HDP Onursal Başkanı Ertuğrul Kürkçü ile “seçim güvenliğini” konuştuk: “Şu an iktidarda sadece diploması sahte olduğu için değil, kazandığı oylar da sahte olduğu için sahte bir iktidar var. Fakat hakiki bir kuvvetle halkı ezmeye devam ediyor.”
Ertuğrul Kürkçü ile bugün yaklaşmakta olan seçimler vesilesiyle
“seçim güvenliğini” konuşacağız. Meselenin önemine binaen
önümüzdeki günlerde Siyasi Haber olarak seçim güvenliği meselesini
elimizden geldiğince gündemde tutmaya çalışacağız…
Röportaj: Esra Üşüdür
Geçen hafta, 11 Mayıs tarihinde Siyasi Haber’de Haluk Ağabeyoğlu’nun “Binlerce Masa Kurmak Zamanı” başlıklı yazısı yayımlandı. Ağabeyoğlu söz konusu yazıda “Seçim güvenliği, oy hakkının savunulması eylemidir; bir halk hareketidir.” saptaması yapıyor ve yurttaşa hâkim duygunun ‘seçimin hile ile çalınacağı, bunların kaybetseler bile gitmeyeceği’ duygusu olduğunu belirterek şu öneriyi yapıyordu:
“Seçim güvenliğini sağlayacak halk hareketinin yaratılmasını teşvik edecek, adım atacak, sorumluluk alacak asli unsur siyasi partilerdir. Bilinen bir Altılı Masa, bir de Demokrasi İttifakı bulunuyor. Her ikisinin karar almaları, bileşenlerinin bütün teşkilatlarına eş anlı gönderecekleri genelge ile adım atmaları gerekir.”
Geçtiğimiz yıl, 13 Nisan 2021 tarihinde Artı Gerçek TV’de yapmış olduğunuz değerlendirmede, siz de seçim güvenliğinin önemine dikkat çekmiş ve şu değerlendirmeyi yapmıştınız:
“Tayyip Erdoğan’ın 2018’de partisinin seçim görevlileriyle yaptığı bir “gizli konuşma” kaydına dikkat çekiyor ve söz konusu konuşmada Erdoğan’ın “Seçim günü diğer siyasi partilerden önce sandık mahallinde yerini almalıdır. Sandık kurulundaki hakimiyeti bizim elde etmiş olmamız gerekir.” dediğini belirtiyor ve Erdoğan’ın bunu “işi bitirmek” olarak nitelediğine söylüyordunuz.
Muhalefet, önümüzdeki ilk seçimlerin gecesinde “adam kazandı” rezaletini bir kez daha yaşamak istemiyorsa, “Seçim Güvenliği İttifakı”nı şimdiden kurmaya yazgılı olduğunu idrak etmelidir. “Adam”ın hiçbir zaman kazanmadığı” oylamaların sonuçlarıyla halkların üstünde tepindiği geçen beş yıldan alınacak ibret budur.”
Yapmış olduğunuz değerlendirmenin üzerinden bir yıl geçti. Kimi girişimler söz konusu olsa bile henüz elle tutulur, ete kemiğe bürünmüş, Ağabeyoğlu’nun deyişiyle bir halk hareketinin başlangıcı olabilecek bir gelişmeye tanık olmuyoruz.
-Sizce hiç zaman geçirmeksizin nereden başlamak ve ne yapmak gerekir?
