SEÇTİKLERİMİZ – Mustafa Peköz’ün yazısı: Cemaat’in 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden birkaç hafta önce Londra’da bir düşünce kuruluşunda Gül için organize edilen ve özenle seçilmiş yaklaşık 40 kişinin katıldığı bir toplantıda Erdoğan’ın politik misyonunun dolduğuna ve yeni bir sürecin başlatılmasına karar verildi.
Erdoğan’ın eski yol arkadaşlarına yönelik başlattığı psikolojik saldırı hamleleri sanıldığı gibi bir kırılmadan, kızgınlıktan ileri gelmiyor. Özellikle AKP’nin kurucuları arasında yer alan ve Milli Görüş geleneğinden kopuşun mimarı ve AKP’nin önde gelen üç kurucusundan biri olan 11. cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü hedef tahtasına koyması, doğrudan Erdoğan’ın politik geleceğiyle ilişkilidir. AKP için değil ama Erdoğan’ın politik geleceği bakımından tahmin edilenin ötesinde, son derece önemli bir süreçtir.
Erdoğan’ın politik tercihi bütünüyle değişti. Bu değişimin somutlaşmış iki yönü ön plana çıkıyor. Birincisi AKP’yi birlikte kurduğu ‘eski’ yol arkadaşlarını bütünüyle sürecin dışına atmaya karar verdi. İkincisi ise Bahçeli’yi ‘yeni’ yol arkadaşı olarak tercih etti. Keskin ve radikal düzeyde ele alınabilecek bu kararın bir kısım nedenleri var. Erdoğan, bugün geldiği noktayı çok önceden planlayarak yapmadı; onu buraya getiren özellikle uluslararası ve bölgesel gelişmelerin ortaya çıkarttığı politik sonuçlardır. Dışarıda bütünüyle kaybeden ve yalnızlaşan cumhurbaşkanı, içeride güçlü durmak ve dışarıdan gelebilecek olası çok yönlü saldırıları etkisizleştirmek için içteki ittifak güçlerini değiştirdi. Bu değişim aynı zamanda politik yönelimini ve iktidardaki pozisyonunu da mutlak olarak etkilemektedir.
Gül kimdir?
Erdoğan’ın hedef tahtasına oturttuğu ‘eski’ yol arkadaşı Abdullah Gül kimdir?
Abdullah Gül, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde doktora çalışması yaparken iki yıl İngiltere’de kaldı. Henüz doktora öğrencisiyken orduda üsteğmenken bugünkü Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, kendisinin ‘dünyanın gizli hükümeti’ olarak tanımladığı ‘Bilderberg’ toplantılarına katılan Fehmi Koru gibi arkadaşlarla Londra buluşmaları yaptı. Uluslararası ekonomi alanında doçent ünvanını alan Gül, Londra yıllarında bir kısım ‘özel’ ilişkiler kurmayı başardı. Bu ilişki ağı, Gül’ün politik hayatında kapıları sorunsuz açan ve yükselmesini sağlayan bir anahtar görevi gördü.
Gül, 1983-1991 yılları arasında merkezi Cidde’de olan İslam Kalkınma Bankası’nda ekonomist olarak çalıştı. 2001–2002 yılları arasında NATO Parlamenterler Meclisi üyeliği yaptı. 2002’de Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde 10 yıl aralıksız sürdürdüğü başarılı çalışmalarından dolayı kendisine “Pro merito” madalyası ve “Sürekli Onursal Üye” unvanı verildi.
Türkiye’de tanınmış bir politikacı olmayan Gül, Erbakan’ın yayında başladığı politik hayatı hızla değişti ve koşar adımlarla zirveye çıktı. Küresel güçler Türkiye stratejisine uygun yeni bir yapılandırmaya karar verdiklerinde ilk akla gelen kişilerden biri Gül oldu. Özellikle Londra merkezli küresel güç ilişkilerinin ‘Ilımlı İslam Projesinde’ Türkiye’nin ön plana çıkartılmasına karar verildiğinde Gül göreve çağrıldı. Geleneksel politik partilerin dışında yeni bir sürecin başlatılması için Fazilet Partisi’nin bölünmesi sağlandı. Dışta Gül, içte Erdoğan merkezli yeni bir oluşum için içte ve uluslararası alanda iyi bir politik zemin oluşturuldu. İkisi arasındaki dengeyi sağlama görevi de Bülent Arınç’a verildi.
Peki, Gül’ün ayırt edici özelliği nedir?
