TUNCAY YILMAZ yazdı: “Bir yandan faşizmi istemeyen düzen içi güçlerle birlikte anti-faşist mücadele vereceğiz, aynı zamanda ve bu mücadelenin içerisinde kitlelere gerçek kurtuluşun ancak demokratik ve sosyal bir cumhuriyette, sosyalizmde olduğunu anlatacağız.”
TUNCAY YILMAZ
Soylu’nun tıslayan ağzından kendini sık sık açığa veriyor olsa da 31 Mart’tan bu yana faşizmin inşası sekteye uğramış, soteye yatmış zamanını bekler durumda. Ama bu “sekteye uğrama” durumu yatırımcı ve yüklenici taraflar açısından bir “vaz geçme” durumuna gelmedi hala. Pazarlıklar, rüşvetler, peşkeşler, aba altından sopalar, alan daraltmalar tam boy devam ediyor.
31 Mart seçimleri ülkedeki bütün baskı, yıldırma, manipülasyon, hukuksuzluk ve dayatmalara rağmen faşizmin inşasına direnen güçlü bir dinamik olduğunu ortaya koydu. Gezi isyanında ve ardından Kobane direnişinde açığa çıkan güçlü potansiyele rağmen, bu dinamik sistem dışı güçler tarafından bir program etrafında toparlanamadığından, anti-faşist mücadele halen parçalı durumda.
Her ne kadar HDP demokrasi güçlerinin önemli bir kısmını etrafında toplamış ve siyasette etkili bir güç açığa çıkartabilmiş olsa da, kabul etmek gerekir ki, bu güç faşizmin inşasını tek başına durdurmaya yeterli olmamıştır.
Bu yeterli olamama durumu HDP’nin 31 Mart yerel seçimlerinde oynadığı belirleyici rolü görünmez kılmaz elbette. Şayet HDP’nin batıda faşist AKP-MHP Bloğuna kaybettirme taktiği olmasaydı, Türkiye halklarının faşizmi durdurabileceğine ilişkin yükselen umudundan söz etmek mümkün dahi olmayacaktı.
Tam bu noktada tablonun bütününü görebilmek için hatırlatılması gereken diğer husus ise, gerekçesi ne olursa olsun, düzen partilerinden CHP, İyi Parti ve Saadet Partisi’nin de faşizmin inşasının tamamlanmasına yol vermek istemediği gerçeğidir. Evet, HDP’nin verdiği kritik oylarla seçim kazanılmıştır ancak, toplamda büyük oranlarda olmayan (İstanbul’da sandığa yansıyan yüzde 10 civarı) HDP oylarının belirleyici olabilmesi de bu düzen partilerinin faşizmin karşısında pozisyon almasıyla mümkün olmuştur.
Yani ortada tek başına HDP’nin, ya da tek başına CHP ve diğer düzen partilerinin üstesinden gelebileceği bir anti-faşist mücadele söz konusu değildir. Şimdilik, faşizm tehlikesini durdurmak için iki taraf da birbirine mahkumdur. Anti-faşist mücadelenin önderliğine kimin yerleşeceği, halkta mevcut iktidara yönelik tepkinin kim ve hangi program tarafından örgütleneceği ise ünümüzdeki süreçte verilecek mücadeleye bağlıdır.
Anti-faşizm eşittir anti-kapitalizm midir?
Soruyu başka şekillerde soracak olursak, faşizme karşı olan herkes otomatik olarak anti-kapitalist midir? Sermayenin bir kısmı çıkarlarını faşizmde görürken bir diğer kısmı faşizme karşı, parlamenter demokrasiden yana olamaz mı? Ya da önce faşizme yol açan burjuvazi işlerin istediği gibi gitmeyeceğini, kontrolü topyekûn kaybetme risklerini gördüğünde faşizmin kurumsallaştırılmasından vaz geçip başka bir seçeneği tercih edemez mi? Bizce bunların hepsi mümkündür ve nitekim tarihte de örnekleri yaşanmıştır.
Buradan yola çıkarak burjuvaziyi anti-faşist ilan etmeye çabalamıyorum elbette. Şüphesiz ki faşizm denilen insanlık suçlusu sitem kapitalizmin, burjuvazinin ürünüdür. Dünyada gelmiş geçmiş birbirinden farklılıklar arz eden bütün faşist sistemler o ülkedeki burjuvazinin (en azından belirleyici bir kısmının) desteğiyle kurulabilmiştir. Tarihte burjuvaziye rağmen/karşı kurulmuş tek bir faşizm örneği yoktur.
