GÜLFER AKKAYA yazdı: “Giderken dahi gözümüzün içine bakarak ‘Hizmet için yandım tutuştum’ yalanını söylemekten hicap etmeyen kişilerin, direnmek yerine şov yapmaları, el pençe durmaları ibret vericiydi. Kovulacak kadar ‘güçlü’, ses çıkartamayacak kadar ‘cesur’ çıktılar. Böylece erkekliğin kitabına yeni sayfalar eklediler.”
GÜLFER AKKAYA
İstanbul, Ankara, Bursa Büyükşehir Belediye Başkanları istifa ettirildi. Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkanı önümüzdeki pazartesi istifa edeceğini açıkladı. Neden istifa ettirildiklerine dair tek bir açıklama yoktu. Genel bir açıklama yapıldı. Seçimler yaklaşırken AKP kendisini yeniliyordu. İliklere dek işleyen metal yorgunluğundan kurtulma çalışmalarıydı bunlar.
Ancak görevden alınan başkanlar yorgun olduklarını kabul etmek bir yana, iyi hizmet verdiklerini söylüyor, daha fazla hizmet için yanıp tutuştuklarını dillendiriyordu.
Gökçek’in bir gece ansızın ODTÜ ormanlarına girişini anımsayınca dinç oluşlarına şahitlik etmemek gıybet olur.
Hizmet aşkı ile tutuşan büyükşehir belediye başkanlarının tamamının üzerine bir kova su dökülüverdi. Nasıl ateş idiyseler, hepsi tıss diye sönüverdi.
Söyledikleri gibi kendilerine yakışanı yaptılar.
Neydi kendilerine yakışan? İtaat.
İçlerinde ne fırtınalar kopuyordu kim bilir? Ama işte kendilerinin de desteği ile uzun yıllar güçlendirerek var ettikleri korku iklimi, güvensizlik havası döndü kendilerini vurdu.
Mesele lidere ters düşmek değildi. Mesele lidere karşı gelememek idi. O kadar akılları, örgütlülükleri, çapları yoktu. İsteseler binlerce kişiyi sokağa dökebilirlerdi ama bunu yapabilecek cesaretleri yoktu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan “Oraya kendileri gelmedi” diyerek resti çekerken ve o resti yiyen koca koca adamların gıkı çıkmazken insan düşünmeden edemiyor. “Hadi geçtik demokrasiyi, özgürlüğü, kendilerine saygıları da mı yok?”
Evet yok. Hepimizin gözü önünde itibarları adeta ayaklar altına alındı. O sırada onlar hala yeni görüşme için randevu peşindeydiler.
Zaten kendileri olabilselerdi belediyeleri o şekilde yönetmezlerdi. “Boş ol” hukuku ile kovulan koca koca adamların yönettiği belediyelerde demokratik, çoğulcu anlayış mı vardı?
Çok övündükleri halka hizmetlerinde halk için ne yaptılar? Kapitalist soyguncularla masalarda oturup para, kat, hisse karşılığı yönettikleri bölgeyi satmaktan başka ne yaptılar?
Erdoğan’ın onları kovduğu gibi, onlar da koltuklarında otururken kapısını çalan yoksulları, muhtaçları kovmadılar mı? Onlara tiksinerek bakmadılar mı? Yanlarında çalışan işçileri daha çok çalıştırıp, düşük ücret vermediler mi? Hizmet adı altında nice yolsuzluklarla medyada yer almadılar mı?
Belediye başkanlıklarını hizmet vermek yerine güce dönüştürerek, halkın vergileri ile maaşı ödenen silahlı adamlarla halka karşı çalışmadılar mı? Seçim diyerek oy çalıp, yolsuzluk yapmadılar mı? İktidarlarını böyle sürdürmediler mi?
Çalıp çırparak, zor kullanarak gasp ettikleri büyükşehir belediye başkanlıklarından ayrılmak istememelerinin temel nedeni halka karşı, doğaya ve kente karşı işledikleri suçlar değil mi?
Evet, seçilmiş seçimle gönderilir. İyi de bu ülkede seçimler güvende mi?
