HÜSEYİN ŞENOL yazdı: “Darbenin bir numaralı sanığı Tayyip Erdoğan’dır ve yargılanmalıdır. Erdoğan, darbeyi engelleyen değil, bizzat planlayan ve gerçekleştirendir. Darbeyi Erdoğan tezgahladı ve gerçeği görüp, söylemekte ‘Hayır’ var…”
HÜSEYİN ŞENOL
Yazının başlığını özellikle böyle seçtim. Çünkü durumu tamamen doğru anlatıyor bana göre. "Erdoğan darbesi ve Referandum" başlığı kadar hiç bir başlık anlatamazdı, içinde bulunduğumuz durumu.
İlk günden beri söylediğim ve aylardır ara ara sosyal medyada da dillendirdiğim gibi, bu darbe, tamamen Tayyip Erdoğan, AKP ve devletin büyük bir bölümü tarafından ortaklaşa gerçekleştirilmiştir. Büyük bölümü tarafından diyorum, çünkü ele geçiremediği bir kaç bölümün bazı kısımları kalmıştı. Zaten, ele geçiremediği bu dar kalan alanları da zapt etme amacıyla gerçekleştirdi bu darbeyi. Referandum’a giden yolda tüm engelleri yok etme darbesiydi bu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, kendi darbesini eniştesinden öğrendiğini söyleyerek darbe girişiminden, daha doğrusu darbeden haberi olmadığını ispatlamak için, "halkımızın anlayacağı dilden" anlatmaya çalıştı, gerçek olmayan durumu.
Ben de, aynı zamanda partili yoldaşım olan, İstanbul'daki kardeşimden öğrendim. Aradaki fark, Erdoğan biliyor, kardeşim bilmiyordu. Tam da bir toplantı için Almanya'dan Hollanda'ya gidiyorken, sınırdan yeni geçmişken, akşam saatlerinde kardeşim aradı ve heyecanlı bir şekilde "Abi duyduğun bir şey var mı, köprüde bir gariplik var, darbe söylentileri de yayılıyor. Ama kimse net bir şey söyleyemiyor" dedi. Arabadaki diğer yoldaşlarla birlikte, hepimiz çok heyecanlandık ve moralimiz de çok bozuldu. Bir saat sonra toplantı öncesinde yoldaşımızın evine vardığımızda, gerçekten de darbe canlı canlı televizyonda veriliyordu. Darbeyi, onların deyimiyle askeri kalkışmayı; kimin yaptığını, yapacağını daha önceden senaryolaştırdıkları kesim olan, eski ortak, şimdiki düşman kardeş Fethullah Gülen ve Hareketi'nin üzerine yıkmada da geç kalmadılar.
Tayyip Erdoğan, bu darbeyi kendisinin gerçekleştirmediğini anlatmak için çok zorlanmadı aslında. Hatta, gerek bile duymadı. Devam eden günlerde, MHP'den CHP'ye, sosyalist sola kadar, tüm kesimler, "Erdoğan’ın darbesi olmadığı" konusunda birleşmişti. MHP, bilumum faşistler ve CHP "Gülen darbesi" derken, maalesef sosyalist sol kesim de, "Aslında gerçekleştiren Erdoğan değil, ama gördüğünde kendi lehine çevirdi ve nemalanmaya çalıştı" şeklinde açıklamada bulundular ve hala da devam ediyorlar.
Önce köprünün tek yönlü asker tarafından kapatılmış olması, akşam üzeri olması, televizyonlarda şov yapılması, vs…
O gün televizyonda, bu daha önce Tayyip Erdoğan tarafından planlanan darbe girişiminin gelişmelerini gece boyu canlı canlı izlemeye devam ettik. Zaten, iktidarı için her türlü vahşeti ve katliamı, yani elinden geleni ardına koymayacağını göstermişti Erdoğan. 7 Haziran seçimlerinden sonra yarattığı, son yılların en vahşi savaş ortamıyla da bunu göstermişti. Batıda bombalarla, Kürt illerinde ise her türlü vahşetle, gelişen muhalefeti bastırmanın yolunu seçmişti, Erdoğan iktidarı.
