SEÇTİKLERİMİZ – Ertuğrul Kürkçü’nün 1+1 Forum’daki röportajı: 11 Mayıs 2020, önümüzdeki yıllarda, tarihi bir dönüm noktası olarak da anılabilir, iz bırakmayan bir gün olarak da kalabilir. Tarihin hangi hükmü vereceğini İlerici Enternasyonal’in seyri tayin edecek…
İlerici Enternasyonal sürecinin başlangıcı Aralık 2018’e, DiEM25 ve Sanders Enstitüsü’nün birlikte yaptığı çağrıya uzanıyor. Siz ne zaman Danışmanlar Konseyi’ne davet edildiniz, katılmaya karar vermenizde neler belirleyici oldu?
Ertuğrul Kürkçü: Geçtiğimiz ay İlerici Enternasyonal girişiminin sekretaryasından HDP dış ilişkiler komisyonuna ulaşan çağrı üzerine konuyu gündemimize aldık. Enine boyuna değerlendirdikten sonra bu aşamada Danışmanlar Konseyi’ne katılımı yeterli gördük. Eylül ayındaki Zirve’den sonra elbette süreci her bakımdan yeniden değerlendireceğiz. Bu sefer bizim de oluşumuna katıldığımız, etkilediğimiz ve dolaysız olarak etkilendiğimiz bir süreci değerlendiriyor olacağız. Sahici bilgiyle düşünüp yeni kararlar alacağız. Bu daha başlangıç. Katılmaya karar vermemiz çok temel ve basit bir nedene dayanıyor: Sürdüregeldiğimiz mücadeleler küresel ölçekteki gelişmelerden doğuyor, yerel biçimlere bürünüyor, ama asla yerel sınırlar içinde kalmıyor. Sürecin kendisi küresel ve küresel karşılıkları gereksiniyor. İlerici Enternasyonal girişimi hem mevcut genel dünya durumu değerlendirmesine dayanan çağrısıyla, hem öngördüğü dünya vizyonuyla, hem de bu çağrının arkasında duran simalarla böyle bir iddiayı en azından entelektüel ve felsefi düzeyde taşımaya yetenekli görünüyor ve bize de bu iddiayı kendi cephemizden yoğurma ve katkıda bulunma kapılarını açıyor. Bu davete icabet etmemek yalıtılmışlıkla yetinmek demek olurdu. Yalıtılmışlık içinde kavrulmaya razı olmak, temsil ettiğimiz kitlelerin talep ve ihtiyaçlarının da inkârı olur. Öte yandan, süreci daha yakından tanımak ve bize sunduğu imkânlar kadar bizim sunabileceğimiz imkânları da görmek makûl bir ilişki düzeyi yakalamayı gerektiriyordu. Bu öneriyi kabul ederek doğru bir tercih yaptık.
Elliyi aşkın sayıdaki Danışmanlar Konseyi üyeleri arasında, Avrupa’dakilerin yanısıra Afrika’dan, Asya’dan, Kuzey ve Güney Amerika’dan örgütlerin, partilerin temsilcileri, sözcüleri ve tanınmış sol-sosyalist kimlikli entelektüeller var. Bu kuruluşlar ve kişiler arasında sizin açınızdan öne çıkanlar, kararınızda etkili olanlar kimler?
Danışmanlar Konseyi’ndekilerin kimileriyle şahsen tanışıyorum. Kimilerini eylemler ve düşünceleri dolayısıyla tanıyorum. Kimilerini de eserlerinden biliyorum. Alfabetik sırayla gidersem, Noam Chomsky’yi tanımayanımız yok; ABD emperyalizminin ve hegemonyacılığının “içerideki” en güçlü eleştirmenlerinden biri, özgürlük ve hak mücadelelerinin kararlı bir savunucusu olduğunu biliyoruz. Bulunduğu zeminlere ufuk genişliği taşıyan bir düşünür aynı zamanda.
Fernando Haddad Brezilya’da Lula ve Dilma Roussef’in İşçi Partisi hükümetlerinde Eğitim Bakanlığı’ndan sonra, 2013-2017 arasında São Paulo Belediye Başkanlığı yapmış bir siyaset insanı.
Giorgio Jackson’ı tanımıyordum, ama başını çektiği hareketleri biliyordum. Şili’de Demokratik Devrim Partisi’nin ve Frente Amplio’nun (Geniş Cephe) kurucusu.