Daha önemlisi bu “demokratik” ilkeye bu başkanlardan biri bile inanıyor mu? Neden? Çünkü o göreve aday seçilmekten, nasıl bir yerel yönetim politikası uygulanacağına dek göbekten en yukarıya bağlılar. Onları seçen halk değil, başkan.
Biri kazara çizgi dışı laf etse, ertesi gün etekleri tutuşmuş vaziyette tüm basını toplayıp aman demedim, canım demedim, yanlış anlaşıldım, sözlerim çarpıtıldı açıklaması yapmıyor mu?
Ne yerel yönetim politikası ayol? Bunlar büyük işler, büyük laflar. Bu badem bıyıklıların politikası olsa olsa “yerel yürütme” politikası olabilir. Başbakanından bakanına, kalemine, zabıtasından belediye başkanına adamların hepsi aynı anda aynı bıyığı bırakmadı mı? AKP’li olup dolabında kareli ceketi olmayan erkek mi kaldı?
Tüm bunları yapmasına rağmen başbakanından bakanlarına, belediye başkanlarına dek hepsi sırası ile kovulup, yerine yenileri atanmadı mı?
O tek kişinin atamasıyla gelmeye hayır demeyenler kovulduğunda hayır diyebilir mi? Zaten o tek kişiyi tek kişi yapanlar da onlar değil mi? AKP kuruluşundan itibaren ne zaman parti içi demokrasi, demokratik ya da partiden özerk yerel politikaları savundu ki?
Başından itibaren hepsi “Başkanımız Erdoğan” demedi mi? Belediyelere seçilenlerin tamamı Erdoğan’ın İstanbul deneyimini överek, yıkayıp yağlayarak dillendirip örnek almadı mı?
Kim eleştirebildi ki Erdoğan’ı?
Şimdilerde partide olmayan, güya muhaliflerden, üstelik cumhurbaşkanı dahi olabilmiş kişi mi? Arınç mı? O Arınç ki, Gökçek’e bile karşı duramadı.
Çünkü topu için mesele yolsuzluk, hırsızlık değildi. Kentlerin parsel parsel satılması değildi. Onların tek derdi kendi çıkarları, kendi makamsal arzularıydı.
Onları oraya bir kişi getirebilir. Bu nedenle hepsi susuyor. Hala atanmak, yeniden politikaya katılmak için sıralarını bekliyorlar. Yaranmaya çalışıyorlar. Topu tek adamın iki dudağı arasına bakıyor.
Bu nedenle hiçbir büyükşehir belediye başkanı direnmedi. Sağın kültüründe direnmek yok, sırasını “sabırla” bekleyerek devlete ve en yukarıdakine yaranmak var. Böylece devletin olanaklarından faydalanabilmek var.
Daha önemlisi nasılsa iktidar herkesi yıpratıp yoracak. Zamanı gelince yıprananlar, patronlar kulübü ve devlet tarafından tarihin çöplüğüne atılacak, yeni kişiler, yine devlet ve sermaye yardımıyla kurulan yeni parti ile işbaşı yapacak.
Menderes’ten Demirel’e, Özal’dan Çiller’e, Erdoğan’dan yeni gözde Akşener’e hep böyle oldu.
Siyasi arena için bu profilden çok uzak olan “Boş ol”cu belediye başkanlarına dönersek. Vizyonsuz, çapsız, günlük hayatta yan yana çay içmek şöyle dursun, sokakta görseniz yolunuzu değiştireceğiniz bu kişilerden tek adama karşı direnmelerini beklemek zaten hayal olurdu. Bunlar için demokratik ilkeleri anımsatmak kendi aramızda demokratik ısınma hareketlerinden başka şeye karşılık gelmedi.
Giderken dahi gözümüzün içine bakarak “Hizmet için yandım tutuştum” yalanını söylemekten hicap etmeyen kişilerin, direnmek yerine şovdan medet ummaları, el pençe durmaları ibret vericiydi.
Hiçbirinin ardında “Başkanına” sahip çıkacak tek bir kişi yok. Öyle sevilmediler. Bizzat nefretin, kibrin kendisi oldular.
Kovulacak kadar “güçlü”, ses çıkartamayacak kadar “cesur” çıktılar. Böylece erkekliğin kitabına yeni sayfalar eklediler. Şüpheleri olmasın dönüp dönüp okunacaklar.