İyi bir hatip olan ve çekirdekten yetişme bir politikacı olan Erdoğan, uluslararası ilişkilerde önemli oranda zayıf ve tecrübesizdi, diplomatik gelenekleri pek bilmiyordu ve stratejik ilişkileri geliştirmede zayıftı. Gül ise tersine iyi bir hatip değildi ama küresel güçlerle önemli derin bağlar kurmuştu ve bu nedenle AKP’nin dünyaya açılan kapısı olarak önemli bir rol üstlendi. AKP’nin uluslararası ve bölgesel misyonu Gül üzerinden tanımlandı. Dışişleri Bakanı ve Başbakan olarak görev yaptığı yıllarda ABD ve AB ile olan ilişkilerde önemli bir misyon üstlendi. Diplomatik ilişkileri iyi bilen Gül, Erdoğan ile gittiği diplomatik dış gezilerde Erdoğan’ı dengeleyen ve diplomatik gaflarını düzelten biri olarak tanındı. Uluslararası kamuoyunda Gül, küresel ilişkilerin ne istediğini bilen ve buna uygun politik ilişkiler kuran vizyon sahibi biri olarak değerlendirildi. Cumhurbaşkanlığı döneminde, hem AKP merkezli Erdoğan ile dengeli bir ilişki yürüttü hem de küresel güçlerin politikalarına uygun bir şekilde hükümeti uyarmaya devam etti.
Erdoğan-Gül ilişkisinde kırılma
Erdoğan, Gül’ü sürekli kendisine potansiyel rakip olarak gördü ve ön plana çıkmasını hiçbir dönem tercih etmedi. Gül ise Erdoğan’ın kendisine yönelik hamlelerini gördü ve iç çatışma yaratmadan Başbakanlığı Erdoğan’a verip Dışişleri Bakanlığı’na geçti. Gül kritik bir dönemde vermiş olduğu bu kararla, hem kamuoyunda koltuk sevdalısı olmadığını, görev adamı olduğunu imajını vererek güven kazandı hem de Erdoğan’ın hamlelerini boşa çıkarttı. Sağlamcı olduğu söylenen Gül’ün hamlelerinin daha derin ve hesaplı olduğu kesin. Örneğin AKP içerisinde kurduğu dengeler ve kurucular arasındaki ağırlığıyla, Erdoğan’ın onu tercih etmemesine rağmen, cumhurbaşkanı adayı olmayı başardı. Gül’ün cumhurbaşkanı olmasını sağlayan diğer önemli bir faktör ise küresel sermayenin vermiş olduğu aktif destektir. Cumhurbaşkanlığı döneminde Erdoğan’ın içte uyguladığı politikalara karşı nispeten mesafeli durması ve uluslararası ilişkilerdeki sorunlar nedeniyle sık sık uyarması da arka plandaki bağlarla ilişkiliydi.
Erdoğan ile Gül arasındaki önemli kırılması noktası, doğrudan ima etmemiş olmasına rağmen Gül’ün ikinci kez cumhurbaşkanı olma arzusuydu. Özellikle İngiltere ve ABD merkezli güçlerin bu yöndeki eğilimi Gülen Cemaati vasıtasıyla AKP’ye iletildi. Gülen hem AKP içerisindeki kadrolarla bu istemi Erdoğan’a iletti hem de vermiş olduğu vaazlarda Gül’ün bir kez daha devletin başında olmasında yarar gördüğünü açıktan söyledi. Gül’ün yakın dostu Fehmi Koru’yu Gülen’in yanına göndererek Erdoğan ile olan sorunları çözmek için yaptığı hamlelerdeki amacı aynı zamanda Gülen-Erdoğan savaşına son verip kuracağı dengeyle yeniden cumhurbaşkanı seçilmesini de sağlamaktı. Gülen-Erdoğan rekabeti açık bir çatışmaya dönüştü, ikisi arasında uzlaşı sağlanamadı ve en önemlisi Erdoğan, cumhurbaşkanı olmadığı takdirde fiziki ve politik geleceğinin tehlikede olacağını gördü. Erdoğan, Gül ile ilişkileri dengeli yürütmeye, 11. cumhurbaşkanı olarak devletin bütün olanaklarını sunarak kendi çemberinde tutmaya özel önem verdi. AKP’nin bütün toplantılarına davet ederek, desteğini aldığını küresel güçlere göstermek istedi. Gül ise tersine Erdoğan ile kendi arasına mesafe koymaya özen gösterdi. Bunun temel nedeni İngiltere-ABD merkezli küresel güçlerin Erdoğan’ı tasfiye için karar vermiş olmalarındadır. Bu iki gücün değişen Ortadoğu stratejisi ve AKP iktidarının bölgesel ilişkilerin dışında tutularak yeni iktidar arayışlarının gündemde olması, Gül ile Erdoğan ilişkilerine yansıdı.
