerde kaldırımdan yürüyemezler, evleri Müslümanların evlerinden büyük ve güzel olamaz, kiliseleri çan çalamazdı. Müslümanlar Hıristiyan kadınla -ve çoğu zaman da zorla, kız kaçırarak- evlenilebilirken Müslüman bir kadınla ilişkisi olan Hıristiyan erkek katledilirdi. Bu statü yüzyıllarca sürdü. Batılaşma, çağdaşlaşma bu statüyü resmen iptal etti, ancak gerçekte kayda değer bir değişiklik olmadı. Ne Müslüman tebaa zimmilerle eşit olmayı kabul etti, ne de devlet böyle bir eşitliği temine ciddi bir gayret gösterdi. Zaten Hıristiyan reaya da böyle bir şeyin gerçekleşebileceğine inanmadı.
Osmanlı fetihleri XVII. yüzyıla kadar durmadan devam etti; ancak XVIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı’nın kılıcı kırıldı. İnhitat (yıkılış) çağında, başta Rusya olmak üzere, Avrupa devletlerinin de katkılarıyla ve Batıda yükselen milliyetçilik akımının da itmesiyle Osmanlı Hıristiyanları başta Balkanlılar olmak üzere, kurtuluş mücadelelerine giriştiler. Devletin buna cevabı yüz binleri kılıçtan geçirmek oldu. Ama sonuç büyük ölçüde Hıristiyanlar lehinde tecelli etti. Balkan Harbinde bütün Hıristiyan Rumeli Osmanlı’nın elinden çıktı.
“Zararlı” nüfusun tasfiyesi
Bugünkü Türkiye coğrafyasında da hayli kalabalık bir Hıristiyan nüfus vardı (yaklaşık yüzde 25 oranında); elde kalan topraklar için bunların varlıkları tehdit olarak değerlendirildi. Balkan Harbi biter bitmez, “zararlı nüfus yoğunluklarının tasfiyesi” harekatına başlanıldı.
Bu iş Teşkilat-ı Mahsusa’ya tevdi edildi: 1913’te Doğu Trakya Bulgarları (50 bin nüfus); 1914’te Doğu Trakya Rumları (150 bin nüfus) ve Ege Rumları (250 bin nüfus); 1915 Mart ayında Güney bölgesinde Zeytin, Haçin ve Dörtyol Ermenileri (yaklaşık 50 bin nüfus); 1915 yazında genel Ermeni tehciri (yaklaşık 1,2 milyon kadar nüfus) ve Asuri ve Yezidi tehcir ve kırımı; 1916’da Ege Rumlarından geriye kalanlar Orta Anadolu’ya; 1917’de Karadeniz Rumları Orta Anadolu’ya tehcir edilmişlerdir…
1918’de Rus ordusunun Şark vilayetlerinden, Güney Kafkasya’dan ve Batı İran’dan çekilmesi neticesinde Türk ordusunun ileri harekâtı sırasında yaklaşık 150 bin nüfus (Ermeni, Asuri ve Yezidi olmak üzere) katledilmiştir, geri kalanı mümkün olan daha güvenli bölgelere çekilmişlerdir. Açlık ve hastalıktan telef olanlar ise yukarıdaki rakama dâhil değildir. Bu kadar da değil; 1920’de Maraş, Kozan, Urfa ve Haçin’de yine onbinlere varan sayıda Ermeni imha edilmiştir. Yine 1920-1921’de Kars’ta ve bugünkü Ermenistan’ın kuzeyindeki Gümrü vilayeti ve çevresinde on binlerce kişi kırıma uğratılmıştır.
Rumlara gelince, 1920 yazında önce (Yunan ordusu tarafından işgal edilmemiş olan) Batı, sonra Orta Anadolu Rumları Şark’a doğru tehcir edildi. 1921 başlarında ise Karadeniz Rumları iç bölgelere sürüldü; sürülen halkın yaklaşık üçte biri (çoğunlukla erkekler ) telef oldu. Harp talihinin Türk tarafına dönmesiyle birlikte, yaklaşık 1 milyondan fazla Rum’un yaşadığı Batı Anadolu ve Trakya’nın yeniden Türk hâkimiyetine girmesiyle beraber, buralardaki Hıristiyan nüfus da yeni bir felakete uğradı. Yüz binlerce Rum katledildi. Ardından Türk-Yunan nüfus mübadelesi geldi. Anadolu ve Trakya’daki toplam 2 milyon dolayındaki Rumlar ve sürgünden dönmüş olan Batı Anadolu Ermenilerinin ancak1,2 milyon kadarı Yunanistan’a sağ varabildi, tabii soyulmuşlardı ve sadece taşıyabildikleri bazı bohçalardan başka hayatlarını idame ettirmeye elverişli hiçbir eşyaları yoktu…
Cumhuriyet’in ilanından sonra da, Hakkari Nasturileri (Asuriler) ve Yezidilerin etnik temizliğe tabi tutulmuş olduğunu ekleyelim.
Bir de amele taburları hikayesi vardır: Güvenlik açısından sakıncalı sayılan Hıristiyan erkekler silahlı kıtalara verilmeyip, silahsız hizmetler için amele taburlarına toplandılar; bunlar gerçekte köle taburlarıydılar. Bu taburlarda istihdam edenlerin de pek azı geri gelebildi.
Devlet eliyle toplu etnik temizlik
Yer darlığı yüzünden burada hikayenin en kısa özetini bile yazamadığımızı tahmin etmek zor değildir. Son söz olarak: Bugün, Türkiye devletinden davacı olan ve aynı tarihlerde soykırım yaşadığını iddia eden beş adet etnik topluluk mevcuttur: Bunlar Ermeniler, Asuriler, Yezidiler, Anadolu Rumları ve Pontus Rumlarıdır.
******
Tabii ki, mağduriyete uğramış olan bu grupların ayrı ayrı davacı olma hakkı vardır. Ancak bize göre, icra edilen bu radikal etnik temizlik; hem tarihi, hem sosyolojik açıdan, hem de aynı merkez tarafından planlanmış ve çoğunlukla da aynı bölgelerde birden fazla grubu da ihtiva ederek uygulanmış bir tek etnik temizlik operasyonundan ibarettir…
Dolayısıyla bütün bunlar, ülkenin Hıristiyan tebaadan arındırılması projesinin yani bir tek “Ferman”ın, Türk-İslam milliyetçiliğinin memlekette tek bir millet teşkil etme ihtiyacını hissetmesinin sonucudur.