John McDonnell’in varlığını Corbyn’in yokluğunun bir açıklaması sayabilir miyiz? Belki de. İşçi Partisi de bizim gibi görerek ilerlemeyi tercih etmiş olabilir. Die Linke’yi, Fransa’dan Sol Parti’yi, Şili’deki kadın hareketini, Avrupa çapındaki ekolojik isyanın içinden çıkıp gelen güçleri bu zeminde görmeyi isterim.
İzlanda başbakanı Katrín Jakobsdóttir’i Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) Sol Grup üyeliğinden tanıyorum. Lideri olduğu Yeşil-Sol Parti’nin eski İçişleri ve Sağlık Bakanı Ögmundur Jonasson ile birlikte AKPM’deki grubumuza çok güç katmışlardı. Danışmanlar listesinde olmasa da Ögmundur’un bu girişimin yanında olduğunu bilmek bir tür güvence sayılır benim için.
Naomi Klein kapitalist küreselleşmenin neden ve sonuçlarını didik didik eden eserleri ve içinde yer aldığı mücadelelerle Kuzey Amerika’daki toplumsal mücadelelerin anti-kapitalist bir doğrultu kazanmasına çok önemli katkılarda bulundu. İlerici Enternasyonal için pusula işlevi görecek kişilerden biri.
Álvaro García-Linera’yı Bolivya’daki mücadeleden tanıyoruz. 2019’a kadar 14 yıl Evo Morales’in Bolivya cumhurbaşkanı yardımcılığı yapan 1990’ların gerilla lideri. Varlığı bir teminat sayılır.
Britanya İşçi Partisi’nden John McDonnell’in varlığını Jeremy Corbyn’in sol çizgisinin dolaysız yansısı olarak görüyorum.
Vijay Prashad’ı Tricontinental genel yönetmeni olarak biliyoruz. 1970’lerin öncü uluslararası devrimci yayıncılık girişimlerinden birini yeniden canlandırma çabalarını takdirle izliyoruz.
Arundhati Roy, Asya’nın anti-kapitalist sesi ve hayal gücü olarak herkesin bildiği ve fikrine güvendiği bir entelektüel.
Pierre Sané 2001’e kadar dokuz yıl boyunca Uluslararası Af Örgütü’nün genel sekreterliğini yürütmüş, ardından UNESCO’nun genel yönetmen yardımcılığını üstelenmiş Senegalli bir hak savunucusu.
Ece Temelkuran tanıdığımız, bildiğimiz bir yazar ve gazeteci, onun gözlemleri ve uluslararası deneyimleri de benim için önemli olacak.
Yanis Varoufakis’i Syriza Maliye Bakanı olarak Yunanistan’ın “Troyka”ya karşı sürdürdüğü mali bağımsızlık mücadelesindeki kararlılığından ve ardından milliyetçiliğe geri çekilmeksizin Avrupa Birliği’ne karşı yeni bir mücadele cephesi açmak üzere giriştiği yol arayışlarından tanıyoruz.
Şüphesiz, diğer danışmanların da başkalarının dikkatini çeken başka meziyetleri vardır, ancak ne yazık ki onlarla tanışma fırsatı henüz bulamadım. Gene de bu kadarı benim için kişisel düzeyde yeterince fikir verici.
Danışmanlar Konseyi’ndeki isimlerin nasıl bir yöntemle, perspektifle belirlendiği merak konusu. Belki de bu nedenle, bir “network” eleştirisi de geldi açıklanan listeye. Siz ne diyorsunuz bu eleştiriye?
“Network”ün neden kötü bir şey olduğunu bilmiyorum, ama bir “network” olup olmadığını da bilmiyorum. Bütün siyasal mücadeleler tarihi boyunca olanlar oluyor bence, ilk adımı atanlar önce en çok mesai içinde olduklarıyla yola çıkıyorlar, ardından halkalar genişledikçe her yeni gelenle birlikte spektrum genişliyor; deneyimi, fikri, becerisi, toplumsal bağları ve etkileriyle birlikte davet edilen herkes süreci yeniden karıyor. Ne olduğu apaçık aslında. Sanders Enstitüsü ve DiEM25’in ilişki ve hitap alanından başlayarak genişleyen, sonunda bizim olduğumuz yerden bakarsanız HDP’nin kapısını da çalan bir inisiyatif var ortada. Burası bir seçkinler kulübü değil. Vizyon ve ilkelerini paylaşan hiçbir tüzel ya da gerçek kişiye de kapalı değil. Şimdi yeri belli olduğuna göre, herkes de inisiyatifin kapısını çalabilir. Zaten işittiğim kadarıyla, birçok insan web sayfasındaki “üye olmak istiyorum" kutusunu tıklayıp yazılmaya başlamış.
