Erkeğin baskın ve ayrıcalıklı olduğu ataerkil sistem küresel düzeyde aşınıyor, değişiyor ve yeni tür erkek egemenliği ortaya çıkıyor.
Kadınların kazanımlarıyla ayrıcalıklarını kaybeden ve endişeleri artan erkeklerin bazıları, güçlerini korumaya çabalarken yeni şiddet biçimlerine meylediyor. Az sayıdaki diğer erkek ise ataerkiyi sorguluyor, erkek olmanın ayrıcalıklarından vazgeçiyor ve eşitlikçi erkekliği inşa ediyor.
Ezme- ezilme illişkisi
1970’lere dek erkek ve erkeklik kavramlarının akademide incelenmeye başlamasıyla “Erkeklik Çalışmaları” ortaya çıktı.
Erkeklik çalışmalarının öncüsü R.W. Connell’in işaret ettiği gibi, ataerkinin yarattığı ezme-ezilme ilişkisinde, kadınlar üzerinde ayrıcalıklı bir konuma sahip olan erkeği de anlamak ve erkekliği araştırmak gerekiyordu.
Eğer ataerki ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği kadınlarla birlikte erkekleri de olumsuz etkiliyor ise erkeklik ve erkeklerin de kazanım ve kayıplarını ele alan çalışmalara ihtiyaç vardı. Bu ihtiyaçla, erkek egemen sistemin erkekler üzerinde yarattığı sorunlar, farklı erkekliklerin varlığı ve hegemonik erkekliğin eleştirisi konularında pek çok araştırma yapıldı.
Araştırmalar, kadınlar gibi erkeklerin tek bir kategori olarak evrensel ve değişmez şekilde tanımlanmayacağını gösterdi.
Erkeklik yerine, erkek egemenliğine göre farklı konumlandırmaları olan erkeklikler kavramı tercih edilmeye başlandı.
Erkek ve erkeklik kavramlarının kategorik olarak tanımlanmasının güçlüğü nedeniyle, “erkek olmak nedir?” “toplumsal cinsiyet bağlamında erkeklikler nasıl inşa edilir?” sorularına verilen yanıtlar ile ortak bir çerçeve çizildi.
“Erkeklik zamk gibi, zaman ve mekanlardan sızarak bulaşır, yapışır. Yıkayınca çıkmadığı gibi, yapışkan yerlerini, bağlantılarını zamanla görünmez kılar.” (Suna Kafadar)
Günümüz toplumları hala “erkek egemen”; erkekler siyasi, ekonomik ve diğer tüm alanlara hâkim olmayı sürdürüyor. Bu hakimiyet, onlara pek çok ayrıcalık tanıyor. Bu ayrıcalıklı konuma erişmek için bazı aşamalardan geçmesi gerekiyor.
Türkiye’de bir oğlanın erkek olmak için geçmesi gereken 4 aşama genellikle sünnet, askerlik, iş sahibi olma ve evlilik olarak sıralanıyor. Bu aşamaların sonrasında “erkek kalmak” için toplumun genelinde kabul gören eril pratiklerin sürdürülmesi ve ataerkil sistemin makbul gördüğü profile uymak icap ediyor.
Türkiye’de Erkeklik’ler adlı çalışmamda, “erkek olmanın ne demek olduğunu” sorduğum erkekler verdiği yanıtlardan bazıları şunlardı :
“Erkek olmak, güçlü olabilmek, kavga edebilmek, küfredebilmek!” (Hasan Deniz AÇEV Babalık Çalışmaları)
“Erkek olmak: adam olacaksın, senin sözün geçecek, evde de sözün geçecek.” ( Şener Azak-Gazeteci)
“Uzun bir tarihi süreç içerisinde şekillenmiş, kültürel kodlarla kuşaktan kuşağa aktarmış bir erkek olma rolü var.” (Cafer Solgun -Yazar)
En kapsayıcı yanıt şu idi: “Erkek olmak, birisiyle yakınlık kurmaktan, korkunu nasıl yaşayacağına, nasıl sevişeceğine, birisine nasıl iltifat edeceğine, öfkeni nasıl ifade edeceğine kadar her şeyi belirleyen kocaman bir donanım.” (Hasan Deniz, AÇEV Babalık Çalışmaları)
1980’lerde yalnızca tek ve homojen bir kadın olmadığı gibi tek bir erkek kategorisi olmadığı, farklı erkeklikler olduğu düşüncesi yaygınlaşmaya başladı. Bu araştırmalar, farklı erkekliklerin varlığını ve bunların “hegemonik-egemen erkeklik” gölgesinde kaldığını ya da ötekileştirildiğini gösterdi. Bu sayede erkeklik, artıları ve eksileriyle sorgulanmaya başladı.
