ÇEVİRİ – John Bellamy FOSTER’ın röportajını Zeki YAŞ çevirdi: İhtiyacımız olan, Samir Amin’in söylediği şeydir: “cesaret, cesaret, daha fazla cesaret.” Bu sadece dar anlamda kapitalizmden değil, bugün birikimin içinde faaliyet gösterdiği emperyalizmin tüm yapısal alanından da devrimci bir kopuşu gerektirecek.
Tanınmış sosyalist dergi Monthly Review editörü John Bellamy Foster, 2020’nin Mart ayı sonlarında Farooque Chowdhury’ye verdiği röportajda, yıkıcı koronavirüs pandemisi bağlamında kapitalizmin mevcut durumunun ve ekonomik krizinin pandemiyle ilişkisini ele alıyor. Foster, Oregon Üniversitesi’nde sosyoloji profesörü ve aynı zamanda politik, ekonomik ve ekolojik meseleler üzerine, pandeminin kapitalist ekonomiyle, kapitalizmin krizi ve iklim değişimiyle ilişkisine dair çok sayıda kitabın da yazarı.
Uzun zamandır Karl Marks’ın metabolik yarılma kavramı üzerinde analizler yaptınız ve bu kavramı detaylı bir şekilde ele aldınız. Bugün, koronavirüs pandemisi göz önüne alındığında, kendi analiziniz açısından durumu nasıl buluyorsunuz?
John Bellamy Foster: Açıkçası, SARS-CoV2 virüsü ve Kovid-19 pandemisinin bütün dünyada aniden ortaya çıkması korkunç bir durum. Bunun hem nedenleri hem de sonuçları kapitalist sosyal ilişkilerle yakından bağlantılı. Aslında Marks’in metabolik yarılma teorisi, gerçekte aynı temeller üzerinde yükselen ekoloji sistemlerinin bu denli gelişim göstermesinden çok önce de, ekolojik veya metabolik ilişkilere, özellikle de doğayla toplumum birbirine karşılıklı karmaşık bağımlılığına sistematik bir yaklaşımla bakmanın yoluydu. Alman kimyager Justus von Leibig’in çalışmalarına dayanan Marks, toprak metabolizmasındaki yarılmaya odaklandı. Besinler ve liflerin kırdan kente yüzlerce ve hatta binlerce mil kat ederek taşınması, azot, fosfor, potasyum gibi asli toprak besleyicilerinin kaybına neden oluyor, bu da bu besleyicilerin yeniden toprağa dönmesi yerine amaçlananın dışında kentleri kirletiyordu. Bununla birlikte, bu teori, doğrusal birikimiyle kapitalist üretimin, Marks’ın “doğanın evrensel metabolizması” olarak adlandırdığı metabolizmada nasıl yarılmalara ve kırılmalara yol açtığı hususunda oldukça geniş bir uygulama alanına sahipti.
Radikal ekoloji sistemleri bakış açısının, sosyal, özellikle de kapitalist ilişkileri fiilen içermesinden dolayı, Marks’ın metabolik yarılma bakış açısı, mevcut koronavirüs pandemisini anlamakta kilit öneme sahiptir. “Big Farm Make Big Flu’nun (Monthly Review Press, 2016) yazarı evrimsel biolog, epidemiyolog ve filogeograf Rob Wallace, bilimsel meslektaşlarından oluşan ekibiyle birlikte, Kovid-19’un hem kökeni hem de yayılışının sermaye çevrimleriyle bağlantılı olarak görülebileceğini öne sürdü. (Wallace ve diğerleri, “Covid-19 and Circuits of Capital”, Monthly Review, online, 27 Mart 2020). Kapitalizmin kendisi esas felaket vektörüdür. Wallace, SARS-CoV2 ve diğer virüslerin kökeninin, doğal düzenler içerisine aşırı yoğun bir şekilde dalan endüstriyel tarım olduğunu, ekosistemler ve türler içerisinde/arasında yarılmalar yaratarak küresel pandeminin potansiyel ortaya çıkışına olanak sağladığını açıkladı. “Notes on A Novel Coronavirüs”de (Monthly Review, online, 29 Ocak 20020) Wallace, yapısal çözümün, “patojenlerin en kötüsünü dahi daha ilk ortaya çıktığı yerde önleyerek ekoloji ve ekonomi arasındaki, kent, kır ve yaban arasındaki metabolik yarılmayı onaracak bir ekososyalizmin geliştirilmesinde” olduğunu öne sürüyor.
