Ferhat ERGEN yazdı: Faşist saldırılarla devrimcilerin etkisini kırmak isteyenler başarılı olamadı. Aksine katledilenler her sene anıldı. Onların anısı yaşatıldı. Her faşist saldırı dayanışmayla aşıldı. Toplu çıkış bir devrimci dayanışma örneği olarak “kültür” haline geldi. Beyazıt ise katledilenlerin mirasını sahiplenenlerin dilinde sloganlaştı: Beyazıt Faşizme Mezar Olacak.
Türkiye Devrimci Hareketi’nin tarihinde gençlik mücadelesi önemli bir yer tutar. Gençlik mücadelesi içinde ise üniversiteler önemli yer tutar. Bu üniversitelerden biri de tarihsel nedenlerle “solcu” olarak bilinen İstanbul Üniversitesi’dir. Devrimci yaşam ve örgütlülükle tanışmak üzere üniversitelere gelen öğrenciler için bu nedenle İstanbul Üniversitesi ilk akla gelen adreslerden birisidir.
‘’Laleli’den dünyaya giden tramvay’’ da buradan kalkar. Az ileride telaşlarını üzerlerinden çoktan atmış olan güvercinlerin mekanı Beyazıt Meydanı duruyor. Kalabalıklara ve sloganlara aşinalar hepsi. Aşağıda Deniz’lerin, Mahir’lerin[1] yurdu, Kadırga. Kadırga’dan, sahilden yukarı Beyazıt’a meltem eser. Deniz kokusu ile meydandaki ağaçların kokusu iç içe geçer. 16 Mart’ın “barut kokusu” güvercinleri tedirgin eder. TNT eğer onları öldürmediyse veya sesten korkup donup kalmamışlarsa birçoğu can havliyle havalanır. Bu kadar çok güvercin birden havalandığında, “Kadırga”da devrimciler bir olay olduğunu anlar.
Beyazıt Meydanı’nda güvercinler kadar, eylem ve slogan da eksik olmaz. Beyazıt’ta kavga eksik olmaz. Faşist pusulara karşı “toplu çıkış”lar da.
Öğrenci hareketinin yükseldiği 68’lerden beri İstanbul Üniversitesi de hareketi bağrında hep taşıdı. Devrimci hareketin öğrencilerle buluştuğu en önemli mekanlardan biri oldu. Devrimcilik burada bir kültür haline gelebildi. Burada filizlenen devrimci fikirler buradan taşarak büyük politik zeminler yarattı, devrimci hareketi inşa eden, onu yükselten birçok kadro bu üniversiteden çıktı. Mahir Çayan, Deniz Gezmiş, Cihan Alptekin ve daha yüzlerce devrimci İstanbul Üniversitesi’nde politikleşti ve örgütlendi.
Okulda yükselen harekete devletin saldırısı da çok yönlü ve sertti. Her 16 Mart’ta protesto edilen Beyazıt Katliamı bu saldırıların en vahşi olanıydı. Polis, faşist çeteler ve kontrgerilla işbirliğinde 16 Mart 1978’de 7 İstanbul Üniversitesi öğrencisi devrimci bombalı saldırıyla katledildi. 40’tan fazla öğrenci ise yaralandı.
“16 Mart gününe gelmeden önce, o güne nasıl gelindiğine dair kısa bir hatırlatma yapalım. 1977, 5 Haziran seçimlerinde Ecevit’in CHP’si yüzde 42 oy almış ama Hükümeti kurmak için 226 milletvekili kazanamamıştı. Yine o günlerde Kara Kuvvetleri Komutanı Namık Kemal Ersun darbe örgütlüyor diye emekli edilmişti. 1 Mayıs 1977’de kontrgerillanın organize ettiği ve otuz küsur işçi ve devrimcinin öldüğü bir katliam yaşanmıştı. Ecevit Hükümet kuramayınca AP, MHP ve MSP’nin Koalisyonu, İkinci Milliyetçi Cephe kuruldu.’’[2]
Kanlı 1 Mayıs’la başlayan kontrgerilla saldırılarının amacı askeri diktatörlüğe gidecek olan yolu hazırlamaktı. Katliamlar üniversitenin içinde ülkücü faşist çetelerle işbirliği içinde devam ediyordu. Aynı işbirliğini 1 ay sonra Malatya Katliamı’nda, 9 ay sonra Maraş Katliamı’nda, 12 Eylül’den hemen önce gerçekleşen Çorum Katliamı’nda görüyoruz.