Ancak zaman zaman burjuvazinin bir kısmı, ya da yolunu açtığı faşizmin kendisi için yıkım getireceğini düşündüğünde tamamı faşizme karşı mücadelenin önderliğini komünistlere, düzen dışı güçlere bırakmamak için anti-faşist mücadelenin parçası olmuşlardır. Hitler faşizmini adım adım yıkıma sürükleyen ve Avrupa’da kurtarıcı pozisyona doğru yükselen Sovyet güçleri karşısında ABD emperyalizminin devreye girmesi ve Avrupa’nın diğer emperyalist devletleriyle birlikte anti-faşist bir pozisyon tutması tam da bundan dolayıdır.
Ölçekler ve olayların hayat buluş biçimi çok farklı olsa da Türkiye’de de benzer bir süreçle karşı karşıya kalabiliriz. Bugüne kadar AKP-MHP eliyle faşizmin inşasını destekleyen büyük sermaye ve Ergenekon, henüz o noktaya gelinmemiş olsa da, desteğini çekebilir, onun yerine başka bir burjuva seçeneği iktidara taşıyacak manevraları yapabilir. Nitekim 31 Mart seçimleri bu konuda kimi işaretler vermiştir.
Egemenlerin B Planı: İmamoğlu
Esas olarak AKP-MHP eliyle faşizmin inşasına destek veren egemen blok, olası karşı koyuşları da kendi kontrolünde tutabilmek için ikinci bir seçeneği de adım adım hazırlıyor: İmamoğlu. Mevcut iktidarın sistem içi en güçlü adayı olarak parlatılan CHP’li Ekrem İmamoğlu, bütün “güler yüzlü kapitalizm” pozlarına rağmen katıksız bir burjuva siyasetçisidir. Savunduğu sistem, belediyecilik anlayışı tek bir kaleminde dahi burjuva demokrasisini aşmak şurada dursun, zorlamıyor dahi. Her ne kadar koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi deniyor olsa da gerçeklik budur. Özellikle bu süreçte “İmamoğlu güzellemesi” rüzgarına kapılan bizim mahalle insanlarına bunu sık sık hatırlatmak gerek, biz CHP ya da İmamoğlu’na değil, faşizmin geriletilmesine oy istiyor ve veriyoruz!
Erdoğan’ı başkan, AKP’yi iktidar, Cumhur İttifakını faşizm kurucusu yapan güçler, ki bu güçler sadece “dış güçler” değil bütün tarihsel birikimleriyle iç ve bölgesel güçlerdir aynı zamanda, bastırılıp teslim alınamayan anti-faşist direnişin düzen dışı seçeneklere yönelimini engellemek üzere B planını da hazırlamaktalar.
Üstelik güçlü bir B Planı seçeneğinin olması, mevcut siyasal iktidardan daha fazla taviz kopartmanın, hükümetin almakta tereddüt ettiği, zamana yaydığı siyasi kararları hızla almasını sağlamanın da yolu. Nitekim 31 Mart’tan bu güne alınan kimi kararlar (TÜSİAD’ın belirleyici olduğu Yatırım Ortamını İyileştirme Koordinasyon Kurulu’nun yeniden aktifleştirilmesi, kıdem tazminatına el konulmasının yeniden gündemleştirilmesi, sermaye ve Ergenekon’un kimi temsilcilerinin Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu’na alınması, yeniden ABD-AB eksenini öne çıkaran kimi adımlar, vs.) bunun en açık göstergesi durumunda.
Egemen oligarşik bloğun sermaye ve derin devlet temsilcileri Erdoğan’a İmamoğlu aracılığıyla net bir mesaj verdi: bizim için vazgeçilmez değilsin! Ancak bu mesajın Erdoğan’dan hâlâ vaz geçmediklerinin bir başka ifade ediş biçimi olduğunu da hatırlatmak isterim.
Sosyalistlerin ve demokrasi güçlerinin A-B Planı ne?
Türkiye’de kalü beladan bu yana sistem olarak faşizmin iktidar olduğunu savunan ya da AKP-MHP eliyle rejimin faşizme dönüştürülmesiyle çarpık da olsa parlamenter sistem arasında hiçbir fark görmeyenler için durum bir bakımdan benzer ve basit.