Gül’ün küresel güçlerle bağları
Küresel sermaye, Türkiye’nin iç dinamiklerinin değiştirilmesi ve bölgesel stratejilerine göre yeniden dizayn edilmesi için Erdoğan’ın tasfiye edilmesine yönelik çalışmalara kesintisizce devam ediyor. Bugün ortaya çıkan politik tablo son beş yılın bir sonucudur ve bu süreç devam edecektir. Küresel güçlerin, Erdoğan’ın tasfiye edilmesine paralel olarak yine AKP’nin kuruluşunda yer alanlar üzerinde yeniden harekete geçme kararı aldıkları biliniyor. Bunlar içerisinde Gül liderliğinde Babacan, Arınç ve hatta Davutoğlu da dahil edilerek yeni bir sürecin başlatılmasına yönelik çalışmalar hem Londra’da hem de Washington’da yapıldı.
Gül’ün cumhurbaşkanlığı görevi sona erdikten sonra özellikle uluslararası ilişkilere yönelmesi ve çok önemli toplantılara katılması bir tesadüf değildi. Gül’ün Londra, Riyad, Brüksel ve Amman’ı sıklıkla ziyaret etmesi küresel güçlerin yeni stratejisiyle ilgilidir. Örneğin Cemaat’in 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden birkaç hafta önce Londra’da bir düşünce kuruluşunda Gül için organize edilen ve özenle seçilmiş yaklaşık 40 kişinin katıldığı bir toplantıda Erdoğan’ın politik misyonunun dolduğuna ve yeni bir sürecin başlatılmasına karar verildi. Gül ve birlikte katılan iki kişi ile oluşan ortak eğilime bağlı olarak değişim için bir planlanma yapıldı. Londra’da yapılan toplantıdan sonra Gülen Cemaati’nin darbe girişiminin başarısızlıkla sonuçlanması, söz konusu planı durdurdu. Gül’ün darbenin başarısız kalacağını hissettiği andan itibaren Erdoğan’ın evinin önüne gelip açıklama yapması kendiliğinden olan bir refleks değildir.
Gülenci darbe girişiminin başarısızlığından sonra Erdoğan’ın ısrarla izlediği yanlış politikalar ve özellikle uluslararası ve bölgesel ilişkilerde artan zafiyetleri nedeniyle küresel güçlerin belirlediği tasfiye stratejisi yeniden uygulanmaya konuldu. ABD çok açık olarak Erdoğan’ı tasfiye etmek için bir süreç başlattı. İngiltere ise sessiz ve derinden gelen bir strateji izliyor. ABD ile İngiltere’nin Erdoğan politikası birbirini tamamlar şekilde ilerliyor. Zaman sorunları yok. Aceleleri yok. Onlar için stratejik kararlarda sonucun bir yıl erken ya da bir yıl geç alınması belirleyici değil. İçte olduğu kadar dışta da sağlamcı olan Gül’ün bir bilirkişi rolünde mesajlar vermeye devam etmesinin nedeni küresel güçlerden almış olduğu mesajla ilişkilidir.
Erdoğan, Gül’ü ilk kez doğrudan hedef aldı
Gül’ün çıkışlarının bir tesadüf olmadığını ve uluslararası bağları bulunduğunu biliyor. Gül’ün son Londra ziyaretinden sonra Binali Yıldırım’ın aniden İngiltere’ye gönderilmesi bir karşı hamle olarak yorumlandı. Yıldırım, bir düşünce kuruluşunda yaptığı konuşmada “Başka birilerini aramayın, AKP sizin stratejilerini koşulsuz uygular” mesajını verdi. Başbakan’ın konuşması bir bakıma eski AKP kurucuları olan Erdoğan ve Arınç merkezli oluşan gruba karşı verilen bir mesajdı.
Gelişmeler Erdoğan’ın küresel ilişkilerdeki pozisyonunu önemli oranda sıfırladığını gösteriyor. İktidarı korumak için içte uyguladığı çok yönlü baskı politikaları ve bölgesel ilişkilerdeki çöküşü, iktidar gücünü merkezileştirmek zorunda kaldığını gösteriyor. AKP merkezli Erdoğan iktidarının politik tasfiyesi için ABD-İngiltere merkezli strateji yeniden canlandırıldı. Erdoğan bunun farkındadır ve ülkeyi KHK’ler ile yönetmeye devam etmesi politik tasfiyesinin önüne geçme çabasındandır. Küresel güçlerin destek sunduğu Gül-Babacan-Arınç merkezli oluşum içte Erdoğan’ın etkisizleştirilmesini sağlayacak en önemli ekip olarak gösteriliyor. Aynı şekilde Erdoğan’ın Gülen Cemaati karşısında içte tam olarak istediği sonucu elde edemediği gibi uluslararası alanda da fiilen başarısız kalması, riski artıran bir başka faktördür.
