Suriye iç savaşının başlamasının 10. yılında gazeteci yazar Fehim Taştekin’le görüştük: “Arap baharı ile birlikte İsrail Suriye’nin dizlerinin önüne çökeceğini ya da dişlerinin söküleceğini düşünerek, çok ilginç bir siyaset yürüttü. Golan Cephesi’nde Kuneytra taraflarında Nusra Cephesi’ni destekledi. Diğer grupları destekledi. Daha sonra bu desteği aleni hale getirdiler. Suriye eğer çökseydi İsrail için muhteşem bir sonuç olacaktı ve Türkiye’nin izlediği siyaset aslında İsrail’in çıkarlarına hizmet etti şimdiye kadar. Erdoğan sürekli Filistin bayraktarlığı, hamiliği yapıyor ama Suriye siyasetiyle önemli ölçüde İsrail’i rahatlatan bir katkı sundu, sunmaya da devam ediyor.”
Dosya: Suriye iç savaşının 10’uncu yılı
Suriye iç savaşının 15 Mart’ta 10’uncu yılını doldurmuş olması vesilesiyle Siyasi Haber olarak hazırladığımız “Suriye iç savaşının 10’ncu yılı” dosyasının bu kez konuğu gazeteci yazar Fehim Taştekin oldu. Siyasi Haber’den Erkin Başer, Fehim Taştekin ile kapsamlı bir röportaj yaptı.
Taştekin’in, Erkin Başer’in sorularına verdiği cevapları derledik…
Suriye iç savaşı ya da Suriye’deki isyan hali çeşitli evrelerden geçti, dönüşüm geçirdi. Önceleri bunun bir vekalet savaşı olduğuna dair tespitlerimiz reddediliyordu. Bunun devrim gibi bir kalkışma olduğu vs. gibi senaryoları çok dinleye geldik. Sonra bunun vekalet düzeninde devam eden bir savaş olduğu herkesçe görüldü. Daha sonra, yerelde savaşan güçleri destekleyen ya da onlarla birlikte hareket eden güçler de sahaya inmiş oldular. Şu anda kabaca üç kontrol alanının ya da nüfuz alanının oluştuğunu söyleyebiliriz. Türkiye’nin dört askeri harekatla kontrol ettiği bölgeler var. Amerika Birleşik Devletleri’nin desteklediği, Suriye Demokratik Güçleri’nin, Fırat’ın Doğusunda önemli bir alanda hakimiyeti var. Geri kalan alanda da Rusya ve İran desteğinde Suriye yönetiminin kontrolü devam ediyor. IŞİD saha hakimiyetini yitirdi ama bitmedi. Özellikle Deyrizor bölgesinde hala barınabiliyor, yerelde destek görebiliyor ve saldırılarla kendini hatırlatıyor.
Türkiye’nin pazarlığı önemli ölçüde Kürtlerle alakalı
Savaş Suriye’nin geleceğini şekillendirecek bir pazarlığa dönüşmüş durumda. Bundan sonra, şu sıralarda özellikle, çok büyük askeri saha değişiklikleri ya da kontrol alanlarında büyük değişiklikler beklenmiyor. Küçük oynamalar elbette söz konusu. Şimdi savaş nasıl bir pazarlık zeminine oturdu? Amerika Birleşik Devletleri ve müttefikleri Suriye’de rejim değişikliği hedefini artık gerçekçi bulmuyorlar. Bunun yerine Suriye yönetiminin tutum değiştirmesinden bahsediyorlar. Bu tutum değişikliğini neye göre tanımlıyorlar ya da buradan ne umuyorlar? Bu değişiklikten bekledikleri şey nedir? Önemli ölçüde Suriye’de İran’ın etkisinin her açıdan geriletilmesi, İran’ın askeri varlığı ya da milis güçleri ile gösterdiği askeri varlığın sonlandırması, İsrail’le herhangi bir şekilde geleceğe dönük çatışma potansiyelinin arz etmemesi, yani İsrail’in güvenliğinin mutlak anlamda temini. Bu Amerikalılar için çok önemli. Amerikalılar bu gündemle hareket ediyorlar. Beri tarafta da Türkiye’nin ne istediği ya da ne beklediği var. Türkiye’nin pazarlığı önemli ölçüde Kürtlerle alakalı, kesinlikle Suriye Demokratik Güçlerinin, YPG’nin ya da diğer Kürt özerk yapılanmasının statü kazanmasını istemiyor. Bunları mutlak surette çökertmek için zaten ardı ardına askeri hareketler geliştirdi Erdoğan yönetimi. Aslında devletin, hükümet, devlet güvenlik yapıları ve önemli ölçüde muhalefetin belli kanatlarından destek gören bir politika, Kürtlerle ilgili bir politika bu. Bunun dışında Erdoğan’ın ısrarla sözünü ettiği bir şey var şu anda. Desteklediği, organize ettiği bir güç var, askeri ve sivil kanatları olan bir güç var. Suriye Milli Ordusu adını verdiler buna. Beri taraftan da Gaziantep merkezli çalışan bir alternatif hükümet var. Erdoğan bu yapıların Cenevre sürecini ilerleterek, anayasa değişikliğini temin ederek Şam’da iktidara taşınmasını hedefliyor. Bir hayaldir ama Erdoğan bu konuda ısrarını sürdürüyor. Bu hayal ya da Türkiye’nin öne sürdüğü kırmızı çizgiler Rusya’yla da ortaklıkta, Türkiye açısından belli parametreleri oluşturdu, oluşturmaya devam ediyor.