Pek çok şey eylüldeki Zirve’nin istikamet tayinini bekliyor ve çalışmalar daha çok Zirve hazırlığı ekseninde dönüyor. Ama bir kurumsal yapının oluşmaya başladığı da ortada. Fiili işleyişin Zirve’den sonra bir hukuka bürünmesi gerekeceği açık. Her şeyi yeni baştan düşünmek ve kurmak da mümkün teorik olarak.
Varoufakis de Bianet’te yayınlanan söyleşisinde bu sadelik içinde aktarıyor süreci: “Hareket aslında fikir birliği içindeki insanlarla birlikte kendiliğinden gelişti. Bir süre önce bizimle birlikte olmak isteyeceklere ve aynı hedefler etrafında buluşabileceğimiz kişilere açık bir çağrıda bulunduk. Şu anki danışman listemiz de nihai liste değil. İlk danışmanlar bu uluslararası hareketin içinde olmaktan heyecan duyan bir grup insandan oluşuyor. Farklı ülkelerden ve kültürlerden çok daha fazla ilericiye ihtiyacımız var. Kesinlikle Türkiye'den, Asya ve Afrika'dan da… Telekonferans yoluyla İstanbul, Ankara, İzmir'den kişilerle bağlantı kuruyoruz ve onları aramızda görmeyi çok istiyoruz. Arkadaş, meslektaş ve yoldaşlar çemberimizi genişletmeyi dört gözle bekliyoruz. Bize her katılan güç amaçlarımıza ulaşmak için daha çok güç verecek ve dünya çapında daha fazla ilerleme kaydetmemizi sağlayacak.” Bence bu kadarı kâfi.
Bazı örgütlenmelerin ve isimlerin yokluğu dikkat çekiyor. Örneğin, Sarı Yelekler, Topraksızlar Hareketi, ABD’deki siyah hareketin sözcüleri, örneğin Angela Davis… Britanya İşçi Partisi’nin yükselişinde önemli rol oynayan Momentum Hareketi ve artık liderlik yükünden azade Jeremy Corbyn ilk elde akla gelenler. Siz kimlerin eksikliğini gözlemlediniz, hangi örgütlerin katılımını görmek istersiniz önümüzdeki günlerde?
Doğrusu, kimlere nasıl yaklaşıldığı ya da yaklaşılmadığına ve ne yanıt alındığına dair en ufak bir fikrim yok. Bunları zamanla öğreneceğimizi sanıyorum. Ama, örneğin John McDonnell’in varlığını Jeremy Corbyn’in yokluğunun bir açıklaması sayabilir miyiz? Belki de sayabiliriz. İşçi Partisi de bizim gibi görerek ilerlemeyi tercih etmiş olabilir. Aslında ben Momentum ya da Labour’dan önce, burada Unite konfederasyonunu görmek isterim, İlerici Enternasyonal’in Labour’ın sol kanadının da solunda duran bu büyük işçi hareketinin ilgi alanına girmesini ve öte yandan girişimin de yüzünü onlara dönmesini çok isterim.
“Topraksızlar” hareketlerine gelince, konseydeki Bolivyalılar, Guatemalalılar ve Brezilyalıların parti ve hareketleri esasen hep “Topraksızlar” ile ittifak halindeki yapılar. “Topraksızlar”ın dolaysız temsilinin kapısının da teorik olarak açık olduğunu, girişim kendini kurdukça bu temasların kaçınılmazca kurulacağını umuyorum.
Ben doğrusu, Almanya’dan Die Linke’yi, Fransa’dan Sol Parti’yi, Şili’deki kadın hareketinin, Avrupa çapındaki ekolojik isyanın içinden çıkıp gelen güçleri bu ortaklık zemininde görmeyi isterim. İzlanda hükümet partisinin bu açıdan bir kaldıraç rolü oynamasını umuyorum.
Ertuğrul Kürkçü'nün 1+1 Forum'daki röportajını tamamını okumak için TIKLAYIN