SEÇTİKLERİMİZ – İlhan Uzgel’in Gazete Duvar’daki yazısı: ”Erdoğan, nasıl ki 2000’lerde o zaman gündemde olan demokratikleşme dalgasının temsilcisi idiyse ve İslamcıların demokratikleşmesinin modeli rolünü oynadıysa, 2010’larda yükselen popülist sağ dalganın Müslüman ülkelerde seçimle iktidara gelen örneği olarak yerini sağlamlaştırdı.”
Erdoğan Trump ile Paris’te bir kez daha görüştü, hatta yan yana oturdu. Daha önce de telefonla görüşmüş, NATO zirvesinde koridorda çok kısa bir görüşme olmuştu. ABD’nin PKK’nın üç yöneticisi hakkında çıkardığı ödül kararı ve bu görüşme, Türkiye-ABD ilişkilerine bakmayı gerekli kıldı. Daha önce de ısrarla belirtmeye çalıştığım ve giderek belirginleşen bir konuyu tekrar vurgulamak gerektiğini düşünüyorum. Türkiye ile ABD’nin arası özellikle Trump döneminde gayet iyi oldu. Brunson, S-400 alım süreci, Halkbank olayı vs. karşılaşılabilecek her ittifak ilişkisinde görülebilecek sorunlar. İlişkilerin iyi olmasının ideolojik, Erdoğan pragmatizmi, AKP ve Erdoğan’ın içten ve tutkulu neoliberal politika tercihi ve Suriye konusundaki işbirliğinden kaynaklanan çok önemli nedenleri var.
Trump ve Erdoğan ideolojik kardeşler
Öncelikle, Erdoğan Batı dünyasında başlayan ve hızlı yükselişe geçen, en son Brezilya gibi çok kritik bir Latin Amerika ülkesinde de iktidarı ele geçiren yeni sağ dalganın erken bir örneği olarak değerli ve önemli. Nasıl ki 2000’lerde o zaman gündemde olan demokratikleşme dalgasının temsilcisi idiyse ve İslamcıların demokratikleşmesinin modeli rolünü oynadıysa, 2010’larda yükselen popülist sağ dalganın Müslüman ülkelerde seçimle iktidara gelen örneği olarak yerini sağlamlaştırdı. Örneğin, Trump’ın Türkiye’de kendi izdüşümü olan Erdoğan ve AKP yönetimi yerine sosyal demokrat bir iktidarı tercih edeceğini beklemek saflık olur.
Kriz söylemi zarar veriyor
Kestirmeden söylemek gerekirse Erdoğan Trumpçıdır ve Trump da Erdoğan’ı beğenip takdir eder. Bu da Erdoğan’ın en başarılı olduğu söylem ve eylem uçurumunun bir diğer örneğidir. Bir yandan ikili ilişkiler gayet iyiyken, söylemde büyük bir kriz olduğu iddiasına dayanan ve kendi seçmeninde çok rahat karşılık bulan zekice bir siyaset. Durum böyleyken, Erdoğan’ın üst akıla meydan okuyan, ABD’ye direnen lider söylemine destek olacak bir medya diline muhalif kesimler de farkında olmadan katılıyorlar. Muhalefet ve muhalif basın bazen özensiz davranıp ABD ile yaşanan her sorunu kriz olarak tanımlayarak Erdoğan’ın bu ikili siyasetine cephane taşıyor. Rahip Brunson olayının bir kriz havasında tartışılması bunun son örneği oldu. Bu ABD’yle ilişkilerde bir kriz değildi çünkü kriz biraz da çözemeyeceğiniz bir sıkışmışlığa işaret eder. Tek bir kişiyi gönderdiğinizde biten bir sorun kriz olamaz. ABD’yle ilişkilerde her müttefikiyle yaşadığı sıradan sorunları Türkiye’de Erdoğan medyası kriz havasına sokarak Erdoğan’ın Batı karşısında tasfiye edilmek istenen bir lider olduğu algısını yaratmaya çalışıyor ve bu dilden konuşmak, söylemin meşruiyetini güçlendiriyor. Oysa, tutuklu gazeteciler meselesi ABD’nin Sisi yönetimindeki Mısır’la ilişkilerinde de bir sorun. Keza S-400 füzesi konusu Mısır’ın ve hatta Suudi Arabistan’ın ABD ile ilişkilerindeki sorunlu alanlardan biri. ABD ikili ilişkilerinde bu kadar sorunu Almanya, hatta İsrail ile de yaşayabiliyor. Sonuçta bunlar müttefikler arası ilişkilerde zaman zaman karşılaşılan sorunlar.
ABD’nin yeni stratejisi: Destekle ama baskı altında tut
Kafa karışıklığını yaratan bir başka unsur ABD’de çok farklı çevrelerin Erdoğan karşıtlığından kaynaklanıyor. Gerek Kongre, gerek medya dili, gerekse düşünce kuruluşlarının Erdoğan karşıtı söylemi genel olarak ABD’de güçlü bir Erdoğan karşıtlığı olduğu algısını güçlendiriyor. Oysa, genel olarak Amerikan sistemi Erdoğan’dan şimdilik memnun. Ama 2000’lerde Erdoğan’a ve AKP’ye verilen destekten farklı olarak günümüzde bu tür otoriter eğilimler gösteren liderlere Batı dünyası açık çek verip desteklemek yerine, onları sürekli bir eleştiri bombardımanı altında tutup baskılamayı, hareket alanını daraltmayı tercih eden bir strateji izliyor.