Herkese merhaba. Hakikaten bu çok önemli bir konu hepimiz açısından. Boşuna dememişler “su uyur düşman uyumaz” diye ve arada geçen zamanda seçim yasasında diktatörlük değişiklikler yaptı ve bizim kaygı duyduğumuz konulardan daha çok kaygı duymamızı sağlayacak şekilde seçim kurullarının teşekkülü konusunda eskisine göre AKP ve MHP’nin seçim kurullarına daha çok nüfuzunu sağlayacak düzenlemeler gerçekleştirdi. Bunların başında kıdemli hakimler yerine kurayla seçilecek hakimlerden söz etti ki bunun anlamı çok açık. İstatistiki olarak son on yılda hakimliğe alınan AKP’li, MHP’li ve faşist, gerici avukat yüzdesi çok yükseldi. Dolayısıyla kıdemli hakimler on yıl öncesinden önce hakimliğe başlamış olanlar. Dolayısıyla onlar ile daha sonra AKP’nin işe aldığı hakimleri birbirine karıştırarak aradan kuradan daha çok AKP’li ve MHP’li manipülatörün seçim kurullarının içine ve başına geçmesine kapı açtı. Fakat bu arada muhalefetin herhangi bir adım atmadığını görüyoruz. Bu son derece vahim. Ben doğrusu izliyorum muhalefet kanadındaki girişimleri, yapılanları, fakat halkın inisiyatifini arttırmak yönünden bir tek girişim olmadığı gibi etkili bir teknolojik, metodolojik bir adım da yok. Örneğin; oyların sayımı ve kontrolü bakımından işleyen bir network oluşturmak gibi. Biliyorsunuz çok iddialı bir network çöküverdi 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında, hiçbir sonuç Anadolu Ajansı’ndan önce alınamamıştı ve maalesef kontrol kaybedilmişti.
Fakat daha da önemli bir şey var. Şimdi bunlar halk oyunu kullandıktan sonra yapılacak işler. Bir de oylar kullanılmadan önce yapılanlar var. Türkiye’de asıl üzerine gidilmeyen ve muhalefet partilerinin bu konudaki gafleti meslek edindikleri durum seçmen listelerinin hazırlanması sırasında kurulan düzeneğin veri olarak kabul edilmesi. Yani AKP’nin mesela %5 oy çalması zaten kabul edilmiş oluyor.
Ben bunun tartışmasını 2017 Referandumu’nda ve 2018 seçimleri sonrasında kendi partimizde yaptım. Fakat bizim partide de her seçimde belli bir miktar oy erozyonu makuldür. Yani “Bu aşılmamışsa vahim bir şey yoktur. Komplolara gerek yok” diye konuşuldu ama daha sonra bu konuda uluslararası bir “seçim adli tıbbı” diyeceğimiz, tam buna doğru dürüst bir karşılık da var mı bilmiyorum Türkçe’de, “forentic” denilen yani “adli teknik tıbbi soruşturma” süreçlerini uygulayan bir uluslararası heyet Türkiye’de hem 2017 Referandumu’nda hem 2018 seçimlerinde seçim sonuçlarını etkileyecek ölçüde %10 düzeyinde bir oy sapması olduğunu, standart oy kullanma örüntülerine oranla ortaya çıktığını saptadı. Uzun lafın kısası seçmen baskılayarak, seçmen kaydırarak, seçmen listelerinde oynamalar yaparak, harici oy kullanma, hariçten sandığa oy doldurma işlemleri yapılarak yaklaşık bir milyon, bir buçuk milyon oyun, -Türkiye’de kırk milyondan fazla oy kullanacak kişi var- yaklaşık bir milyon oyun yer değiştirmesi, kıl payı %49 ile %51 arasında, örneğin 2017 Referandumu’nda etkide bulundu. Yani şu an aslında iktidarda sadece diplomasi sahte olduğu için değil, kazandığı oylar da sahte olduğu için sahte bir iktidar var. Fakat hakiki bir kuvvetle halkı ezmeye devam ediyor. O açıdan bunlar çok önemli konular.
Yani bir kere daha tekrar ediyoruz eskiden konuştuklarımızı ama bu konuda ne yapılabilir sorusuna ben elle tutulur bir cevabın bugüne kadar kurulamadığını görüyorum. Örneğin seçim sonuçlarının değil seçimlerden önceki manipülasyonların tartışılması ve kamuoyunun bilgilendirilmesi konusunda yaptığımız bütün girişimler inanılmaz bir ilgisizlik duvarına geldi çarptı. Çünkü bence bu şu anlama geliyor. Bu seçimlere katılan ve sonuçlarını meşru kabul eden, “yani meşru olarak kaybettik”, “Adamlar meşru olarak kazandılar.” Evet, baskı maskı falan ama yani seçimde hile yoktu” masalını yutmuş olanlar, bunu kabul edenler bir kere daha bu sefer kendileriyle yüzleşme mecburiyetiyle de karşı karşıya kalmamak için bu bahsi geçiyorlar. Bizim de kuvvetimiz yetmiyor. Bu konuda yeterince ikna edici olamadığımızı söyleyelim ama peki bundan sonra olacak olanlar?