Rusya ve İran ne yapmak istiyor?
Türkiye’yi anlattım. Rusya’nın, Amerika’nın ve ortaklarının politika değişikliğinin yeni hedeflerinin altını çizdim, yani İsrail’in güvenliği, İran’ın bölgeden çekilmesi. Tutum değişikliğinden kasıt bu belki: Golan’la ilgili vb. yeniden bir pazarlık sürecine dönülmesi. Ki bu pazarlık süreci bir dönem önemli bir noktaya gelmişti. Yine işin içerisinde Amerika vardı. Bu olaylardan çok önceydi. Rusya elbette burada müttefikini kurtarma, koruma refleksi ile hareket etti. İran da öyle. Çünkü Rusya’nın soğuk savaştan beri müttefikidir Suriye. Tarsus’ta bir üssü de vardı, küçük bir üstü, çok büyük işlevselliği olan üs de değildi ama Rusya savaşa girdikten sonra oyununu büyüttü. Suriye üzerinden Ortadoğu’ya büyük bir dönüş yapmış oldu. Yeni bir üs inşa etti. Deniz üssü varken onu genişletti. Bir hava üssü inşa etti Hmeymim’de. Bu üs Rusya açısından Akdeniz havzasında daha büyük bir stratejik değer arz ediyor artık. Sadece Akdeniz değil Afrika operasyonlarında da bu üssün daha işlevsel hale geldiğini görüyoruz. Rusya büyük oynadı bu oyunda, Türkiye’yi de kendisine mecbur etti. Ancak bu oyunun bazı çıkmazlarla karşı karşıya olduğunu görüyoruz. Rusya şunu söylüyor: Amerika’nın bölgeden çıkması birinci öncelik, bunu Türkiye ve İran’ın da paylaştığı bir hedef olarak ortaya koyuyor. Bu hedef elbette Kürtlerle ilgili Rusya’nın siyasetinde bir değişim yarattı. Önceden bir nevi kültürel özerklikle Kürtleri kazanmaktan bahseden Rusya şimdi artık meseleyi Türkiye’nin de söylemine ortaklık eder şekilde bir ayrılıkçılık meselesi olarak çerçeveliyor. Bunda Türkiye’nin de etkisi var ama asıl mesele Amerika’dır. Kürtlerin Şam’la ortaklığı gelişmedikçe Türkiye ile Rusya arasındaki ortaklığın Kürtler üzerinde bir al ver süreciyle devam edeceği anlaşılıyor. Afrin’e operasyon böyle başladı. Çünkü Kürtler orada Suriye’nin denetimini ve işbirliğini başlangıçta biraz istemediler ya da koşullarını kabul etmediler. Rusya da bunun üzerine Türkiye’nin önünü açtı. Şimdi bu tablo karşısında çıkmazdan bahsettim.