16 Mart da diğer katliamlar gibi darbeye zemin hazırlamak ve üniversitelerde devrimci öğrenci hareketini bastırmak için planlanan bir katliamdı. 1977 Aralık ayında AP’den 11 milletvekili istifa etti, Milliyetçi Cephe (MC) Hükümeti düştü. Ardından Ecevit Hükümeti kuruldu.
Devrimci gençler üniversitelerdeki faşist ablukayı kırmak için birkaç toplantı yaptıktan sonra 1 Mart 1978 günü Hukuk Fakültesi’ne gitme kararı aldılar. Faşist ablukayı aşmaya dönük bu taktik faşistlerin ve “Beyazıt”ı yakından takip eden devletin gözünden kaçmamıştı.
Buna karşı ise devrimci öğrenciler okula toplu giriş- çıkış yapıyordu. Bu toplu çıkışlara her gün 40’tan fazla polis hem eşlik ediyor hem de faşist çetelerle beraber saldırıyordu. Katliam günü okulun önünde sadece 7 polis ve faşist çete vardı. Kortejin önünde yürüyenler Eczacılık Fakültesi’ne ulaştığında üstlerine bomba atıldı. Bomba atan kişi elini kolunu sallayarak kaçtı. Bombayı atıp kaçanları takip eden polisler ise polis amiri Reşat Altay tarafından “takip etmeyin” denilerek durduruldu. Onun ve faşist çetenin işbirliği ise daha sonra bombayı atan faşist çete üyesinin annesinin itirafı sonucu açığa çıkacaktı.
‘’1999’da bir kadın medyaya demeç verdi ve kardeşinin 16 Mart Katliamı’nda bomba atan kişi olduğunu, bunu itiraf etmek istediği için ülkücü arkadaşları tarafından öldürüldüğünü açıkladı. Başka itiraflar da yapıldı. Katliamın bombası bir yüzbaşıdan Abdullah Çatlı tarafından alınmıştı. Beyazıt’a bir polis minibüsü ile gelinmişti. Minibüsün içindeki dört kişiden biri Mustafa Doğan isimli bir polisti. Mustafa Doğan daha sonra Almanya’ya kaçmıştı. Bombayı atıp kaçanları takip eden polisleri bir komiser durdurmuş, takip etmeyin demişti. O komiser, Reşat Altay, daha sonra Susurluk Olayı’nda Abdullah Çatlı’nın arkadaşı çıkmıştı. Siyasi Şube müdürlüğü yaptı. Hrant Dink cinayeti günlerinde ise Trabzon’da üst düzey emniyet görevlisi olarak onu gördük.’’[3]
Bu saldırılarla devrimcilerin etkisini kırmak isteyenler başarılı olamadı. Aksine katledilenler her sene anıldı. Onların anısı yaşatıldı. Her faşist saldırı dayanışmayla aşıldı. Toplu çıkış bir devrimci dayanışma örneği olarak “kültür” haline geldi.
Beyazıt ise katledilenlerin mirasını sahiplenenlerin dilinde sloganlaştı: Beyazıt faşizme mezar olacak.
[1] Mahir Çayan 1963’te İstanbul Üniversitesi’ne kayıt yaptırdı, 1 yıl sonra Ankara’ya gitti. Bu nedenle İstanbul Üniversitesi bir bakıma Mahir’in de üniversitesi olarak görülebilir.
[2] https://www.evrensel.net/haber/107910/16-mart-beyazit-katliami-bu-dosya-bizim-icin-kapanmadi
[3] https://www.evrensel.net/haber/107910/16-mart-beyazit-katliami-bu-dosya-bizim-icin-kapanmadi