Bu ekolojik/epidemolojik eleştirinin yeni olmadığını bilmek önemli. Genç Fredrich Engels 1845’de yayımlanan “İngiltere’de İşçi Sınıfının Durumu” kitabında, Sanayi Devrimi döneminde yaygın olan hastalıklar ve epidemiyolojik koşullarla, özellikle bunların sınıfsal yönleriyle yoğun bir şekilde ilgilendi. Engels bu koşulların yol açtığı “sosyal cinayet”e ayrıca işaret etti. Bunların çoğu Marks’ın Kapital’indeki pasajlarda işlendi. Bir asırdan fazla bir süre önce de Charles Darwin ve Thomas Huxley’in himayesindeki ve Marks’ın yakın arkadaşı zoolog Ray Lankester, Kingdom of Man (1911) kitabının “Doğanın İntikamı” bölümünde, tüm modern edipemilerin ayak izlerinin, ekolojik koşulların en ufak insani değişikliklerine kadar uzanabileceği konusunda uyarmıştı. “Büyük miktarlarda hayvan ve bitki üretme konusunda açgözlü çabalar içinde olan insan, (…) türleri, doğal olmayan sürüler halinde tarlalara ve çiftliklere, kendi türünün çocuklarını da doğal olmayan kalabalıklar halinde kasabalara ve kalelere topladı” diye yazdı. Sonuç, parazitler, virüsler ve bakterilerle bağlantılı yeni hastalıkların yükselişiydi. Sermayeyi keskin bir dille eleştiren Lankester için sorunun kaynağı nihayetinde “piyasa” ve “finans alanındaki kozmopolit tüccarlar”dı. (Bunun daha ayrıntılı bir tartışması için, yeni kitabım The Return of Nature: Socialism and Ecology [Monthly Review Press, 2020] bakınız.)
Buna rağmen, Lankester’ın “Doğanın İntikamı”nda yaptığı uyarılar büyük ölçüde göz ardı edildi. Bu yüzden, Monthly Review’un Eylül 2000’deki “İs Capitalism a Disease?” [“Kapitalizm bir Hastalık mıdır?”] yazısında Richard Levins hastalık pandemilerinin artan tehdidini anlamadaki başarısızlığın, “geleneksel halk sağlığının dünya tarihine bakmakta, diğer türlere bakmakta, evrim ve ekolojiye bakmakta başarısız olması”ndan kaynaklandığını ileri sürdü. Bu anlamıyla, ortaya çıkmaya başlayan bu türden salgınlar durdurulduğunda, emperyalist endüstriyel tarımın bütün yapısının alaşağı edilmesi gerektiğini anlatan Wallace’ın Big Farm Make Big Flu kitabı önemli bir katkıdır.
Bugün Antropozen devrinde, kapitalizmin türlerde, ekosistemlerde ve atmosferde antropojenik uçurumlar yarattığına, zamanımızda sosyal-ekolojik krizlere, en nihayetinde sermaye birikim sisteminin gözle görülür çelişkilerine yol açtığına hiç şüphe yok. Aynı sermaye rejimi, yaygın sınıfsal ve emperyal eşitsizlikler yaratıyor. Zengin nispeten daha güvendeyken, en kötü çevresel tehlikeler en yoksul ve en savunmasız olanları vuruyor; bu da Engels’in “sosyal katil” suçlamasına yeni bir anlam kazandırıyor.
Kitabınız The Vulnerable Planet [Savunmasız Gezegen] dünya çevresinin ekonomik tarihini ele alırken, kapitalist ekonominin gezegenimizin ekolojisini ve çevresini nasıl yıkıma uğrattığından ve bu gezegendeki tüm yaşamı nasıl tehdit ettiğinden bahsediyor. Sistem, bilimi kar sunağında kurban verdi. Tıp bilimini, doğa bilimini sermaye birikiminin hizmetinde kullandı. İnsan habitatları rasyonel olmayan, insani olmayan şekillerde örgütlendi. Günümüzde pandeminin dünyanın birçok yerinde bu kadar çok can kaybına yol açması gerçekliğini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Savunmasız Gezegen’i (The Vulnerable Planet, Monhtly Review Press 1994) çeyrek asırdan fazla bir süre önce yazdığımda, bu kitabı yazmaya beni teşvik eden şey iklim değişikliği, türlerin küresel yokoluşu, dünyanın ormansızlaşması ve ozon tabakasındaki tahribata yönelik endişelerdi. Kapitalizmin yaslandığı ekonomi politiği kavrayacaksak eğer, bunu, gezegensel ekolojik krizin cidddiyetine değinmeden yapamayacağımız açıkça görüldü. Kitapdaki merkezi argüman şuydu; “dünya ekonomisi büyümeye devam ettikçe, insani ekonomik faaliyetlerin ölçeği, tüm gezegeni daha önce hiç olmadığı kadar ekolojik felaket olasılığına açık hale getirip gezegenin ekolojik döngülerine rakip olmaya başladı”(108). Dahası, bu durum, bir atık ve (toksik-bindirimli) sentetik üretim sistemiyle daha da kötüleştirildi. Bunun altında, tekelci kapitalizmin yapısal gerçekliğini oluşturan, sadece birikime odaklı dar, doğrusal bir mantık vardı. Bu yüzden Savunmasız Gezegen, başka bir şeye değilse de, insanlık vakit kaybetmeksizin rotasını değiştirmedikçe, kapitalizm ile çevre arasındaki ihtilafın 21. yüzyılda felaketle sonuçlanacağına işaret etti.