Mesela basit örnek, en basit ve gözümüzün önündeki canlı örnek, Şanlıurfa’daki Şenyaşar ailesinin başına gelenler. Bu sadece Şenyaşar ailesinin başına gelmedi. Şanlıurfa’daki bütün Kürtlerin, Türkiye’deki bütün Kürtlerin, Türkiye’deki bütün seçmenlerin başına geldi. Çünkü ben sana oy vermeyeceğim diyen bir aile kurşuna dizildi. Ve bunu yapanlar sandıkları AKP oylarıyla doldurdular. Seçim kurullarını, sandık müşahitlerini korkutarak sandıkların başından kaçırdılar. Şanlıurfa’da bir Derebeylik seçim sürecini yönetti. Muhalefet partilerinin yeterince güçlü olmadığı bölgelerde ki bunlar aşağı yukarı, “adli teknik araştırma” yapanların tespit ettiğine göre Bolu’dan bütün Karadeniz dağlarının güneyindeki illeri bir zincir gibi takip ederek, yukarıdan aşağıya Urfa’ya doğru inen bir hat üzerinde, bir yay üzerinde yaklaşık bir milyondan fazla oyun seçim süreci sırasında seçmenler caydırılarak ya da geçerli oylar geçersiz sayılarak değiştirildiğini gösteriyor. Peki bu şartlar altında ne yapılabilir? Bu şartlar altında on, on beş büyük vilayette müşahitler ve sandık kurullarının teşkili yoluyla bunlarla baş edilebilir. Fakat, diğer her yerde Haluk Ağabeyoğlu’nun dediği gibi bütün partilerin ayrım gözetmeksizin birbirleriyle dayanışarak, eksiklerini tamamlayarak sandıklara giren, çıkan oyların net olmasını ve ortaya çıkan sonuçların sandık tutanaklarında, İl Seçim Kurullarında İlçe Seçim Kurullarında ve Yüksek Seçim Kurullarında doğrulanmasını sağlamak bakımından halk müşahitlerinden oluşacak bir ekiple bu sürecin izlenmesi gerektiği konusunda müttefikim. Yapılacak olan şey bu. İlk akla gelen ve en basit olan şey en doğrusu. Ama bunun için Halkların Demokratik Partisi’ni dışlayarak demokrasi arayışına güya girenlerin seçimlerin de güvenli yapılması bakımından Halkların Demokratik Partisi’ni dışlamaları demek aslında Kürdistan’da AKP’yle HDP’yi, devletle HDP’yi baş başa bırakmaları ve aradan çekilmeleri demek olacaktır. Şanlıurfa örneğinde olduğu gibi, kuzeye doğru gittikçe daha çok karma nüfusun olduğu yerlerde, HDP’nin yarıyı geçmediği, yani oy oranı olarak %50’yi geçmediği yerlerde bu imkanların çok fazla olduğunu görüyoruz. Bunları diğer partiler, altılı masa karşılayacak ya da karşılayabilecek midir? Hiç değilse burada işbirliği yapacak mıdır? Bunu bilmiyorum.
Fakat bunun için ajitasyona ve propagandaya devam etmemiz ve hazırlıkları da bizim kendi açımızdan sürdürmemiz gerekir. Seçimlere parti olarak katılamayan politik güçlerin de burada pekala seçimin bu cephesinde diktatörlüğün sandıktan bir kere daha başını çıkartmaması için kolları sıvaması beklenir.
Bugünden aslında Siyasi Haber’in Haluk Ağabeyoğlu’nun makalesini söz konusu ederek dikkat çektiği konu yaşamsaldır. Ve daha sonra dizlerimizi dövmemek için ve gayrimeşru sonuçları meşru kabul etmeye zorlanmamak için şimdiden bütün gayrimeşruluk kanallarını ve kaynaklarını işaret etmeniz, üstüne gitmeniz, kurcalamanız, deşifre etmeniz ve AKP’nin bu seçimde de hile yapacağını bütün dünyaya şimdiden ilan etmeniz gerekir. Hazırlıklarınızı bununla meşrulaştırmanız gerekir ki seçim sonuçları üzerinden nispeten biraz daha el çekebilsin ve biraz daha caydırılabilsin. Yoksa aynı düzeneğin, işte söylüyorum hepimiz gözümüzle gördük, daha ne diyeyim 2017 Referandumu’nda hileli, kanuni olmayan, meşru olmayan oy pusulalarının ve zarfların meşru kabul edileceğine dair sayımlar başladıktan sonra referandum sonuçları baş aşağı giderken Yüksek Seçim Kurulu karar verdi ve buna çıt çıkmadı söylenmenin ötesinde. O yüzden bu sonuca gene razı olacak mıyız sorusuna yanıt vermek lazım. Çünkü çok iddialı laflar ediliyor, bu kader seçimiymiş, kader seçimine seçim düzeneği diktatörlüğe bırakılarak ve kuzu kurda emanet edilerek girilirse kaderiniz kuzunun kaderi olacaktır. O açıdan bir an önce uyanmaya davet etmekte haklıyız.