Rusya dengeleri çok iyi gözeterek durumu bu noktaya getirdi
Rusya burada Amerika ile savaş istemiyor. Bölgede Türkiye ile de savaş istemiyor. Dengeleri çok iyi gözeterek, durumu bu noktaya kadar getirmeyi başardı. Ancak bir çıkmaz var. Bir tarafta Türkiye’nin talepleri ve baskısı söz konusu ama İdlip’de olduğu gibi bazen Soçi Mutabakatı’nın koşullarını yerine getirmediği için Türkiye savaşın önünü de açabiliyor. Kontrollü bir savaş ve sonra yeniden bir mutabakat. Rusya bu şekilde in-çık yaparak sahada durumu etkileyebiliyor. Ama bu mutlak bir sonuç üretmedi şu ana kadar, kısmi sonuçlardan bahsediyoruz. Önemsiz değil ama sonuçta hala İdlip’te küresel El-Kaide çizgisindeki örgütlerin büyük bir hakimiyeti var. Bu çok ciddi bir sorun. Türkiye’nin de bunlara himaye sunduğu önemli bir problem olarak orada duruyor. Bunu çözemiyorlar. Beri tarafta da Amerika ile savaşmadan Amerika’nın gidişini kolaylaştıracak gerilim hatları yaratma çabası görüyoruz. Ruslar şunu söylüyorlar: “sizin kaygınız İran, evet anlıyoruz. Ben bu konuda bazı güvenceler verebilirim, sigorta olurum ve İsrail’i de rahatlatacak bazı ara çözümler üretebilirim” diyor. Bunu belli yerlerde denediler, mesela Güney Cephesi’ni bir şeklinde çökerten, muhalifler aleyhine çökerten, Amerika, İsrail ve Rusya arasındaki yakınlaşmanın, anlaşmanın payı büyük oldu. Şimdi bu rolü çaresiz bir şekilde İsrail de Amerika da benimsemiş gözüküyor. Pazarlık böyle gidiyor ama İran var işin içerisinde. İran’ı da göz ardı edemiyorlar. İran’a çık git deme noktasında değil hiç kimse. Çünkü Rusya’nın ya da Suriye’nin İran’a da ihtiyaçlar çok. Ama İran daha görünür hale geldikçe hem Amerika ile olan problem devam ediyor hem de Araplarla Şam arasında yeni bir normalleşmenin önü tıkanıyor. Çünkü dikkat ederseniz Lavrov da son Körfez turuna aynı vurguları yapmak için gitti. Yani Rusya artık Suriye ile Arap ülkeleri arasında bir normalleşme istiyor, bunun için kanalları zorluyor. Ama Amerika da bunu bloke ediyor. Çünkü diyor ki, Suriye yönetiminin tutumu değişmedikçe böylesi bir normalleşme olmaz. İşte bunu, tutum değişikliğini dayatırken, Sezar Yasası ile, inanılmaz bir baskı ile şu anda ekonomik olarak Suriye hakikaten kıpırdayamaz hale sokuldu. Etki alanları açısından, pazarlıklar açısından, güç dengeleri açısından böylesi bir tablodan bahsedebiliriz özetle.
Suriye’de başından itibaren temel mesele demokrasi olmadı
İdlip’i kontrol eden yapılar ya da Türklerin yedeğindeki İslamcı güçler ki bunların çoğu İslamcı güçlerden oluşuyor. Bunların demokrasiyi din dışı ve küfür olarak gören gruplar olduğunu görüyoruz. Bunlara özü itibariyle El Kaide çizgisi diyorum ben. El Kaide’nin torunlarıdır yani. Birisi daha koyusu olan IŞİD’e kadar gider. Daha hafifi Ahraru Şam gibi eski El Kaidecilerin kurduğu bir örgüttür. Daha işbirlikçidir daha maslahatçıdır. Türkiye’yle daha yakın dururlar vesaire. Şam’a taşıdıkları ya da taşımak istediklerini hedef olarak koydukları bu yapıların demokrasiyle ve temel haklarla bir alakası yok. Bunların istediği rejim aslında IŞİD’in pratikte uyguladığı rejimin biraz sulandırılmış halidir. Bu bir çözüm değil zaten. Suriye’de temel mesele demokrasi olmadı maalesef başından itibaren. Elbette insanlar sokaklara döküldüler, rejimin bitmesini istediler. Buna karşı yönetimi destekleyen büyük gösteriler de oldu. Orada anlaşıldı ki tuhaf bir denge var ve bu denge sanıldığı gibi Mısır’da ya da Tunus’ta olduğu gibi öyle muhalifler lehine çalışmayacak. Ve daha ilk günlerden, ilk günlerden diyorum, haftalardan demiyorum, daha ilk günlerden silahlı insanlar devreye sokuldu ve çok büyük cinayetler işlendi. Bunlar konuşulmadı, vekalet savaşları bu şekilde başladı. Mesela bizim sınırlardan silahlar sokulduğunu, Ürdün ve Lübnan sınırlarından silahlar sokulduğunu, daha gösterilerin ilk döneminde hazırlıklar yapıldığını biz anladık ve gördük. Haliyle vekalet savaşı böylece hemen hızlıca her şeyi eline aldı, kontrolüne aldı, iş kontrolden çıktı. Bundan sonra da herhangi bir demokratik değişim vs.’den bahsetmek mümkün olmadı. Biz başından itibaren bunu söylüyoruz ama her söylediğimizde bize etiketler yapıştırarak bu gerçeği insanlar görmek istemediler.