Bana göre o zaman bunun mantığı oldukça açıktı ve ortaya çıkmakta olan bilimsel bir mutabakatla da desteklendi. Ama kitap sol ekolojik çevrelerde hatırı sayılır bir itibar kazanırken, kitabın bu tezine karşı sosyalist solun bazı kesimlerinin katı bir direnç göstermesine şaşırdım. Örneğin, Marksist cografyacı David Harvey, Justice, Nature and Geograpfy of Distance’daki yazısında (Blacwell, 1996, 194-196) “ekosidin eli kulağında olduğu yolundaki kıyamet tellallığının müphem bir tarih anlatımı olmuş” sözünün altını çizerek kitabımı çok sert bir şekilde eleştirdi. Küresel çevre felaketi mefhumunun fazla abartıldığını düşünen Harvey, şunları ekledi: “Yapabileceğimiz en kötü şey, kendi türümüzün hayatını daha az rahat hale getirmek suretiyle çevremizin maddi dönüşümüne girişmektir.” Bu, Monhtly Review’un Nisan 1998 sayısında Harvey ile benim aramda bir tartışmaya yol açtı.
Şimdi Savunmasız Gezegen’e (The Vulnerable Planet) bugünden baktığımda, yazdıklarıma dair öz eleştirim, Harvey’in iddiasının tam aksine, toplum kapitalist yolda ilerlemeye devam ederse bunun ekolojik tehlikenin habercisi olacağını fazla abartmış olmam değil, kitabın – şimdi burada değinmeyeceğim belli metodolojik zayıflıklarının sonucu- yaklaşan gezegensel çatlağın tam çekim alanına girildiğini yeterince kapsamıyor olması. Savunmasız Gezegen’den beş yıl sonra, Eylül 1999’da Amerikan Journal of Socialogy’deki “Marx’s Theory of Metabolic Rift” [“Marks’ın Metabolik Yarılma Teorisi”] başlıklı yazımda, kapitalizm ile gezegen arasındaki ihtilafın daha kapsamlı bir şekilde anlaşılmasının yolunu açıp Marks’ın ekolojik analizinin yeniden keşfi ve detaylandırılmasına dayanan daha gelişkin bir tarihsel-materyalist eleştiriye vardım.
Ama yine de, kapitalizmin ekolojik çelişkileri teorisini, kapitalizmin ekonomik çelişkilerine odaklanmış bir teorinin yerine ikame etmek düpedüz ciddi bir hata olabildi. Daha ziyade, gezegensel ekolojik krizin ve küresel kapitalist ekonominin sendeliyor olmasının, çağımızı tanımlayan sermayenin yapısal krizinin diyalektik olarak birbirine bağlı unsurları olduğunu anlamak önemli.
İnsanlık şimdiye kadar böyle bir durumla yüz yüze gelmemişti. Buradan çıkış yolu ne?
Bertold Brecht’in (Tales of Calender, Methuen, 1961) uzun zaman önce söylediği gibi, bunun tek yanıtı, yanan evi terketmek. Bugün solda genellikle, dünyanın sonunu hayal etmenin kapitalizmin sonunu hayal etmekten daha kolay olduğu söylenir. İklim değişikliği, Kovid-19 ve kapitalizmin gittikçe büyüyen finansal krizi sonucunda, şimdi bu artık tersine çevriliyor. Kapitalizmin sonunu dünyanın sonundan daha kolay hayal etmek birdenbire daha kolay hale geldi ve gerçekten de birincisi ikincisini dışarda bırakacak gibi.
Kapitalist sistem başarısız oldu. Şimdi insanlık, bizi daha kolektif bir düzenin doğmasına taşıyabilecek yeni ve yaratıcı olan eldeki maddi araçların ortaklığına dayanıp, zorunluluk olarak özgürlük doğrultusunda, daha sürdürülebilir, daha eşitlikçi bir dünya kurmak için harekete geçmek zorunda. Ama bu kendiliğinden olmayacak. İhtiyacımız olan, Samir Amin’in The İmplosion of Contemporary Capitalism’de (Monthly Review Press, 2013, 146) söylediği şeydir: “cesaret, cesaret, daha fazla cesaret.” Bu sadece dar anlamda kapitalizmden değil, bugün birikimin içinde faaliyet gösterdiği emperyalizmin tüm yapısal alanından da devrimci bir kopuşu gerektirecek. Toplumun radikal olarak yeni bir temelde yeniden yapılandırılması gerekecek. Önümüzdeki seçenek çok yalın: Ya yok oluş, ya devrim…
Röportajın aslı için: https://mronline.org/2020/04/01/catastrophe-capitalism-climate-change-covid-19-and-economic-crisis/