Farklı Erkeklik’ler
Erkekliğe dair yapılan birçok araştırma, erkekliğin erkeklere kazandırdığı ayrıcalıklar yanında, yüklediği sorumluluklarla ezdiğini de gösteriyor. Şüphesiz, tek ve homojen bir kadın kategorisi olmadığı gibi, tek ve homojen bir erkek grubu da yok: farklı erkekler ve çeşitli erkeklikler olduğunu söylemek mümkün.
Genel kabul gören erkek kalıpları içinde davranmaması durumunda, bazı erkekler bir tür ötekileştirme deneyimi yaşıyor ve toplumdan dışlanıyor.
“Yeterince iyi erkek değilseniz, olması gerektiği gibi bir erkek değilseniz, siz de bedelleri ödüyorsunuz. Çünkü erkeklik böyle bir şey.” ( Cenk Özbay -Akademisyen)
İşte yeterince iyi erkek olmayan ya da gerektiği gibi erkek olmayanlardan biri olan LGBTİ+ aktivisti Ameda Murat Karakuzu, bunun bedelini ödeyenlerden:
“Ben kendimi erkek olarak görmüyorum. Ama kadın olarak da görmüyorum. Çünkü erkeklik ne? Tam erkek olma diye bir şeyin olduğuna inanmadığım için, erkekliğin, kadınlığın, cinsiyetlerin akışkan olduğunu söylüyorum. Kime göre erkek, neye göre erkek? Hiç kimse kendini bir cinsiyet kategorisine sokmak zorunda değil.” (Ameda Murat Karakuzu- LGBTİ+ Aktivisti )
Erkeklik Çalışmaları alanındaki araştırmalar sayesinde, erkeklerin her gün erkeklik pratikleriyle erkekliklerini kanıtlamaları gerektiği, bir yandan da “hegemonik erkeklik” modelinin ulaşılması gereken bir ideal olduğu iddia edildi. Örneğin Türkiye için iki “hegemonik erkek” var ise biri laik, modernist, cumhuriyetçi erkekliğin imgesi Atatürk, diğeri İslamcı erkekliğin sembolü Recep Tayyip Erdoğan olarak değerlendirilebilir. (Cenk Özbay)
Değişim iradesi
1970’ler hem Erkeklik Çalışmaları ile akademide erkeklik bir sorunsal ortaya çıkmasına hem de küresel düzeyde erkeklerin öncülüğünde başlayan birçok harekete sahne oldu. 1970’lerin başında “Erkekler ve Erkeklik” adlı konferans dizisinde bir grup erkek eril düzeni sorguladı. Erkek Hakları Hareketi ile ataerkinin erkeğe yüklediği rolü eleştirildi. 1990’ların başında Beyaz Kurdele (White Ribbon) kampanyası erkeklerin kadına yönelik şiddeti sonlandırması için küresel hareket başlattı.
Türkiye’de de erkekler tarafından başlatılan ve egemen erkekliği sorgulayan Biz Erkek Değiliz İnisiyatifi (BEDİ), Rahatsız Erkekler grubu, Erkek Muhabbeti oluşumunun “Erkekler Erkekliklerini Sorguluyor” atölyesi ve Eleştirel Erkeklik İnisiyatifi pek çok hareket ortaya çıktı.