Türkiye ile ABD’yi iki uzlaşmaz ve karşıt kampta gösteren yaklaşımlardan biri ABD’nin Suriye’de PYD’ye verdiği destekte karşımıza çıkıyor. Hem muhafazakar hem de ulusalcı çevrelerde sıklıkla dile getirilen görüş, ABD’nin Irak’tan başlayarak hedef olarak Akdeniz’e dek Türkiye’yi gerdanlık gibi bir “Kürt oluşumu” zinciriyle çevrelemeye çalıştığı iddiası. Bir kez daha hatırlatmak ve vurgulamak gerekiyor. Türkiye ile ABD, Türkiye’deki bütün aksi yöndeki yüksek sesli itiraz ve yorumların tersine, hem Irak’ta hem de Suriye’de birlikte hareket ediyorlar ve pekala çıkarlarını uzlaştırabiliyorlar. Unutmayalım ki, Türkiye 1995’te Kuzey Irak’taki bir Kürt oluşumunu savaş nedeni saymaktan, AKP döneminde Barzani’yle gayet iyi ilişkiler kurma noktasına gelebildi. Benzeri bir yakınlaşma tabii ki Suriye’nin kuzeyinde yaşanamaz ama Türkiye Suriye’nin kuzeyini ABD ile gayet güzel paylaşmış durumda. ABD ile Türkiye burada rakip değil birbirini tamamlayan iki müttefik konumunda. Türkiye ile ABD’yi çıkarları mutlak karşıtlık içinde olarak gösteren analizden çıkıp aslında her iki ülkenin de NATO müttefiki olduğu hatırlamak bu ilişkinin niteliğini ortaya koymaya yetecektir.
Yani, burada yaşanan süreç ABD’nin Türkiye’yi çevrelemesi değil, ABD ve Türkiye’nin birlikte Irak ve Suriye’de İran’ı çevrelemesidir. Hatta, PYD’nin Suriye’nin bütün kuzey bölgesini kontrol etme güç ve kapasitesi olmadığından, Afrin’den Menbiç’e kadar olan kesimin, ABD’nin diğer müttefiki Türkiye tarafından devralınmasından ABD memnun kalmış olmalı. Dolayısıyla, İran sınırından başlayan Irak ve Suriye’nin kuzeyiyle devam eden ve aslında Kıbrıs’ın kuzeyini de içine alan uzun bir stratejik hattı ABD Türkiye ile birlikte şu anki konjonktürde askeri açıdan denetim altında tutuyor.
Aslında Erdoğan yönetiminin ısrarla Suriye ile ilişkileri normalleştirmemesinin başlıca nedeni de bu. Esad rejimiyle ilişkiler düzelirse, kaçınılmaz olarak, Suriye ile birlikte Fırat’ın doğusuna yönelik bir ortak harekat beklentisi ortaya çıkacak, içte Erdoğan üzerindeki milliyetçi/ulusalcı baskı artacak. Belki Suriye Erdoğan yönetimine, ortak harekat düzenlemek için kamuoyu önünde çağrıda bulunacak. Bu da Erdoğan’ı zor durumda bırakacak. Bütün bu sıkıntıdan kurtulmanın kestirme yolu Esad’dan uzak durmak, ABD ile büyük bir kriz yaşanıyormuş görüntüsünü sürdürmek.
Bu politika da sorunsuz değil ve iki kritik sorunu beraberinde taşıyor. Birincisi, Türkiye’nin Suriye’nin içinde ne kadar kalabileceği konusu. İleride Suriye zorladığında başta İdlib olmak üzere Türkiye askeri varlığını sürdürmek için ya çatışmak ya da usulca geri çekilmek zorunda kalacak. İkincisi, Türkiye Fırat’ın doğusundaki her türlü Kürt özerkliğinden kontrol PYD olduğu sürece rahatsız olacak. Ama sonuçta ABD iki müttefiki olan Türkiye ve PYD arasında şimdilik bir tercihte bulunmak yerine ikisini birden idare etmenin yollarını bulmaya çalışan bir politika izliyor. PKK’nın ezilmesine göz yumarak bu rahatsızlığı aşmaya çalışıyor.
ABD Fırat’ın doğusunda bir Kürt oluşumu, örneğin Kürdistan Bölgesel Yönetimi tarzında bir özerklik, gerçekleştirecekse bunu en kolay Erdoğan iktidarı sırasında yapabilir. Çünkü Türkiye’de kamuoyunun ve kendi seçmen kitlesinin rahatsız olacağı şeyleri yapıp bunu seçmenine kabul ettirebilecek tek lider şu anda Erdoğan’dır. Erdoğan’ın aynı anda ya da kısa zaman dilimi içinde birbirine zıt kimliklere sahip olabilme ve birbirine zıt pozisyonları aynı ikna edicilikle savunabilme ve alkış alabilme kapasitesi var. Bu durum seçmen kitlesinin mutlak güvenini kazanmış olmasıyla ya da onun ikna kabiliyetiyle ilgili olabilir. Ama sonuçta Erdoğan’ı ABD gözünde çok değerli kılan bir özellik olduğu kesin. Şu anda Trump’ın en yakın müttefiki Erdoğan gibi görünüyor ve bu destek yakın gelecekte kesilmeyecek.