Oluşan dengeler yüzünden savaş kolay bitecek görünmüyor
İki tane, alternatif diyebileceğimiz tablo ortaya çıktı aslında. Birincisi IŞİD’ın taşıdığı ve ortaya koyduğu İslam Devleti olarak ilan ettiği bir hilafet. Buna ben karanlık bir rejim diyorum ki bununla ilgili yazdığım kitaba da “Karanlık Çöktüğünde” adını verdim. Bir de bundan farklı olarak Kürtlerin önderliğinde kantonlar oluştu, demokratik özerklik modeli uygulaması hayata geçirildi, geçirilmek istendi. Başlangıçta bölgenin demografisine, tarihine uygun bir modelleme ile insanların karşısına çıktılar ancak IŞİD’in gelmesi, saldırıların artması, Türkiye destekli grupların her taraftan Rojava bölgesine saldırmaları ve devamında 2014’ten sonra Amerika’nın Kürtlerle IŞİD’e karşı ortaklık kurması biraz onların da hikayesini değiştirdi ama özü itibariyle demokratik özerklik söyleminin o bölgelerde toplumsallık kazanması için önemli çalışmalar yürütüldüğünü de gördük. Fakat bu yapı da güç dengeleri içerisinde sıkıştı ve buna hayat hakkı tanımadılar, tanımıyorlar da. Bir tarafta Türkiye askeri güç olarak bunu yok etmek için sürekli tetikte, sürekli saldırılar da var. Suriye Milli Ordusu dedikleri yapıları da önemli ölçüde bu yapıyı çökertmek için seferber ettiler ve kullanıyorlar. Afrin’e yerleştirdiler. Telabyad, ondan sonra Serekaniye vs. yerleştirdiler bütün bu yapıları. Böylesi bir savaş bu modelin hayatta kalmasını zorlaştırıyor ve işin içerisine Amerika’nın, Rusya’nın, İran’ın ve Türkiye’nin olduğu böylesi bir çetin denge girdi. Bu yapıların ne olacağı aktörler arasındaki pazarlıklarla nereye varılacağına bağlı. Yani Kürtlerin oradaki mevcut yapıları ya da mevcut iradeleri yani ortaya koydukları güç, oluşturdukları kurumlar bir anlamda çok da dengeleri zorlayan varlığa dönüşemedi. Sözünü ettiğim dehşet dengesi nedeniyle, Rusya ile Türkiye, Rusya ile Amerika arasında nasıl bir denge oluşacak, nasıl bir pazarlık oluşacak da Kürtler buradaki yapıyı kalıcı hale getirecekler, bunu tartışıyoruz, herkes buna bakıyor. Diğer taraftan da Suriye yönetimi aslında 2012’de bazı reformlar yaptı, değişiklikler yaptı, anayasada özellikle BAAS partisinin yegane parti olma statüsünü kaldıran bir takım adımlar attılar ama ağır savaş halinde dartık bir demokratik süreç ya da bir açılımdan bahsetmek de mümkün olmadı. Şimdi bir anayasa süreci var. Bu anayasa süreci herkesin Suriye siyasetini yürütürken yaslanmaya çalıştığı bir zemin ama yürüdüğünü söyleyemeyiz. Astana ortaklarının da şekillendirdiği Cenevre sürecinde zar zor bir anayasa komitesi oluşturuldu. Ama bu komite bir arpa boyu yol alamadı şimdiye kadar. Çünkü bir taraf kesinlikle Esad’ın seçime de girmediği bir süreci hedefliyor, diğer taraf ise buna herhangi bir şekilde bir başkası karar veremez, Suriye halkı karar verir, Esad istediği zaman yasal olarak aday olur, kimse bu anayasal sürecin, anayasa yazım sürecinin önüne bu tür şartlar getiremez diyor. Tam bir tıkanma hali var. Herkes bunun bir oyalamaca olduğu fikrinde şu anda, öyle söyleyebiliriz. Şu an öncelik kuşkusuz bu savaşın bitmesi. Yani pek çok insan bunun üzerinde duruyor ama bu savaşta oluşan inanılmaz dengeler yüzünden de kolayca bitecek gözükmüyor.