Küresel düzeyde ve Türkiye’de ortaya çıkan tüm bu oluşumlar, ataerkil sistemde toplumsal cinsiyet pratik ve söylemlerinin araştırılmasını sağladı. Ayrıca, erkeklerin kendi erkekliklerini sorgulamasına ve değişim iradesini ortaya koymasına olanak sundu.
Eril şiddet, erkeklik krizi ve erkek egemenliğinin yeni türü
Erkek egemen sistemin taşıyıcısı olan modern ailede erkeğin geçimden sorumlu aile reisi olduğu, kadınının ücretsiz ev emeği rolünü üstlendiği model değişiyor.
Bu aynı zamanda erkek egemen sistemin de değiştiğini gösteriyor: modern toplumun temeli olan “erkek-vatandaş odaklı ulus-devlet orduları, erkek merkezli aile, erkek kas gücüne dayalı endüstriyel fabrika üretimi” değişirken, erkeklerin istihdam olanakları da azalıyor. Kadınların ev içi sorumlukları daha çok paylaşmaya başlamasıyla, erkeklerin egemenliği yeni bir sekle bürünüyor.
Değişim kaçınılmaz olarak eril tahakkümün dönüşümünü de zorunlu kılıyor çünkü artık erkeklerin kadınlardan üstün olduğunu iddia etmek biyolojik, ekonomik ya da kültürel gerekçelerle açıklamak güçleşti. Bu durum, “ataerkilliğin sonu” veya “erkeklik krizi” gibi kavramlara açıklanıyor. Aslında bitenin yerine gelen şey “yeni türde bir erkek egemenliği.”
Erkeklik, geleneksel olarak kadınların erkeğin aşağısında olduğu ön kabulüne dayanıyor. Bu nedenle, birçok erkek kadınların her kazanımında kendini daha güçsüz ve daha az “erkek” hisseder.
Ataerkil sistemde erkeğin yarattığı şiddetin temelinde işte bu korku ve güç kaybı yatıyor : toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin hakim olduğu toplumlarda “kadına yönelik şiddet” “kadına yönelik erkek şiddeti” kavramları, şiddet kullananın erkek olduğuna, erkek tahakkümüne itiraz ettiğinde kadının sınırlarını erkeğin şiddet ile belirleme “imtiyazına” vurgu yapıyor.
1990’larda kadınlar erkek şiddetini daha çok dayak üzerinden tanımlarken, 2000’lere gelindiğinde şiddet türleri değişti ve çeşitlendi. Önce “ilişki içinde cinsel saldırı”, 2010’larda “flört şiddeti”, “ısrarlı takip” gibi yeni kavramlar hayatımıza girdi.
Şiddete maruz kalanın kadın olduğu o kadar açıktı ki “kadının beyanı esastır” ilkesi hukuk düzeninde yerini aldı. Bugün artık sadece fiziksel şiddetten değil ekonomik ve psikolojik şiddetten de söz ediyoruz. Hatta psikolojik şiddetin çeşitlenen türleriyle “incelikli erkek şiddet biçimlerini” tanımlamak için gaslighting, mansplaining, mağdur suçlayıcılık gibi yepyeni kavramlara ihtiyaç duyuyoruz.
Son yıllarda ortaya çıkan ve şiddetin türlü yüzlerini açığa çıkaran kavramlar, erkek egemenliğinin değişen türünü, yeni erkeklik biçimlerini ve erkek şiddetinin değişip dönüşebildiğini gösteriyor. Daha önemlisi, erkek şiddetinin “yasalara ve zamana sığmayan yapısını” açığa çıkarıyor.
Bir önceki kuşaktan farklı olarak yeni erkek şiddeti biçimlerine maruz kalan kadınlar açısından, değişmeyen olgu şiddetin temelini oluşturan toplumsal cinsiyet eşitsizliği.
