HATİCE ERBAY yazdı: “Feminist hareket ve kadın hareketi kadın dayanışmasını temel alarak kendi yolunda ilerlemeye devam edecektir. Zaman zaman bizzat kadınlarla uğraşması, karşı karşıya gelmesi gerekse de.”
HATİCE ERBAY
TBMM'de şiddet çokça şahit olduğumuz, hatta biraz da alışkın olduğumuz bir durum. Sadece Türkiye'de değil başka ülkelerin parlamentolarında da yumrukların tekmelerin havada uçuştuğu, filmleri aratmayacak sahneleri de gördüğümüz oldu. Bu kavgalar büyük çoğunluk tarafından hep politik kavgalar olarak, politikanın bir parçası olarak görüldü/görülüyor.
Geçtiğimiz günlerde ise TBMM'de erkeklerin arasındaki kavgalardan farklı olarak kadın vekillere yönelik şiddet olayları yaşandı. AKP Grup Başkanvekili Mustafa Elitaş, açık oylamaları cep telefonu ile çekmeye çalışan CHP Milletvekili Fatma Hürriyet Kaplan’ın üzerine yürümüş ve boğazını sıkmıştı. Bu olay sıradan bir kavgaymış gibi geçiştirildi. Adı konmadı, "kadına yönelik erkek şiddeti" denmedi. Daha sonrasında da, bağımsız milletvekili Aylin Nazlıaka'nın Evet diyen MHP'lileri protesto etmek için kendini kürsüye kelepçelemesiyle başlayan şiddet hızını alamayıp iktidar partisinin kadın vekillerine kadar sirayet etti.
Meclis’teki şiddetin adını koymak
"Meclis’e kilit vurulduğu için" kendisini kürsüye kilitlediğini söyleyen Nazlıaka'nın kullanmaya çalıştığı demokratik hakkına AKP'li İlknur İnceöz tornavidayla yaklaşırken, AKP’li Gökçen Özdoğan Enç, Pervin Buldan'ın göğsüne tekme attı, Şafak Pavey'in protezinin çıkmasına neden oldu. Böylece başta ana akım medya olmak üzere birçok kesim de hiç vakit kaybetmeden bir şov izler gibi cinsiyetçi bir yaklaşımla olayı “yorumlamaya” başladılar. Mesele "Kadın kadına şiddet", "Meclis’te tarihi kavga", "Sonunda bu bile oldu; kadınlar Meclis’te şiddete kalktı" şeklinde manşetlere taşındı. Olay kadınlar arasında olduğu için, "politik" bir kavga olarak bile görülmedi ve fantazi dünyaları epey sınırlı olduğu anlaşılan AKP'li erkekler arasında ucuz pornografik esprilere konu oldu.
Lafı dolandırmadan söylemek gerekir ki Aylin Nazlıaka’ya yönelen şiddet, kadınlardan gelmesine rağmen, gücünü devletten ve iktidardan alan erkek şiddetinin bir yansımasıdır. Bu son olaylar TBMM’de gördüğümüz erkek vekiller arası kavgadan farklıdır. Bu ayrımı net olarak koymak ve adını belirlemek gerekir; şiddet kadınlara yönelmiştir, bu kadına yönelik şiddettir ve bizim için bu nedenle politiktir. İddia edildiği gibi AKP'li bir vekilin el hareketiyle başlasa da başlamasa da bu şiddetin temelini öğrenilmiş eril tepki oluşturmaktadır. Bir işaretle başörtülü birçok kadının kürsünün etrafını sarması sonucunda, bazı kesimlerde, bu saldırının suçunun başörtüsüne yıkılması ya da başörtülü kadınların şiddet eğilimli olduğunun söylenmesi de hem sorunlu hem de bu saldırının temelinde yatan eril şiddeti görünmez kılan bir yaklaşımdır. Halbuki bu saldırı, kadınların kendi hakları ve demokratik talepleri için yaptığı hiç bir şeye tahammül gösteremeyen, erkeklik krizine yakalanmış "kızlı- erkekli" bir politik anlayışın sonucudur.
