Öyle kötü ki, yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal… Bir başka deyişle iki arada bir derede… Bizim gibi Emin Oktay tarihi ile geçmişi öğretilen bunca insan, sadece bölgesinin değil ülkesinin geçmişini neredeyse bilmiyor. Kulağına şurada burada çalınan, hasbelkader duyup öğrendiğini derinlemesine araştıramadığından hep kabul etmek zorunda kalıyor. Köyünde, kentinde anlatılanlar, kuşkusuz bunca bilmezliğin içinde “efsane” olmaktan öteye gidemiyor.
Yalan yanlış bilgilerle…
Emin Oktay tarihi, resmi tarih olmanın ötesinde, insanı uzaklaştıran bir tarih… Bilinçli olarak gizlediği tarihi gerçeklerin yanı sıra öğrenme hevesini kırmak için elinden gelen çabayı da gösteriyor. Ancak tarih, şairin şiirce dediği gibi ne Sultan Murat takıyor, ne padişah… Hükümdarların hükümleri sökmüyor ona. İnceden işliyor hayata, yavaş yavaş seriyor gerçekleri gözler önüne.
Kuşkusuz zorluklarla karşılaşıyor, engellenmeye çalışılıyor. Tıpkı Kadir Akın’ın ele aldığı konu gibi. Ermeni mezalimi, katliamı, kırımı, soy kırımı, büyük felaketi, tehciri… ne derseniz artık adına, 100 yıl sonra daha net, daha açıktan seslenebiliyor insanlara. Bazı konuları ele almanız istenmez, uyarılırsınız, tehdit edilirsiniz… kitabını bile almamanız için elden gelen her türlü sorun çıkartılır. Yeter ki tarih size yol göstermesin.
100 yıl geçti üzerinden…
Hala soğumadı yürekler. İstanbul’da Beyazıt Meydanında 20 darağacında 20 genç asılır, sadece ibret olsun diye. Çünkü sadece sosyalizmi istemekte, onun için mücadele etmekte, din-din-ırk ayrımı gözetmemektedirler. Gözlerinde korkunun izi yoktur, tedirgin değil, güçlü adımlarla çıkarlar, az sonra altlarından çekilecek tabureye ve haykırırlar olanca güçlerince, haklı mücadelelerini.
Aynı tarihlerde, ülkenin doğusunda, sadece 20 kişi değil tüm halk, aynı sudan gerekçelerle evlerinden yerlerinden, işlerinden sürülürler. Çoluk çocuk, yaşlı genç, kadın erkek ayrımı yapılmamıştır ve yayan yapıldak düşerler yollara. Ölüm kol gezmektedir her tarafta, açlık bir yanda, hastalık diğer yanda. Kurşunlanmalar, taciz ve tecavüzler; bir şekilde yere düşmeyenlerin boynundaki Demokles kılıcıdır. On, yüz, bin, on bin değil… bütün bir halktır ölüme sürüklenen (Her ne kadar resmi soykırım emri yok, dense de görünen köy kılavuz istemez). Adını ne koyarsanız koyun -ister tehcir deyin, ister sürgün, ister büyük felaket, ister soykırım- bütün bir halk, sadece bir yerden değil, bütün Anadolu’dan sürülmüş.
Özgürlük, adalet, hak ve eşitlik
Ulus partilerin oluşmasıyla birlikte sömürge konumunda olan hemen bütün halklar özgürlüklerini kazanmak için örgütlenmeye ve mücadele etmeye başlar. Bu halkların arasında doğaldır ki Ermeniler de vardır, ancak bir farkla… Ermeniler; Sosyalist İşçi Federasyonu, Hınçak ve Taşnak partileri öncülüğünde, yerine ne koyacağını bilerek ve bildirerek mücadele etmeyi görev bilmiş ve sonucu ne olursa olsun kararından geri durmamış, her ne nedenle olursa olsun geri dönmemiştir.
Paramaz ve arkadaşları kendilerinin neden idam edildiğini bilirler kuşkusuz. Ne ilktirler ne de son olacaklardır. Küçücük, incecik cılız sesleri artık herkesin talebini dile getirir, getirmeye çalışır. Ölenler dövüşerek ölür ve güneşe gömülür… Her güneş doğuşunda insanlar bir kez daha sevinç ve heyecanla onların yanında/yolunda olmanın/durmanın kararıyla bilinçlenir.
Titiz araştırma, zorlu çalışma…
Kadir Akın, bulduğu ve/veya karşısına çıkan ipucunu değerlendirerek, İstanbul, Erivan, Beyrut gibi merkezlerde onlarca insanla konuşarak, Ermenice birçok eseri çevirterek ince ince işleyerek sadece Paramaz ve arkadaşlarının değil Abdülhamid’den İttihat Terakki’ye bir dönemin aydınlanmasını sağlamış. İki yıllık önemli bir çalışmanın ürünü “Ermeni Devrimci Paramaz”, bir kaynak kitap olarak değerini koruyacak, yeni araştırmaların ve akademik çalışmaların da kaynağı olacak.
Mahir Sayın, kitaba yazdığı önsözde, önemli noktalara değiniyor, ama en önemlisi de iki halk arasında kopan halkayı Paramaz ve arkadaşlarının birleştirdiğini anlatıyor. Sadece önsöz bile ne denli kıymetli bir kitabı okuduğumuzun kanıtı…
Bizim bizden gayrı kimimiz var?
2014’te sinemamızın 100’üncü yaşını kutladık. Fuat Uzkınay’ın çektiği “Ayastefanos Abidesinin yıkılışı” sinemamızın başlangıcı olarak kabul edilir. Oysa çok daha önceden Rum ve Ermeni filmciler vardır İstanbul’da ve onlarca film çektikleri bilinir. “Sırf biz en iyiyiz, en güzeliz, en güçlüyüz, bizim ırkımız var ya, bizim ırkımız…” demek için sözü edilmez o filmlerin. Öte yandan Fuat Uzkınay’ın çektiği söylenen filmi kimse de görmemiştir. Küçümsemek ve gözden düşürmek amaçlı yapılan bu bilinçli girişim, sadece sinemayla sınırlı değildir kuşkusuz. İşte devrimciler için de geçerli bu. Paramaz ve 19 arkadaşı, idam edildiğinde Türk sosyalist/komünistler yoktur daha sahnede. Çok sonra çıkarlar, ama ırkçılık ve/veya bu yanlış yaklaşımla, sosyalist cephede de o sonradan çıkanlarla başlatılır tarih.
Tarihin taşlarını yerine koymak, ırkçı faşist anlayışla yok edilen bir ırkın hiç değilse tarihteki hakkını vermek için “Abdülhamid’den İttihat Terakki’ye Ermeni Sosyalistleri ve Soykırım” alt başlıklı “Ermeni Devrimci Paramaz” kitabını okumalı ve tarihin gerçeklerini görüp bir kez daha anlamalıyız bizlerden ve gözlerden nelerin gizlendiğini…
Dipnot Yayınları arasından çıkan Kadir Akın’ın Ermeni Devrimci Paramaz kitabı bir kez daha düşündürmeli bizleri… Bir kez daha tanımalıyız neyin ve hangi güçlüklerin üstünde yükseldiğini mücadelenin.
KÜNYE: Ermeni Devrimci Paramaz, Abdülhamid’den İttihat Terakki’ye Ermeni Sosyalistleri ve Soykırım, Kadir Akın, araştırma, inceleme, toplumsal tarih, 2015, 318 s.
Bu yazı İleriHaber.org sitesinden alınmıştır.