KORKUT AKIN yazdı: “Türkiye sol hareketi içinde, antifaşist, antiemperyalist, antişövenist ilkeler çerçevesinde Kürdistan’ın sömürge olduğunu ileri süren Kurtuluş, bu yaklaşımıyla Doğu ve Güneydoğu’da, özellikle Kürtler arasında belli bir saygınlık kazanmış ve taban bulmuş.”
KORKUT AKIN
“En doğru siyaset Kurtuluş’tur; devrimi yaparsa bu yapar; yapacağı devrim iyidir; tüm ezilenleri, Kürtleri de Türkleri de esaretten ve sömürüden kurtarır; ezilen cins olarak kadını da kurtarır; Sünniyi de Aleviyi de özgürleştirir; sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya için, var olan tüm sorunları çözer” diyor bir konuşmacı… Temiz, naif ve safiyane düşünceyle aşk ve inançla bağlandıkları örgütlülüklerini savunmak için cansiperane çaba harcadıklarını anlatıyor.
Sosyalşöven bir toplumda aykırı yapılanma hem titizlik hem de özen istiyor. Sadece kişilerin üzerinden ve/veya kişilere bağlı olduğunda yapının sağlamlığı tartışma götürüyor ki, kitapta yer alan 14 kişinin görüş birliğine vardığı da bu zaten.
Türkiye sol hareketi içinde, antifaşist, antiemperyalist, antişövenist ilkeler çerçevesinde Kürdistan’ın sömürge olduğunu ileri süren Kurtuluş, bu yaklaşımıyla Doğu ve Güneydoğu’da, özellikle Kürtler arasında belli bir saygınlık kazanmış ve taban bulmuş. Oradaki örgütlenmesini “Seksiyon” olarak niteleyen Kurtuluş hareketi, Kürdistani grupların dışında, tek Türk hareketidir. Konuşmacıların anlattıklarından hareketle, anlıyoruz ki, dışlanması istense de tabanla bağları sıkı kurulduğu için tutunabilmiş, hatta sol içi çatışmalarda arabuluculuk görevi de üstlenmiş…
Ulusal yapılanmaların özellikle Doğu ve Güneydoğu’da, işçi sınıfının gelişmemişliğiyle de doğru orantılı, feodal ve/veya güven ilişkisi temelinde yükselmesi, belki de 12 Eylül sonrasındaki çözülmenin gerekçesi olabilir. Bu, sadece Seksiyon örgütlenmesi içindeki Kurtuluş’çularla sınırlı değil… Ortak örgütlenme, ayrı örgütlenme düşünce farklılıkları büyük tartışmalara yol açınca örgütsel gelişim sekteye uğrayabiliyor, buna da bağlı olarak bölünmelerle yaşanabiliyor. Ayrı örgütlenmeyi savunan Tekoşin grubunun ayrılmasını, bütün konuşmacılar, güç kaybı olarak niteliyor. Ayrıntıları konuşmalarında saklı; birbirini takip eden konuşmalar çerçevesinde “Merkez” ile aralarında oluşan “iletişim kazası” olmasa, sonuçların çok daha farklı olabileceğini belirtiyorlar. Bugün için de geçerli bu görüş, bana sorarsanız…
12 Eylül deyince işkence, işkence deyince Mamak, Metris, ille de Diyarbakır 5 No’lu geliyor akla… İnsanlık onurunun ayaklar altına alındığı bu hapishanelerde yaşananlar dile kolay geliyor, bu kadar yıl sonra bile sözcüklerde o yaşanmışlığı hissediyorsunuz. Bir insan bu kadar mı gaddar, bu kadar mı gözü dönmüş, bu kadar mı kindar olabilir? O işkenceden başı dik çıkanların, şimdi anlatırken belki tüyleri diken diken, gözlerinde hüzün ve acı, ama kazanmışlığın haklı gururu izleniyor…
Sol kendi içinde tartışıyor…
Buradan oraya bakmak bazı gerçekleri ve somut yaşam izlerini görememek demek belki de… Yok, belki de değil, kesin öyle… Kürtlerin sınıflı bir toplum yapısı olduğunu söyleyen bir konuşmacı, verilecek mücadelenin hem demokratik hem milli (ulusal anlamında ve Türklerle hiç mi hiç ilgisi olmayan) hem de sosyal yanının öne çıktığını ifade ediyor. Demokratik mücadele başarıya ulaşsa da sosyal yanının eksik kalmasıyla çözüm olamayacağını iddia ediyor. Ana dil örneği veriyor, emeği sömürülen işçileri anlatıyor. Kürt burjuvazisinin kendi pazarına sahip olma anlayışından yoksun olduğunu söylüyor.
Genel bir bakış açısıyla, İnsan Hakları Derneği başta olmak üzere, bütün demokratik örgütlenmeler, oralarda yaşanan insanlık dışı işkence uygulamaları, faili meçhulleri, gözaltında kayıpları azaltmış, ama tümüyle silip atamamış. Yapılması gereken, tıpkı konuşmacıların vurguladığı gibi aşkla ve hevesle demokrasiyi, barışı ve özgürlüğü savunmaktır. İşte o zaman güzel günler görürüz…
Seksiyon, Kurtuluş Kendini Anlatıyor – 5-6, sözlü tarih çalışması, Dipnot Yayınları, 2018, 480 sayfa