Tuncay Yılmaz yazdı: Erdoğan Saray’dan indirilmeli, Lahey’de yargılanmalı!
Rus uçağının düşürülmesi, Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanması ve son olarak da Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi’nin katledilmesi… Erdoğan ve AKP yönetiminin Türkiye’yi soktuğu karanlık süreç hızlanarak devam ediyor.
Erdoğan 7 Haziran yenilgisi sonrası iktidarını koruyabilmek için Türkiye’yi vesayet savaşlarının yeni cephesi olarak açmış durumda. 1 Kasım’da yüzde 49 buçuğu sağlayabilmek için TC sınırları içerisinde ve dışında her türlü taviz verildi, iç savaş ve bölgesel savaş sahasına dönmek dahil bütün kahredici gelişmeler göze alındı.
Erdoğan seçimi kaybederse her şeyi kaybedeceğinin bilincinde davranarak adeta “rest” çekti ve oyun bitmemiş olsa da şimdilik “kazanan” pozisyonunda. Tıpkı Cizre’yi savaş alanına çevirdikten sonra duvarlara binbir aşağılık küfürle beraber “kurdun dişine kan değdi, korkun!” yazıp çekilen zavallılar gibi Erdoğan da baskı, kan ve katliamın kazandırdığı duygusuyla ama koku içerisinde, şiddete daha da sarılmış durumda. Adeta bir kısırdöngü içerisinde kendini güvene almak için şiddete daha fazla bulaşmakta ve şiddete bulaştıkça daha da güvensiz bir hale gelmekte.
Bu gidişat durdurulmazsa kendimizi bölgedeki savaşın dolaylı değil, doğrudan parçası olarak bulacağımızdan hiç kimsenin şüphesi olmamalı. Herkes hesabını kitabını, ittifak ilişkilerini, örgütlenmesini, önlemini, hazırlığını, araçlarını bu gerçekliğe göre dizayn etmeli.
AKP’nin son 15 yılın belirleyici siyasi aktörlerinden biri olarak hayatımıza girişinde asıl etken iç dinamikler olsa da Erdoğan bütün bu süreci tek başına ve iç dinamiklere dayanarak geliştirmedi. Ulusal ve uluslar arası sermaye karlarını ve çıkarlarını arttırmak için Erdoğan’a hep destek verdi. Başta Almanya olmak üzere tüm AB ülkeleri sömürgeci politikalarının doğal sonucu olan göç dalgasının kendi kıyılarına vurmasını engellemek için Türkiye’yi bir “tampon bölgeye” çevirme karşılığında Tayyip’in diktatörleşmesine seyirci kaldı. ABD Ortadoğu’da hegemonya’yı Rusya’ya kaptırmamak için Türkiye’yi bir tetikçi olarak kullandı ve Erdoğan’ın “cumhur reisliği”nden “çete reisliği”ne geçişine göz yumdu, hatta destekledi.
Biliyoruz, Türkiye’nin içine girdiği türbülans sadece iç dinamiklerle açıklanabilecek ve içerdeki düzenlemelerle kurtulunabilecek türden değil. Ancak bu türbülanstan halklarımızı sağ salim çıkarabilmek için biz tedbiri ve müdahaleyi içeriden, kendimizden başlatmak zorundayız. Daha örgütlü ve sağlam bir duruş oluşturamazsak geriye kaderimize razı olmak dışında yapılabilecek hiçbir şey kalmaz zaten.
Ülke içindeki ve dışındaki gelişmeler, dengeler içerisinde Recep Tayyip Erdoğan özel bir konum tutmaktadır. Gerek AKP’nin bir bütün olarak kalabilmesinde oynadığı rol, gerek AKP’nin dışındaki güç odaklarıyla kurulan ilişkilerdeki belirleyiciliği ve 15 yıllık oyun kuruculuğunun ona kazandırdığı özel imtiyazlarla Erdoğan, çok kritik bir denge unsuru, kurulan dengelerin sürebilmesinde adeta bir “tek adam” pozisyonu kazanmış durumda. Şimdi hep birlikte aleyhimize gelişmekte olan bu süreci dağıtacak bir hamle olarak Erdoğan’ı Saray’dan indirmeye, taşların yeniden dizilişinin önünü açmaya konsantre olmalıyız. Her geçen gün daha güçlenerek duyduğumuz faşizmin ayak seslerini durduracak, sürecin ezilenler ve emekçiler lehine yeniden dizilişine imkan sağlayacak tek değil ama en etkili vuruş Erdoğan’ı siyasette tuttuğu kritik pozisyondan düşürmek, geriletmektir.