-Şöyle bir cümle kurdunuz. “Sahte bir iktidar var ancak hakiki bir kuvvetle ezmeye devam ediyor” dediniz. Bence bu tarihe not düşülmesi gereken bir söz. Onun dışında seçim güvenliğinin aslında iki aşamalı olduğundan bahsettiniz. Yani bir öncesi, bir sonrası ve Şenyaşar ailesini örnek verdiniz. Aslında Şenyaşar ailesinin yaşadığı, yaşadıkları “AKP’ye oy vermiyoruz” diyen bir ailenin katledilmesiyle sonuçlandı. Sizin burada dikkat çekmek istediğiniz husus sadece zarfların korunması vesaire değil yani öncesindeki süreç…
Tabii seçmenler açık samimi iradelerini ortaya koymak, bunun etrafında propaganda yapmak, tercih oluşturmak ve böyle düşünenlerin eşit hakla seçim sandık kurullarında yer almalarını sağlamak, müşahitlerini görevlendirme özgürlüğüyle hareket etmekten caydırılıyor -yani sonuç olarak kimse de kınanamaz can korkusu dolayısıyla- silahlı insanlar, silahsız insanları tehdit ediyorlar. Bu kadar çok kahraman yaşasaydı bu ülkede zaten böyle olmazdı, normal insanlarız hepimiz. O yüzden ancak birlikle buna karşı konulabilir. Silahlı bir insanı silahsız ama örgütlü bir topluluk etkisiz hale getirebilir. Ama başıboş bırakılmış bir topluluğu bir kişi önüne katıp kovalayabilir. Bunlar bildiğimiz şeyler. İYİ Partili HDP’liyle beraber oyların adil sayımı için hareket etmeye kararlı mıdır? Yoksa İYİ Partili şöyle mi diyecek? “Benim oyumu çalacak olan AKP’li HDP’liden iyidir mi?” diyecek? Bunu dediği gün zaten seçimi AKP’ye teslim etmiş demektir.
Yani esas olarak kendi motivasyonlarını bu seçimin kader seçimi olduğuna göre kurgulamaları lazım. Şu an diktatörlükten olmayan herkes dolaylı ya da dolaysız nesnel müttefiktir. Dolayısıyla hiç değilse seçim güvenliği açısından ben örneğin İYİ Partiliye AKP’li seçim kurulu başkanından daha çok güvenebilmeliyim ama benim oyumu aralarında kırışacakları kuşkusuyla hareket edecek olduğum takdirde zaten hepimiz felç olmuşuz demektir. Özellikle Cumhurbaşkanlığı seçimleri bakımından, yani ya Tayyip Erdoğan ya diğeri konumuna geldiği için seçim, burada herkesin çıkarı ortaklaşıyor. Hiç değilse bunu bilince çıkartmayı ümit ediyoruz. Bunu zorlamamız lazım, bu sesin işitilmesi lazım, geçmiş iki seçim, 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve 2017 Referandumu ve tersi örnek, sahip çıkıldığı zaman İstanbul seçimlerinin tekrarlatıldığı süreci gözümüzün önüne getirelim. Nasıl canını dişine takıp Cumhuriyet Halk Partisi’nin -Canan Kaftancıoğlu şimdi onun bedelini ödüyor- bütün bir parti teşkilatı ve onunla ittifak halindeki güçler, yani bizim taban örgütlerimizin sıkı çalışmaları, asılmaları ve sonuna kadar takip etmeleri sayesinde, “bir şey yoksa da bir şey var” diyenler yenilebildiler. Yani pozitif örnek de var. Şimdi demek ki, sonraki 23 Haziran mıydı, 31 Mart’ın tekrarı, orada ne yapılmışsa, 23 Haziran’da ve 31 Mart’ta ne yapılmışsa Türkiye’nin her yerinde onun yapılması mümkündür. Yani elimizde bir de bu örnek var.