‘Erkeğe yakın olmak, iktidara yakın olmak’
Bu Meclis daha iki gün önce tecavüz mağduru çocukları tecavüzcüyle evlendirmek için toplanmıştı. Bu Meclis "rıza yaşı"nı 12 yaşa indiren düzenlemeyi torbaya attığı için bizler daha iki gün önce sokaklardaydık, AKP'li kadın vekiller ise susmaktaydı. Her şeye rağmen, bu şiddetin, kadınların, çocukların can güvenliği, hakları için yasalar yapması, taciz, tecavüz vakalarındaki yasal düzenlemeleri acilen gerçekleştirmesi gereken TBMM'de vuku bulması yine de düşündürücüdür. Yıllardır feminist hareketin ve kadın hareketinin savunduğu politikalar sonucu mahkum edilen erkek şiddeti, TBMM çatısı altında iktidar tarafından meşrulaştırılmaya çalışılmıştır. Bizler, Meclis’in erkekleşmesinin önüne geçmek için kadın vekil sayısının çoğalmasını isterken, kadın vekillerin şiddete uğraması da çok vahimdir.
Politika erkeklerin alanı olarak tariflendiğinden, iktidar ise zaten erkeklere ait olduğundan, bu alana adım atan birçok kadın; erkeğe yakın olmayı iktidara yakın olmak olarak algıladığından tarafını ve tavrını buna göre belirleme hatasına düşmektedir. İşte tıpkı şiddet göstermede bir türlü hızını alamayarak işi ölümcül darbelere kadar vardıran AKP’li Gökçen Özdoğan Enç gibi.
Farklı yollardan olsa da her kadın mutlaka kadın dayanışmasına ihtiyaç duyacaktır, geç de olsa bu dayanışmanın ne kadar hayati olduğunu anlayacaktır. Buna Gökçen Özdoğan Enç de, erkeklik merakına yakalanan başka kadınlar da dahil. Yaşam alanlarında var olmaya çalışan, uğraşan, üreten, mücadele eden biz kadınlar ise aslında çok iyi biliriz ki, "erkek egemen anlayış" kadınlar arası rekabeti ve husumeti her zeminde sürekli kışkırtmakta. Zaten bunu iyi bildiğimiz için ve hiç bir şekilde yüz vermediğimiz için biz de sürekli “kadın dayanışması“ deriz/diyoruz.
Kadın dayanışması böyle olur
Bunun en güzel örneğini HDP’li kadın vekiller bu saldırı sırasında gösterdiler. Hiç düşünmeden, hiç tereddüt etmeden, ne yapmaları gerekiyorsa ve ellerinden ne geliyorsa yaptılar. HDP'li kadınlar hem sahiden inanıyorlar kadın dayanışmasına, hem de kendi hayatları üzerinden çok iyi biliyorlar önemini. Çünkü kadın dayanışması Meclis’te değil asıl sokakta, eylemde, kadınlarla yan yana verilen mücadele içerisinde öğreniliyor, ancak o zaman sahici bir hal alıyor. HDP'li kadın vekiller bu sahicilikleriyle hepimize umut ve güç veriyorlar. AKP'li kadınların tutumu ise öyle umudumuzu kıracak bir kriter oluşturmuyor bizler için. Tam tersine feminizmin ortaya koyduğu politik argümanların ne kadar doğru, güçlü ve yol gösterici olduğunu, feminist mücadelenin, su götürmez bir şekilde kadınların hayatlarının içinden çıktığını gösteriyor.
Sonuç olarak elbette biz kadınların dertlerinden biridir, TBMM'nin erkek egemen yapısı ve ne olursa olsun kadın düşmanlığına geçit vermemek. Meclis de sistemin bir parçası olarak, erkek şiddetini/egemenliğini besleyen ve buradan beslenen bir yerdir. Çıkardığı ve çıkarmadığı yasalar, şimdiye kadar kadınlarla ilgili yaşanan bütün sorunlara ve direkt kadın vekillere yaklaşımıyla bunu çoktan ortaya da koymuş bir yerdir. Yine de Meclis’in erkek egemen halinin değişmesi, ilk olarak kadın oranının artmasından, sonrasında ise kadınların kendi sorunları ve öncelikleri etrafında, gerektiğinde kendi partilerini de aşacak şekilde bir iletişim kurmalarından geçmektedir. Direkt kadın bedenine yönelen şiddet, taciz gibi durumlarda ise çok daha güçlü ve net duruşların sergilenmesi bütün farklılıklara rağmen kadın dayanışmasının hayata geçirilmesi gerekmektedir. Bu her ne kadar şimdilik bir temenni gibi dursa da, kadınların mücadelesi bir bütündür ve bizler için hepsi yaşamsal değere sahiptir. Feminist hareket ve kadın hareketi kendi mücadele alanında bunların hepsiyle tek tek uğraşarak, kadın dayanışmasını temel alarak kendi yolunda ilerlemeye devam edecektir. Zaman zaman bizzat kadınlarla uğraşması, karşı karşıya gelmesi gerekse de.