ABD politikasında Ortadoğu’yu fazla önce çıkarma niyetinde değil
Herkes epey zamandır, yani 20 Ocak’tan beri, Biden ile birlikte Ortadoğu’da ne değişecek bunu merakla bekliyor. Amerika’da Covid’in yol açtığı sorunlar, iç politikadaki tıkanıklıklar, hatta demokrasi sorunları vs. derken birazcık da Trump’ın bu kadar büyük oranda oy almış olması nedeniyle, “Önce Amerika” diyen Trump’ın siyasetini bu sloganı silerek sürdüren bir Biden yönetimine bırakmış oldu. Daha çok enerjisini içe dönük sorunlara vermeye çalışan bir Biden yönetimi görüyoruz. Ortadoğu’ya ne kadar zaman, kaynak ayıracakları belli değil. Zaten Ortadoğu’yu çok fazla öne çıkarmak niyetinde değiller. Amerika’da, Obama yönetiminden beri Trump’la aslında devamlılığı olan, Biden’in de devam ettireceği kesin olan bir eğilim var. Artık temel sorunu kesin olarak Asya’daki yeni yükselen güçler olarak gören Amerikan yönetimi Ortadoğu’dan kurtulmak istiyor. Ama Amerika’nın kendi iç dengeleri, kongredeki yapıların hassasiyetleri derken buradan da kurtulamıyor. Mesela İsrail birdenbire Amerika’da en temel vurgu noktası haline geliyor ya da bu hiçbir zaman kaybolmuyor. O yüzden buraya bir bakmaları gerekecek tekrar. Biden yönetiminin şu ana kadar verdiği sinyaller, Trump’ın koyduğu üç ayaklı, dört ayaklı bir politika vardı, bu politikanın aslında bir şekilde sürdürüleceğini de gösteriyor. Amerikan askeri varlığı devam edecek, Kürtlerle ortaklık devam edecek, İran’ın buradan çekip gitmesi ya da İran’ın geriletilmesi hedefi takip edilecek. Bunun dışında, Suriye devletinin tutum değiştirmesi için başlatılan Sezar yaptırımları korunacak. Suriye ekonomik olarak sıkboğaz edilecek, belki iradesi çökertilebilirsin, halk olarak, millet olarak, ülke olarak, zaten bunu önemli ölçüde de başardılar.
Rusya ile nasıl yol alacaklarını bilmiyorlar
Bunun dışında Rusya ile nasıl bir yol alacaklarını bilmiyorlar. Çünkü Biden yönetimi Rusya’ya alerjisiyle biliniyor. Yani Rusya’nın artan etkisine karşı önemli ölçüde alan veren bir yönetim anlayışı var Biden’in. Türkiye ile Kürtler S-400 mevzusundan dolayı iyi bir yerde değiller, nasıl konuşacaklarını hala kestiremediler, bir telefon trafiği bile olmadı. Bu belirsizlikler “Biden ne yapacak” sorusuna yanıt vermeyi aslında güçleştiriyor ama sözünü ettiğim hususlarda Biden eski politikayı yeni makyajla sürdürürken, yani biz İran’la bir oturup konuşalım, bir anlaşalım, Rusya’yla da hakeza bir pazarlığa girelim derlerse o zaman bunun Suriye’de olumlu yönde etkilerini görebiliriz. Kuşkusuz Suriye’nin genel siyaseti, bu onlarca yıldır oturmuş bir şeydir, Amerikan, İsrail karşıtı bir eksendir. Golan tepelerinin işgal altında olması, Amerika’nın kendi askerleri ile sahada bulunması, çok temel bir meseledir onlar için. Suriye açısından bu tehdidin sona ermesi gerçek anlamda da bir pazarlığı gerektiriyor. Biden bunu yaparsa o zaman belli ölçülerde bu savaşı bitirecek bir yol açabilirler. Bu o kadar zor bir şey değil.
Bunlar gelen oturup konuşalım denilecek örgütler değil
Elbette geriye tonlarca örgüt kalacak, binlerce militanı olan Ahraru Şam’dır, diğer örgütlerdir bunlar, önemli bir potansiyel, önemli bir tehdit ve bunlar müzakere ortağı da değiller. Bunlar herhangi bir şekilde gelin oturalım, anlaşalım denilecek örgütler de değil. Zaten müzakere etmeyi, masaya oturmayı kendileri de kabul etmiyorlar Ancak Türkiye’nin bunlara desteği kesildiği anda önemli ölçüde belleri kırılacaktır ve orada tutunmaları kolay olmayacaktır. Tabii bunun faturasını Türkiye nasıl ödeyecek, onu bilmiyoruz. Sonuçta sınırımıza yığdığımız ya da sınırımıza yığılan on binlerce silahlı adamdan bahsediyoruz.
Dört önemli güç arasında uzlaşma olmazsa Suriye krizi sürer
Arap dünyasında şekillenen yapı, şu andaki hassasiyetler birazcık İsrail’in lehine, İran’ın aleyhine ancak İran Amerika uzlaşması olursa oradaki dengeler de biraz değişebilir. Amerika gerçek anlamda eğer Rusya ile işbirliğine giderse ve Türkiye ile de belli ölçülerde bir diyalog kurulursa belki savaşı bitirme konusunda bir kanal açılabilir ama biz bunun olup olmayacağını henüz bilmiyoruz. Yeni yaptırımlarla Suriye yönetimini dizleri üzerine çökertmeyi hedeflemiş devamlılığı olan bir politika görüyoruz. Buna karşı elbette İran ve Rusya da geri adım atmıyor. Sonuçta iki ülkenin şu ana kadar Suriye ile birlikte yürüttüğü, hedefi olan bir politika. O yüzden uzlaşma olacaksa bu dayatmalarla değil daha gerçekçi bir zeminde olabilir, olmalıdır. Özetle işin içerisinde sahada olan güçler ki bunlar dört tane önemli güç, bunlar arasında bir yakınlaşma, müzakere kanalı oluşmadan Suriye krizi mevcut haliyle maalesef devam eder.