Bakın benim gözlemim şudur, Genel Merkez aslında Ankara’yı almayı yeterli görme eğilimindeydi. Ama aşağıdan neredeyse bir isyan halinde, kendi oylarına sahip çıkma dalgası karşısında İstanbul seçimi geri geldi. Bunu hepimiz gördük, yaşadık. Evet, Ekrem İmamoğlu’nu pek çok yönden eleştirebilirsiniz ama kollarını sıvadığını göstermesi, yani “tamam neticeyi kabul ediyorum” değil, bu neticeyi de değiştireceğiz kararlılığının, bu iradenin kitleye geçirilmesinin, seçimlerin gitmemesi ve geri gelmesinde çok önemli bir rol oynadığı açık. Yani bu motivasyonu tekrar etmeyi ve her yerde tekrar etmeyi ve diktatörlüğe dahil olmayan bütün güçler tarafından tekrar edilmesini öneriyoruz ve şimdiden bunun yolu yaratılmalı. İklimi, psikolojisi kurulmalıdır. Ben iş burada başlayıp burada bittiği için, sadece oy verme süreciyle ilgili olmadığı, oy verme düzeneği ve elde edilen sonuçların doğrulanması mekanizması en önemli mesele olduğu için buraya bütün partilerin yatırım yapması çok önemli diye düşünüyorum. Burada işte “HDP olmaz!” “HDP terördür!” falan palavralarının aslında AKP’ye çalışmak olduğunu umarım akıl edeceklerdir, değilse de akıllarına getirmek zorundayız. Diktatörlüğün en çok zulmünü, zararını biz çektiğimiz için, “Ne halleri varsa görsünler”, “İnceldiği yerden kopsun”, “Cehenneme kadar yolları var”, “Onların oyuna mı muhtacız?” diyemeyiz. Bunlar bizim konuşacağımız kelimeler olmadığı için sabırla burada çalışmak zorundayız.
-Benim de dikkat çekmek istediğim bir diğer konu seçim güvenliği meselesinde HDP’nin dışarıda tutulmasıydı. Zaten siz dikkat çektiniz. En azından bu meselede dışarıda tutulmaması gerekiyor. En azından bunu yapmaları gerekiyor dediniz…
20 milyon insan, bunun en az 12, 13 milyonu seçmen. 12-13 milyon seçmenin nasıl davranacağıyla ilgilenmeyen bir muhalefet bloku, yani bu deli gibi bir şey demektir, yani çıldırmışlar, ya da kendi çıkarlarıyla çatışan insanlar, yani kendilerine ihanet halindeler demektir, o nedenle bu mananın anlaşılması için her gün insanların aklına bunun tekrar tekrar sokulması gerekecek. Yani seçimler şöyle kazanılamayabilir. O da bir yoldur. Ama bunun için muazzam bir kabarma gerekir. Yani kahir bir ekseriyet, kahredici bir çoğunluğunuz vardır ki zaten yüzde yetmiştir oyunuz, hükümette yüzde on çalsa, hala yüzde altmışla her şeyi alacak durumdasınızdır. Buna aldırmazsınız. Zaten toprak kayması olmuş demektir. Heyelan gibi bir şeydir bu. Fakat durum o değil. Durum o olmadığı için, hala bir direnç olduğu için, muhalefetin aritmetik olarak aslında %60’lara geldiği fakat birbirini çeldiği bir noktada, son derece olumsuz bir sonuçla karşılaşma riski de vardır. Çantada hiçbir şey keklik değil, o açıdan bu şuuru, bu bilinci bizim aşılamak mecburiyetimiz var ve tabii ki bu seçimlere siyasi kayıtsızlığı teşvik eden koşullar da var. Yani bu kadar çok Kürt halkının zulüm altında tutulması, işte Güney seferine giden özel harekat birliklerinin amanın ayağına da taş değmesin aslanlarımın diye muhalefet partilerinin gösterdikleri şefkatin halkta yarattığı infial ve bunlarla onların ne farkı var durumuna seçim psikolojisinin getirilmesinin de çok önemli bir tehlike ve risk olduğunu, diktatörlük için bir hayat öpücüğü olduğunu da hatırlatmamız gerekir. Evet şimdi aşırı unsurlar biraz elimine ediliyor, kenara çekiliyor gibi gözüküyor ama sonuçta hem kapısına dayanmak hem de aslında bir seçim stratejisinin parçası olarak Güneye sevk edilmiş birliklere zaferle gelin aslanlarım diye sırt kapışlamak, bu iki his arasındaki bu büyük gerilim aslında bir aracın hem gazına hem frenine aynı anda basmak demektir. Ki neticenin ne olduğunu bu durumda bir araca binmiş olan herkes bilir doğrusu.