Eril Restorasyon : Erkeklerin iktidarı geri alma savaşı
Kadına yönelik şiddetin nedenini “erkeklik krizi” ve “eril restorasyon” gibi yeni kavramlarla tanımlamak, değişen erkek egemenliğinin ve yeni biçimlerini açıklamayı kolaylaştırıyor. Yakın Ertürk, küresel düzeyde “ataerkil kültür ve cinsiyet yapılanmasının hegemonyasını sürdürdüğünü, cinsiyet ayrımcılığını yeniden üretmeye devam ettiğini ve şiddetin sınır tanımaz biçimde yaygınlaştığını söylüyor. Erkek hegemonyasının istikrarsızlaşması nedeniyle, “ataerkil yapıdaki derin kırılmalar erkekliği krize soktu” diyen Ertürk’e göre, şiddet arttı çünkü hem eril güç(erkek) hem devlet kendini yeniden meşrulaştırma çabasına girdi.
Küresel düzeyde erkek egemenliğine dayalı modern toplum yapısı değişiyor çünkü erkek gücüne dayalı endüstriyel üretim değişiyor; zorunlu askerlik azalıyor, erkeğin merkezde olduğu aile yapısı değişiyor. O halde erkek egemen sistem de değişiyor. Ailenin geçimini artık sadece erkeklerin sürdürmesi zorlaşıyor, çiftler ev içi sorumlulukları çalışarak paylaşan çiftler artıyor. Bu da aile reisi olan erkeklerin otoritesini azaltıyor; erkekler konumlarını korumak için şiddet kullanınca, kadına yönelik erkek şiddeti artıyor. Şiddet kullanmasa bile kadınlarla geçim sorumluluğunu paylaşan erkekler, otoritelerinin sorgulanmasını, dini alanda dindar kadınların erkek üstünlüğüne itirazlarıyla deneyimliyorlar.
Kadın hakları mücadelesinin ve LGBTİ+ hareketinin güçlenmesiyle tedirginlikleri artan erkeklerin bazıları, eşit haklara karşı çıkıyor ve kadın-LGBTİ+ düşmanı gruplar oluşturuyor. Kısaca özetlediğimiz tüm bu değişimlerin etkisiyle “erkeklik krizi” oluşuyor.
Özetle, erkeklik krizin temeli ağırlıkla değişen istihdam koşullarında yatıyor. Tüm bu gelişmelerin sonucunda aile ve erkekliğin formları değişiyor. Birçok araştırmacı, erkek egemen toplum ve egemen erkekliğin değişmesiyle güç kaybettiğini ancak bazen de başka bir alanda yeniden kendini var ettiğini söylüyor.
İçinde olduğumuz süreci “eril restorasyon” olarak tanımlayan Deniz Kandiyoti, bununla erkeklerin kaybettiklerini geri kazanmaya çabası olarak açıklıyor.
Diğer bir ifadeyle erkekler eril tahakküm krizine girmişler ve kayıplarını telafi etmeye çalışıyorlar. Yakın Ertürk de Kantiyoti’ye katılıyor ve “eril hortlama” kavramıyla eril gücün imtiyazlı konumunu koruma çabasını vurguluyor: “Kadınlar kaderlerine razı olmadıkça, gerek devletin muhafazakâr/baskıcı politikaları gerekse devlet dışı aktörlerin karşı atağa geçmeleri tam bir restorasyon hamlesi.”
Tüm bu tespitlere göre, kadına yönelik erkek şiddetinin bir yönünü kadının artan gücü oluşturuyor : itaat edilmeyen, boşanılmak istenen ya da reddedilen erkeğin şiddeti de artıyor. Bu bir yanınla erkek düşmanlığın yayılmasına bir yanıyla da kadına karşı şiddetin karşısında ve kadınların yanından duran erkeklerin de sayısının artmasına neden oluyor. Ek olarak, şiddet faili erkeklerin cezasız kaldığı algısı karşısında erkek şiddetine karşı itirazlar da artıyor.
Eşitsizliğin sonucunda ortaya çıkan kadına yönelik şiddet şüphesiz ki bir “erkek eylemi ve erkeklik suçu”. Bu nedenle, erkeklerin şiddetle ilişkisinin sorgulanması ve şiddetin önlenmesi için erkeklerin sürece dahil olması elzem.
“Şiddetsiz erkeklik” inşa etmek, şiddetsiz ilişkiler kurması ve eşitlikçi ilişkiler kurması için erkeğin bilgisini ve farkındalığını artırmak gerekiyor.