Erdoğan İsrail’i rahatlatan katkı sundu, sunmaya devam ediyor
Suriye’ye müdahalenin, kirli müdahalenin temel dinamiklerinden, en önemli dinamiklerinden birisi buydu. 1977-78 ile 1982 arasındaki Müslüman Kardeşler kalkışmasının arkasındaki temel dinamik de aynı dinamikti. O zamanki krize müdahil olan aktörlerle bu krize müdahil olan aktörler zaten aynı. Bir iki yer değişti. O zaman Irak vardı şimdi yok. İsrail’in işgal ettiği topraklar ve bunun yarattığı gerilimler pek çok ülke ile olan ilişkileri, hatta ülkelerin iç çatışmalarını canlı tutuyor. Lübnan mesela, Lübnan’daki çatışmaların temelinde epey zamandır bu var. Suriye’de diriliş ekseninin oluşması, bunun İran ve Irak’la köprü halinde güçlenmesi bununla bağlantılıdır. İran’ın Ortadoğu’da nüfuz kazanmasının aslında bir nedeni de budur. İran Filistinlileri ve Hizbullah’ı destekleyerek nüfuz kazandı. Bu karşı tarafta Arap cephesi, karşı bir cephe yarattı. Şimdi üst üste bazı şeyler deneniyor. Arap baharı dediğiniz kalkışmadan önce yeniden bir barış sürecinin konuşulduğu, hatta Türkiye’nin de arabuluculuk yaptığı bir sürecin olduğunu biz gördük. Arap baharı ile birlikte İsrail en önemli düşmanının dizlerinin önüne çökeceğini ya da dişlerinin söküleceğini düşünerek, çok ilginç bir siyaset yürüttü. Önce bu gruplara desteğini gizledi. Golan Cephesi’nde Kuneytra taraflarında Nusra Cephesi’ni destekledi mesela. Diğer grupları destekledi ve Suriye Ordusu’nun o bölgelerde yeniden kontrolünü sağlamasını önleyecek atışlar yapıyordu sürekli. Daha sonra bu desteği aleni hale getirdiler. Çünkü işin içerisinde Hizbullah girdi bütün dengeleri altüst etti. Yani Suriye eğer çökseydi İsrail için muhteşem bir sonuç olacaktı ve Türkiye’nin izlediği siyaset aslında İsrail’in çıkarlarına hizmet etti şimdiye kadar. Erdoğan sürekli Filistin bayraktarlığı, hamiliği yapıyor ama Suriye siyasetiyle önemli ölçüde İsrail’i rahatlatan bir katkı sundu, sunmaya da devam ediyor. Bunu denediler, bu da tutmadı. Şimdi yeni bir şey deniyorlar. Trump zamanında özellikle İran, Irak’tan başlayarak Suriye’de önemli ölçüde İsrail’i tehdit edecek mevziler kazandı. Bunu iyi kullanarak İran tehdidine -tabii işin içerisinde Yemen var- Arapların İran korkusuyla İsrail’in İran karşılığını birleştirip buradan İsrail Arap ilişkilerinde normalleşme çıkardılar. Bu dinamiği böyle tersine çevirdiler ve bunda da şu ana kadar birkaç ülkede başarılı oldular. Ama sonuç nedir? Bu karşıtlık İran’ın gerilemesini sağlamadı, temin etmedi, bu politika yürümedi yani. Yüzde yüz İran’da da bir çöküş bekliyorlardı, azami baskı siyasetiyle. O da yürümedi, yeni bir sürece girmeleri gerekli.
