SEÇTİKLERİMİZ – ALİ DURAN TOPUZ Duvar’a yazdı: “Yargı Reformu Strateji Belgesi, tıpkı mart ayında yayınlanan Türk Yargısı Etik Bildirgesi gibi, hem hazırlanış süreci, hem ilan biçimi hem de içerik olarak yargıda herhangi bir şeyi düzeltemez.”
ALİ DURAN TOPUZ
Adalet Bakanlığı bir faaliyet içinde. Bir şeyler yapıyor. Bir süre önce “Yargı Etik ilkeleri”ni çıkardı. Şimdi de “Yargıda Reform Strateji Belgesi” diye bir belge neşretti. İnsan umutlanıyor değil mi, adalette sıkıntı olduğunu biliyor Bakanlık ve çalışıyor işte.
Etik, önemli. Değil mi? Peki etik ilkeler ne işe yaradı? Mart ayında etik ilkeler yayınlandıktan sonra, daha bu hafta içinde bir yargıç, bol bol “etik” dedi. Örneğin, avukatın kulağındaki küpeyi etik bulmadı. Erkek adamın küpe takması, kültürümüzün etik ilkelerine uymaz. Örneğin, bir kadın avukatın etek boyunu “tespit” etmeye kalkıştı, çünkü etik bulmamıştı. Malum, şaka yapmıyorum. Tutanaklarda aynen öyle yazıyor, saldırgan yargıç, saldırısını “etik” lafı ile gerekçelendiriyordu. Adalet Bakanı, saldırıya karşı açık ve net tutum aldı, asla kabul etmeyiz dedi, yargıç hızla kızağa çekildi. Bakan, açıklamalarından birinde şöyle dedi:
“Mesleğinde 30 yıldan fazla bir süreyi geride bırakmış, artık geriden gelenlere iyi örnek olması gereken bir yargı mensubunun önündeki davayla değil de avukatın kılık kıyafetiyle meşgul olması hiçbir şartla kabul edilemez.”
Gerçekten de mesleğinde 30 yıldan fazla süreyi geride bırakmış yargı mensubunun, avukatın kılık kıyafetiyle uğraşması ve bunu etik lafıyla haklılaştırması şaşırtıcıydı. Bakan da hem şaşırmış hem de kızmıştı. Etik ilkeleri yayınlamışken, yargıda reform strateji belgesi de açıklanacakken, nasıl oluyordu da bir yargıç böyle işlere kalkışabiliyordu? Bakan, bu sorunun cevabını aramış mıdır bilmem, ama bu sorunun cevabı hem daha önce açıklanan etik ilkelerde ve hem de dün açıklanan strateji belgesinde sere serpe yatıyor: hem hazırlanış usullerinde, hem ilan usullerinde hem de metinlerin kendi içlerinde.
Yargı mensubuna karakter kazandırmak
Etik ilkelerle başlayalım, Bakan’ın, “…yargılama faaliyetine ruh katan, yargı mensubuna karakter kazandıran etik ilkeler…” dediği metin.
Metin hazırlanırken parlamento devre dışıydı. Parlamentodaki partilerden görüş alınmadı. Evet, bazı ciddi ve “iktidarperver” hiç olmayan STK’lere görüş sorulmuştu ama parlamentoya sorulmadığına göre bu “yasama”nın devre dışı bırakıldığı bir yürütme belgesiydi. Yargının “etik” ilkelerini yürütme belirliyordu özetle. Ne kadar etik değil mi.
Metnin içeriğine geçelim:
Tüm cümlelerin öznesi “hakim ve savcılar”dır. Yani, yargıç ve savcı aynı özellikte, aynı nitelikte, aynı görev anlayışına, aynı sorumluluklara ve aynı yetkilere sahipmiş gibi kabul edilmiştir. Hakim ve savcıların bu eşitlenişi, savunmanın yani avukatların ve avukatlığın dışlanmasına dayalı Türk yargı düzeneğinin adil yargılamaya engel oluşturan temel yapısal arızasını “etik” başlıklı metinlerle düzeltilebileceği safdilliğini talep etmektedir. Buna ek olarak etik ilkeler, düzenlenişi itibarıyla, yargıdaki sorunlara, yani adaletsizliği sürekli artırıp adaleti azaltan sorunlara sadece yargıç ve savcılardaki “etik eksikliklerin” neden olduğu varsayımının kabulünü talep etmektedir. Yargıç ve savcılara yüklenen etik yükümlülükler içinde, yürütmeye karşı boyun bükmemeye ve yargının üçüncü ayağına, yani savunmaya/avukatlara yönelik hiçbir yön bulunmamaktadır.
Metin, Anayasa’nın üstünlüğü ve bağlayıcılığını, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının her şeyden önce yürütmeden bağımsızlığı ifade ettiğini, yasama-yürütme kaynaklı adil yargılama engellerine karşı da yargıçların (metne göre bir de savcıların) acil ve göz ardı edilmesi imkansız etik yükümlülükleri olduğunu dile getirmede çok isteksizdir. Oysa, Türkiye’de adil yargıyı imkânsız hale getiren de yargıdaki sorunlar kümesinin büyük çoğunluğunun bizzat müsebbibi olan temel mesele, yürütmenin yargıyı domine etme çabası ve bunun kesintisiz başarısıdır.