Erdoğan’ın saray’dan inmesi tek başına süreci olumluya çevirmeye yetmez ancak bu yönlü müdahaleler için halk güçlerine önemli müdahale imkanları sunabilir.
Erdoğan ve AKP 1 Kasım’da yüzde 49 buçuğun desteğini almış olsa da geri kalanının önemli bir kesiminin nefretini kazanmış, ülke yönetme meşruluğunda büyük zedelenmeler yaşamıştır. Erdoğan Cumhurbaşkanı, Davutoğlu Başbakan olarak ülkeyi değil adeta her gün adım adım tırmanan bir iç savaşı yönetmektedir. Yaptıkları her açıklama, attıkları her adım, hile, şer, şiddet ve savaşla da olsa kazandıkları yönetici pozisyonun üstenliğiyle değil, doğrudan bir tarafın psikolojik sınırlarıyla gerçekleşiyor.
En son AB görüşmelerinde ortaya çıkan kapitalist, emperyalist alçaklığın her türlü kirli uzlaşısına rağmen, yine başka bir küresel kapitalist zirve olan Paris Dünya İklim Zirvesi’nde olduğu gibi Erdoğan’ın muteber ve tercih edilir bir partner olmadığı da her fırsatta görünür kılınıyor.
Kısaca söylersek, mevcut siyasi dizilimi bozmak ve kendimizie yeni bir manevra alanı açabilmek için gücümüzün (ezilenler ve emekçiler) en geniş kesimini, düşmanın (sermaye ve egemenler) en zayıf noktasına, Erdoğan’ın karşısına dizmek zorundayız. Bugün Erdoğan’a binbir denge ve şerle kazandığı pozisyonu kaybettirebilirsek kapitalizmin sonunu getirmiş olmasak da sürecin ezilenler ve emekçiler lehine gelişmesi için önemli bir mevzi savaşını kazanmış oluruz.
Elimizde böylesi bir güçlü müdahale için önemli bir deneyim olarak Gezi İsyanı ve Kürdistan Serhildanı mevcut. Şimdi her iki dinamik de böylesi bir hedefin etrafında kenetlenmeye her zamankinden daha hazır durumda. Üstelik bu dinamikleri çeşitli düzeylerde yan yana getirmeyi başardığımız HDK/HDP örgütlülüğü ve şimdiye dek ancak deneme/yoklama adımları atabilmiş olan Barış Bloku / Demokrasi ve Barış Bloku gibi tarihsel roller oynayabilmiş araçlarımız mevcut. Yapmamız gereken “ Barış ve Demokrasi Bloku”nu dönemin kaldıracı haline getirip Erdoğan’ın saraydan indirilmesini isteyen tüm güçlerin bu kaldıracın etrafında toplanmasını sağlamaktır.
HDK/HDP bir tahakkümcülüğe düşmeden hızla bu geniş cepheyi “Erdoğan İstifa” sloganı etrafında toparlanmaya çağırmalı ve ev ev, iş yer işyeri, sokak sokak, mahalle mahalle bir sokak hareketini örgütlemeye soyunmalıdır.
Bu kez planlı ve örgütlü bir Gezi isyanı Türkiye ve Kürdistan’ın her köşesinde filiz verebilir. Kürdistan’da yalnız kalan ve kolayca kriminalize edilebilen “özyönetim” denemeleri Türkiye’nin dört bir köşesinde filizlenebilir ve asıl o zaman topyekun bir kazanımın önü açılabilir.
Bu yol aynı zamanda Erdoğan ve AKP iktidarına (ve aslında sisteme) karşı biriken öfkenin bir kez daha küçük burjuva radikalizminin dehlizlerine tükenip gitmemesinin, toplumsal bir harekete dönüşebilmesinin biricik yoludur.
Geliştirilecek bu taktik sadece ülke içinde kalmamalı, uluslar arası alana da sıçratılmalı ve orada “Erdoğan Lahey’e” hedefiyle genişletilmeli. Silah ve savaş tüccarları, enerji ve gıda tekelleri, Emperyalist devletler çıkarları uğruna Erdoğan’a ve AKP hükümetine göz yumuyor olabilirler. Ama dünya halkları Erdoğan’ın bir “savaş suçlusu” olduğunun farkındadır. Ve doğru şekilde işlendiği takdirde “Erdoğan Lahey’e” talebi Paris’te, Londra’da, Washington’da, Moskova’da bombaların patlamasını istemeyen tüm halkların ortak talebi olacaktır. Kimsenin şüphesi olmasın ki o vakit Erdoğan sermaye açısından vaç geçilmez olmayacaktır!