“Biz barışabiliriz” noktasına geri dönmeleri gerekiyor
Kuşkusuz Eğer Arap baharı öncesi “artık biz müzakere ile bu işleri çözebiliriz” dedikleri o noktaya tekrar geri dönerlerse, bir şeyler değişebilir ama bu sorunu çözer mi? Hayır çözmez. Çünkü İsrail işgal ettiği yerlerde durduğu sürece, yani Filistin’de işgal ettiği topraklar, Lübnan’ın hakeza işgal ettiği bir toprak parçası var, küçük bir parça var ve Golan işgal altında, buralardan çekilmedikçe buna karşı direnç, bu direnci besleyen kanallar ortadan kendiliğinden kaybolmayacaklardır. Yani çok fazla iyimser olmak için bir neden görmüyorum ama şunu söylemek gerekiyor. Son 20 yıl içerisinde çok şey denendi. Mesela 2003 Irak işgali aslında sadece Irak’ın işgali olarak planlanmış bir başlangıç değildi. Irak’la başladılar sonra Suriye’ye şunu söylediler: “Sıra sende, ya İran’la ilişkilerini kesersin, Hizbullah’a, Hamas’a desteğini kesersin, yoksa sıra sende” dediler, bu mesajı verdiler. Hatta o zaman Şam baharı tartışmaları vardı. Esad ölmüş, yerine oğlu gelmiş, umut vs. bazı değişim beklentileri hakikaten öne çıkmış, teveccüh bulmuş. Bir de, oğul Esad bunlarla ilgili olumlu yaklaşımlar sergilemiş falan… Ama bu tehditler birdenbire yeniden rejim içerisindeki şahin kanadın her şeyi kontrol altına almasına ve değişim dinamiğini yok etmesine neden oldu. Sonra biliyorsunuz, tam da Gazze saldırısı başlamadan önce Erdoğan Suriye’yle İsrail’i görüştürüyordu. Bu Amerikan projesiydi. Önemli bir yere de gelmişlerdi. Çünkü saba Esat da müzakerelerde, Amerikan arabuluculuğundaki müzakerelerde neredeyse el sıkışma noktasına gelmişti. İsrail Golan’dan belli şartlar karşısında çekilmeyi kabul etme noktasındaydı. O bozuldu. Sonra oğul Esad’la benzeri bir pazarlığa girdiler. O da Gazze Savaşı yüzünden bozuldu. Bunlar barış denemeleriydi vs. ama Arap baharı özellikle İsrail’e bir ümit verdi, “ya biz bunu zaten böyle pazarlıkla yürütemiyorduk” diye düşünmeye başladılar. Hatta muhalefet de o arada İsrail’e bazı teminatlar verdi, “biz İsrail’e düşmanlığına son vereceğiz” falan gibi şeyler söylemeye başladılar. İstanbul merkezli muhalefet grupları, Kahire merkezli muhalefet grupları böyle gülücükler attılar İsrail’e. Madem ki artık direniş ekseni yara alıyor ve çökmek üzere dediler ve başladılar bu vekalet savaşına. Bu da sonuç almadı. Sonuç almadığı gibi Hizbullah Suriye’de büyük bir güç ve deneyim kazandı ve aslında İsrail karşında bir caydırıcılık inşa etti. Bunu İsrail’de komutanlar ya da analistler artık kabul ediyorlar yani Hizbullah İsrail karşısında caydırıcı bir karaktere sahip. Bu oyun tutmadığına göre şimdi azami baskıyla İran’la da hakeza yürüttükleri siyaset istedikleri sonucu vermediğine göre yeniden Arap baharı öncesindeki “biz barışabiliriz” noktasına geri dönmeleri gerekiyor. Mantıken geri dönmeleri gerekiyor.
Çözüm uzun vadede İsrail’in de lehine olur
Bunu Amerikasız yapamazlar. Şimdi Rusya faktörü de var. Rusya’nın bir kalkan operasyonu vardı, İsrail saldırısına karşı Mısır’ı koruduğu operasyon. Ondan sonra çekildi, bir daha Ortadoğu’yla çok fazla ilgilenmedi Rusya. Şimdi artık ilgileniyor. Ortadoğu’da var. Büyük bir oyuncu diyemeyiz ama Rusya’sız çok fazla ilerleyemeyeceklerini herkes görüyor. Maden böylesi bir denge oluştu, bu dengeyi pazarlığa çevirmeleri gerek. Bu uzun vadede aslında İsrail’in de lehine olacak. Çünkü İsrail eğer savaştığı ülkelerle, düşmanlık içerisinde olduğu ülkelerle savaşmaya devam ederse, öteki ülkelerle olan normalleşmenin de uzun vadede çok büyük bir anlamı olmayacak. İsrail açısından elbette kısa vadede kazanım ama bölgenin barışı açısından söylüyorum, çok anlamı olmayacak. Çünkü şimdi Birleşik Arap Emirlikleri bu işin (normalleşmenin) başını çekiyor. Filistin mevzusunda, Lübnan krizinde Birleşik Arap Emirlikleri’nin herhangi bir rolü yok. İsrail’le savaşmış bir ülke değil. Suudi Arabistan İsrail’le savaşmış bir ülke değil. Ki henüz İsrail ile normalleşme sürecine girmediler ama Fas vs. bunlar sorunun özünde yer alan aktörler değil. Lübnan’dır, Suriye’dir, şu anda en önemlisi Lübnan ve Suriye ve Filistinlilerdir. Bunlara ilişkin bir normalleşme üretemiyorsa bu savaş içindeki dinamikleri her zaman besleyecektir ve bunu iyi niyetlerle ortadan kaldıramayız. Bunu görüyorlar mı, yani elbette Amerikalılar da analiz ediyorlar. Bir de Biden yönetiminin iş başına getirdiği ekip, bu bölgede çalışmış bir ekip, kimin ne olduğunu biliyorlar. Tabii daha başlangıç yapmadılar. Ama yaparlarsa ne çıkar bakacağız, göreceğiz o zaman.