Erdoğan, politik tasfiye riskinin arttığının farkındadır ve bunda eski yol arkadaşlarının önemli bir rol üstlendiklerini de görüyor. Uzlaşma politikasının etkili olmadığını gördü ve bu kez tersten saldırıya geçti. Burada yapmak istediği Gül merkezli eski AKP kurucularının parti tabanı üzerindeki etkileri kırmak ve onları açık bir tutum almaya zorlayarak bir bakıma deşifre etmektir. Böylelikle onlara yönelik politikasını çok daha belirgin hale getirecektir.
Sağlamcı Gül ve çevresi, doğrudan meydan okumaz, ancak sessiz de kalmaz. Dahası küresel güçlerin planlamasına uygun hareket eder. Gül’ün, sabırlı davranması korkmasından değil Londra’daki politik stratejisyenlerden aldığı eğitimden kaynaklanıyor.
Erdoğan’ın eski yol arkadaşlarına yönelik sözlü saldırısı, medyada çok daha sistemli devam edecektir. Ancak yeni önlemler de alacaktır. Örneğin, Gül’e 11. cumhurbaşkanı olması nedeniyle sunulan devlet olanaklarına son verilerek etki gücünün kırılmasına özen gösterilecek. Bülent Arınç, Hüseyin Çelik, Sadullah Ergin gibilerine yönelik olarak FETÖ ile bağları olduğuna dair davalar gündeme gelecek. Teröristlere destek verme politikasının sorumlusunun Ahmet Davutoğlu olduğu tezi özellikle iktidar medyasında işlenmeye başladı.
Erdoğan’ın yeni yol arkadaşı Bahçeli
Küresel ve bölgesel ilişkilerde kaybeden Erdoğan’ın, içte yeni yol arkadaşlarına ihtiyaç duyduğu çok açıktır. Bahçeli, AKP’nin ilk kurucularına saldırdı ve Erdoğan’a aktif destek verdi. Erdoğan da, eski yol arkadaşlarıyla olan her türlü bağı kopardı, hedef tahtasına oturttu ve yeni yol arkadaşı edindi. Bu kişi bildiğimiz MHP Genel Başkanı Bahçeli’dir. Çok açıktır ki MHP artık misyonunu tamamladı. Yeni bir ırkçı parti kuruldu ve MHP kendi tabanını önemli oranda İYİ Parti’ye kaptırdı. Barajı aşmakta zorlanacağı anlaşılan MHP, Erdoğan’a mutlak desteği sunarak iktidar ilişkilerinde kendisine yer bulmaya çalışıyor. Açıkça söylemek gerekirse MHP’nin tarihsel misyonu bitti ve kendi politikaları AKP tarafından yaşama geçiriliyor. Erdoğan, ‘yeni’ yol arkadaşı olarak politikaları bütünüyle birbirine benzemeye başlayan Bahçeli’yi -seçimi kazandığı koşullarda- Cumhurbaşkanı yardımcısı olarak atayacak. Seçim yasasında yapılacak değişiklikle MHP ile AKP arasında kurulacak ittifaka kuvvetle muhtemel Büyük Birlik Partisi de dahil edilerek 2019 sürecinde oluşturulacak iktidarın politik kimliği netleştirilecek.
Soru şu: Erdoğan, fiilen aktif olarak 15 yıldır birlikte yürüdüğü yok arkadaşlarını tasfiye etmeye çalışıp, MHP ile ittifak kurarak cumhurbaşkanlığını garantileyebilir mi? Şöyle yanıt verilebilir: Kazanmayı önemli oranda riske sokacaktır. Erdoğan risk alarak ilerledi. Ama bu kez bu risk tersten işleyecek gibi.
Gül aday olsa da olmasa da, Erdoğan’ın kendi yol arkadaşlarının tasfiye politikasının sonuçları kendisi için ağır olacaktır. 2019 seçimlerine kadar Türkiye’nin iç politik dengelerini çok önceden değiştirecek tahmin edilenden çok daha fazla sürprizlerle karşılaşacağız.