-Teşekkürler sayın Kürkçü. Şöyle toparlayabilirim sanırım. Sonra, son sözlerinizi alacağım. Bu sohbeti şöyle bitirebiliriz sanırım. AKP-MHP faşist iktidar blokunun tasfiyesi için, en azından seçim güvenliği konusunda bir arada durulması gerektiğini vurgulayabilirim. HDP’nin seçim güvenliğinin dışında tutulmaması gerektiğini söyleyebilirim. Bu noktalara dikkat çekerek bitirelim. Son olarak ne eklemek istersiniz?
Ben de tersinden kurayım. HDP seçim güvenliği için, sonuçta diktatörlük haricinde, diktatoryal blok dışında kalan yani AKP, MHP, Ergenekon bloku dışında kalan bütün güçlerle birlikte çalışmaya hazırdır, ve zaten bunun böyle olması eşyanın tabiatı gereğidir. Hayat zaten bunu bize icbar etmektedir, o açıdan HDP cephesinde ya da radikal muhalefet cephesinde bu açıdan bir problem yoktur. Fakat bunun için merkez partilerin kendi kitlelerine, bugüne kadar olmadığı kadar bir özgürlükçü inisiyatif kazandırmaları, bir görev duygusu edindirmeleri ve hakikaten bir kader seçimine doğru yürüdüğümüze dair bir ruhu aşılamaları gerekir. Bu açıdan bizim sadece beklememiz değil aynı zamanda bu iklimin, bu psikolojik iklimin kurulması bakımından da yeni ve yaratıcı formüllerle tabanda, yukarıda kurulmasa da bu ittifakı kurmamız lazım. Çünkü halk bunları konuşuyor. Kahvede konuşuyor, işyerinde konuşuyor. İşte bilmem altın gününde konuşuyor. Akraba ziyaretinde, tatil yerinde, deniz kıyısında herkes bunları konuşuyor. O açıdan aşağıda da pekala bunun ipuçları oluşturulabilir. Yukarıya doğru zorlanabilir. O nedenle, gittik de genel merkezden bizi içeri almadılar, meseleyi konuşamadık kolaycılığına sığınmamamız, her yerde, her gün, her zeminde, her temas düzeyinde, yurttaşın yurttaşla yan yana ve karşı karşıya geldiği her alanda bu konuda inisiyatif kullanmamız ve kendiliğinden, aşağıdan bir süreç örmeye başlamamız lazım.
Bu karıncanın hacca gitmesi öyküsü gibi. Demişler karıncaya “böyle yürüyüş nereye?”, demiş o da, “ben hacca gidiyorum”. “Eeee” demişler, “Ya Hicaz nerede? Sen neredesin?” O da demiş, “İyi ama hiç değilse Hac yolunda ölürüm”. Bu da onun gibi, biz yapalım, bakalım, görelim, biz yapmazsak kimse yapmayacak demektir, o yüzden karıncaya öykünmek iyidir.
- -Teşekkür ederim. Çok güzel bitirdiniz. Programın başında Siyasi Haber olarak seçim güvenliği meselesinin üzerine gideceğinizi, elinizden geldiği kadar seçim güvenliğini gündemde tutacağınızı beyan etmiştik. Sizinle de bu konu üzerine sık sık yan yana geleceğimizi umut ediyorum. Şimdilik teşekkür ederim.
Ben de çok teşekkür ederim. İyi çalışmalar, hoşçakalın. Teşekkürler.