Arap Birliği Türkiye’yi bir tehdit olarak görmeye başladı
Şimdi Erdoğan’ın kafasında şöyle bir harita var. Bu İdlip’den başlıyor, Afrin, Azez sonra Cerablus’tan Fırat’ın Doğusuna geçiyor, Kobani, Telabyad, Serekaniye, bu şekilde ta Dicle’ye kadar 30 kilometre derinliğinde bir şerit. Burayı temizlemek ve kontrol etmek istiyorum. Bunun için dört tane askeri hareket yapıldı. Ancak bu harita, Erdoğan’ın kafasındaki harita tamamlanmadı. Bu büyük bir demografik değişimi de hedefliyor, yani mültecileri de oraya yerleştirmek, buranın Kürt karakterini bozmak ve bu anlamda Rojava idaresini yok etmek. Ancak Biden’in Kürtlerle ilgili hassasiyeti Trump’tan farklı ve bir telefon görüşmesinde, “hadi Suriye senin olsun, istediğini yap” gibi bir taviz de alamayacak. Bu artık bir hayaldir bu saatten sonra. Son askeri hareketin önce Amerika önünü kesti, daha sonra Rusya devreye girdi ancak Rusya orada sağlanan mutabakatı Suriye Devleti’nin yeniden sınırlara çıkmasının bir fırsatı olarak değerlendirdi, her fırsatta artık Suriye Ordusu’nu sınırlara doğru yaklaştırma siyaseti güdüyor. Haliyle Türkiye’nin yeniden burada büyük askeri operasyona kalkışması şu koşullarda çok çok zor. Ancak mesele artık sadece Suriye’den ibaret olmamaya başladı. Çünkü Türkiye büyük bir coğrafyada farklı hevesler peşinde ve dengeleri bozacak hamlelerde bulundu ve tıkandı. Şimdi Libya’da yeni bir süreç var. Doğu Akdeniz’de hamleler sonuç vermedi. Türkiye inanılmaz derecede yalnız kaldı. Bu yalnızlık NATO ve Avrupa Birliği ilişkilerine olumsuz yansıdı ve Türkiye buradan geri dönmek zorunda, dönüyor. Nasıl dönüyor? İşte Mısır’la uzlaşma arayışları var. Libya’da ortak hükümet konusunda son derece uzlaşmacı bir yaklaşım sergiledi. Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan’la ilişkileri düzeltme konusunda bir beklenti var ve fırsat kollanıyor. Şimdi bütün bunlar niye oluyor, çünkü büyük bir Arap coğrafyası, Arap Birliği’nin deklarasyonuna da yansıdığını görüyoruz, Türkiye’yi bir tehdit olarak algılıyor ve böyle görmeye başladılar. Türkiye bu kadar büyük bir alanda tehdit olarak algılanırken Suriye’de de başarılı olamaz. Suriye’de de istediğini alamaz. Bütün bu alanlarda yürütülen yeniden dizayn çabası ister istemez Türkiye’nin maksimalist, idealist hedeflerini küçültmesini de beraberinde getirecek. Bazı inatçı şeyler, bazı ısrarlar var burada. Bunlar bir günde sona ermeyecek, öyle anlaşılıyor ve Erdoğan’ın da hemen “hadi tamam bu iş bitti, Suriye’den çekiliyoruz” diyeceğini hiç zannetmiyorum. Demek istediğim o kadar çok alanda tıkandılar ki şimdi yavaş yavaş kımıldayabilmek için, manevra yapabilmek için daha uzlaşmacı, tavizkar pozisyonlar almak zorunda kalıyorlar. Araplar evet Esad yönetiminin sona ermesini istiyorlardı, Arap komşular bunu kendileri açısından sorun olarak görüyorlardı ama Türkiye’nin de o bölgede oyun kurucu olmasını daha büyük bir tehdit olarak algılıyorlar ve Amerika izin vermediği için Şam’la ilişkilerini normalleştiremiyorlar ama aradan Amerika çekildiği anda birden hızlı bir şekilde durumun değiştiğini görebiliriz ve bu da Türkiye’nin aslında önünü kesecek bir Arap hassasiyetine işaret ediyor.