Yargı reformunu yürütmenin başı açıkladı
Yargı Reformu Strateji Belgesi, Türk Yargısı Etik Belgesi’nin üstünden uzun ve yüksek atladığı bağımsızlık sorununun en açık göstergesi olarak, bizzat yürütmenin başı tarafından “ilan” edildi. Dolayısıyla metnin içinde örneğin şu anda ifade özgürlüğünün önündeki engellerin en saldırganı olarak dikilen “cumhurbaşkanına hakaret” maddesinin yol açtığı adaletsizliklerin düzeltilmesine dair bir alamet olmaması son derece normal. İkinci gösterge, yine TYEB hazırlanır ve yayınlanırken olduğu gibi, parlamentonun ve parlamentodaki iktidar blokunda olmayan partilerin hiçbir şekilde sürece katılmamasıdır. Elbette, başta Barolar Birliği olmak üzere sivil kuruluşlardan, yargı dahil bürokrasilerden görüş ve öneri alınmış olması iyidir fakat, konu etikse muhalefete ne hacet ve konu reformsa muhalefete ne hacet anlayışı, zaten mevcut adaletsizliklerin ana kaynaklarından biridir.
Avukatlara rüşvet reform mudur?
Tıpkı etik bildirge gibi reform belgesi de asıl sorunların etrafından dolaşan, bazı (önemsiz olmasa bile) düzeltmelerle asıl sorunlar da çözülmüş gibi yapan bir belge niteliğindedir. Etik bildirgede dışlanan savunma makamı, reform belgesinde kısmi rüşvetlerle aynı statüde bırakılmaktadır: kıdemli avukatlara yeşil pasaport müjdesi, avukatların fizik çalışma koşullarında bazı iyileştirmeler, bazı vergi yükü hafifletmeleri, “yargısal ve idari bürokraside” avukatlara iyi davranma taahhüdü gibi rüşvetler. “Hakim ve savcı” yapışık ikizine göre daima daha alt statüde tutulan avukatların, “silahların eşitliği”nden mahrumiyetini unutmalarını sağlamayı amaçlıyor. Avukatlık mesleğine girişteki sınav da esasen “kıdemli avukat”lara yine bir tür rüşvetten öte anlam ifade edemez. Üstelik, hakim ve savcı seçimindeki sınavın bu iki kürsüye hukuktan uzak iktidara yakın heyetlerin seçilmesinden başka işe yaramadığı düşünülürse, sınavın rüşvetin yanı sıra bir de avukatlık mesleğini iktidara göre dizayn etme imkanının “reform” diye sokuşturulduğunu öne sürmek kehanet sayılmaz.
Etik boyut, etek boyutu
Adalet Bakanı’nın çok kızdığı 30 yıllık yargıcın, avukatın etek boyunu ölçme girişimine dönelim: Hem etik belgesi, hem de reform belgesi, iktidara kopmaz bağlarla bağlanmış hakim-savcı sınıfının statüsünü yerinden oynatmıyor. Hakim-savcı ikizinin kaderi HSK’nın elinde, yüksek yargı kurumlarının atamaları Cumhurbaşkanı’nın tekelinde. Hakim ile savcı arasındaki fark ne etik belgede ne de reform paketinde hiç konu bile edilmiyor. Sistem bu olunca herhangi bir yargıç ya da savcı, iktidarın politik, ahlaki ve estetik kavrayışına ve davranış tarzlarına yakınlaşma yoluna girerse, örneğin İçişleri Bakanı gibi öfke gösterileri düzenlerse, kıdemli profesörler gibi kafasından hukuk uydurursa kimse şaşırmamalıdır. Adliyelerde avukat kovalayan, bunun haberi yapılınca yüzden fazla kişiye soruşturma açtıran “hakim ve savcı” sınıfından daha çok kişi çıkar. Bu sistemde reform yapacağız deyip savunmanın sanki “ticari başarısı ve imtiyaz kazanması” dışında sorunu yokmuş gibi davranmak, Başbakan’dan fırça yedikten sonra iktidar partisini sevmeye başlayan Barolar Birliği Başkanı’nın genini bütün avukatlara klonlamaktan başka işe yaramaz. Etek boyunu ölçmeye kalkışan yargıç, yürütmeyi yasamanın da yargının da üstünde gören, savunmayı aynı siyasal muhalefeti olduğu gibi hainlikle eşdeğer görmeye her an hazır duran iktidar medeniyetinin etik ölçülerinden beslenen yargıçtır. Temel hukuki sorunları unutup etikle, temel adalet sorunlarını unutup makyaj stratejileriyle düzelecek bir şey yok ortada. Kazayla oluşmuş adaletsizliklerle karşı karşıya değiliz, kasti adaletsizliklerle karşı karşıyayız çünkü.
NOT: Devam edeceğim, daha çok su kaldıran bir hamur bu.