Birinci tespit üzerinden hareket edenler faşizmin sandıkla, fiili-meşru-demokratik kitle mücadelesiyle değil ancak “devrimci halk savaşı”yla geriletilebileceğini savunuyorlar ve kafa karıştırıcı, abdest bozdurucu taktik ve politikalara yüz vermeden “halk savaşını yükseltme” ajitasyonuyla yetiniyorlar.
İkinci tespit, yani “ha AKP-MHP ha diğerleri, ha Binali ha İmamoğlu” yaklaşımıyla hareket edenler ise faşizmle diğer burjuva rejimler arasındaki farkı silikleştirdikleri gibi, bunun sonucu olarak ortaya çıkan demokratik mücadele imkânlarının, alanlarının tamamen kapatılmasına, halkın mücadele azminin tükenmesine gözlerini yumuyorlar. Stratejiyle taktiği birbirine karıştıran bu anlayış, faşizme karşı mücadeleye boylu boyunca girip hegemonyayı sahada kazanmak yerine ilahi adaletin bir gün tecelli edeceğini, halkın en doğru olanın sosyalist seçenek olduğunun farkına vararak kendilerine siyasi önderliği bahşedeceğini düşünmekte, bunu beklemekte.
Stratejide net, taktikte esnek
Stratejide net, taktikte esnek bir mücadele perspektifinin yönelimi ise anti-faşist mücadele içerisinde sosyalistlerin hegemonya kazanma mücadelesi olmak durumunda. Faşizmi durduracak ve geriletecek mücadele taktikleri içerisinde rüştünü ispatlamayan hiçbir güç demokrasi mücadelesinin önderliğine soyunamaz. Kendisini “gerçek” devrim ve demokrasi mücadelesinin önderi ilan edenler ise sadece kendilerini avutmakla yetinmek zorunda kalırlar.
31 Mart ve yenilenecek İstanbul seçimleri dolayısıyla yaptığımız bu tartışmayı kendi kavramlar seti üzerinden yapacak olursak;
Faşist AKP-MHP Bloğunu geriletmek için batıda CHP adaylarını destekleme taktiğini “CHP’ye yamanmak” olarak tanımlayanlar dahil herkes 1 Nisan sabahı ve sonrasında kitle hareketinde ortaya çıkan yükselişten moral almış, faşizme karşı mücadele umudu büyümüştür. Hem “seçimlerle olmaz” deyip bu taktiği küçümseyen, hem de sonuçtan kendine pay çıkaran ama ders çıkarmayan “politik zavallılaşma” ayrı bir değerlendirmeyi hak ediyor.
Gücümüz ve örgütlülüğümüz olsaydı ve aktüel bir faşizm tehdidiyle yüzyüze olmasaydık İmamoğlu gibi bir düzen içi seçeneğe mahkum kalmadan, seçimlere yönelik yapılan darbeye izin vermeden ve hatta bu kadar manipüle edilmiş seçimlere dahi izin vermeden halk meclislerinin iktidarını ilan ederdik. Ancak Marx ustanın dediği gibi “İnsanlar tarihlerini kendileri yaparlar, ama onu serbestçe kendi seçtikleri parçaları bir araya getirerek değil, dolaysızca önlerinde buldukları, geçmişten devreden verili koşullarda yaparlar.” Biz de şimdi önümüzde duran koşullar içerisinden kendi tarihimizi yazmak durumundayız.
Bir yandan faşizmi istemeyen düzen içi güçlerle birlikte anti-faşist mücadele vereceğiz, aynı zamanda ve bu mücadelenin içerisinde kitlelere gerçek kurtuluşun ancak demokratik ve sosyal bir cumhuriyette, sosyalizmde olduğunu anlatacağız. Yani kimi burjuva siyasetlerle faşizme karşı aynı tarafta kalsak da, o taraf içerisinde de başka bir hegemonya mücadelesi devam ediyor olacak.
Formüle edecek olursak, Binali’ye (faşizmi kurumsallaştırmak isteyenlere) karşı İmamoğlu’nu, İmamoğlu’na (kapitalizmi kalıcılaştırmak isteyenlere) karşı sınıfsız, sınırsız, sömürüsüz eşit ve özgür bir dünyayı, yani sosyalizmi savunacağız.
06.06.2019