7 Haziran seçimlerinde, beklenenin de üzerinde oy alan, başta Kürt Özgürlük Hareketi ile sosyalistlerin ve diğer çok sayıda sol, devrimci, demokrat, ilerici ve daha bir çok kesimden muhalif kurum ve bireylerin ortak partisi haline gelen Halkların Demokratik Partisi (HDP) yeni bir umuttu artık Türkiye halkları için. Başta AKP, lideri Erdoğan ve genel olarak egemenlerin pek de hoşuna gidecek bir durum değildi bu. Ve bu nedenle de planlarını işleme koydular.
Yarattıkları savaş ortamıyla 7 Haziran'a cevaplarını 1 Kasım seçimlerinde verdiler. Yeri gelmişken, asıl olarak başka bir yazıda değerlendireceğim, Kürt Özgürlük Hareketinin de bu dönemde taktiksel hata yaptığını düşünüyorum.
1 Kasım'da da, halkların yeni umudu HDP'yi baraj altında bırakamayan iktidar, daha da barbarlaşarak faşist diktatörlüğe doğru yürüyüşünü hızlandırdı. Tabii ki amaç sadece, Tayyip Erdoğan'ın tek adam olma hırsı değildi. Bu dönemde HDP ve bileşenleri kriminalize edilerek, bu partinin kazandığı o müthiş "saygınlık" silinmeye çalışıldı.
Bu bir Erdoğan darbesidir
Ben darbeyi tamamen bir "Tayyip darbesi" olarak görüyorum. Ve Sol, bunu bu şekilde göremediği için, istemeyerek de olsa, yanlış tahlil ve beraberinde getirdiği taktik hatayla, Erdoğan'ın referandumuna, yani "Evet"e katkı sağladı, sağlıyor…
Erdoğan'ın mağdur edebiyatı teşhir edilemedi. Elbette çok da kolay değildi, çünkü darbeye maruz kalmış, darbe karşıtı, demokrasiyi savunan biri olarak gösterdi kendisini. Bir de ellerindeki imkanlar da bunu bu şekilde gösterebilecek güç ve çokluktaydı… Tam da burada, çok açık olmasına rağmen, onun gerçek yüzünü daha da erkenden gösterebilme şansını elimizden kaçırdık.
Zincirin halkaları olarak, darbe ve referandum
Darbe, Erdoğan'ın "C", referandum da "D" planıdır. Bunlarda planlar bitmez. Bana göre; Erdoğan'ın "B" planı, savaş ortamı ve katliamlarla gelinen ve halen de devam eden 7 Haziran 2015 seçimlerinin intikamı olarak 1 Kasım seçimleridir. 1 Kasım seçimleri, parlamento dışı bırakamadığı Halkların Demokratik Partisi’nden, yani halklarımızdan intikam planıdır. Yani Erdoğan darbesidir. Referandum da, darbenin devamı "D" planıdır…
Referandum’dan "Evet" de çıksa, "Hayır" da çıksa, bunların daha çok savaş kıyım, barbarlık ve faşizan planları vardır. Bizlerin de Hayır'la başlayacak, ama bununla sınırlı kalmayacak bir mücadeleye hazırlıklı olmamız gerekiyor…
Hayır'la bir başlayalım… Çünkü güçlü bir Hayır, diktatörü geriletmede önemli bir dönemeç olacaktır.
Biz bile adamın yaptığı darbeyi göremezsek, kitleleri nasıl "Hayır"a ikna edeceğiz. Kitlelerin gözünde gerçek darbeci olarak göstermeliydik, ta en başından. Hala geç kalınmış değildir; uluslararası arenada da, bu darbenin kendisi tarafından yapıldığı yönünde görüşler yavaştan dillendirilmeye başladı.
"Allah'ın bize büyük bir lütfu"
"15 Temmuz Erdoğan darbesi" halkımızı Evet'e zorlamak için gerçekleştirilmiştir. Evet'e bundan daha büyük bir katkı bulunamaz, yani kendisinin de belirtiği gibi büyük bir şanstı kendisi için, darbe değil, darbe senaryosunun başarıyla işlemesi.
15 Temmuz olayının hemen ardından Erdoğan İstanbul'da açıklama yaparak "Bu yapılanma vatana ihanet hareketidir" dedi. Genel Sekreteri'nin götürüldüğünü söyleyen Erdoğan, Genelkurmay Başkanı'nın durumunu ise bilmediğini ifade etti. Genel Kurmay başkanının bile akibetinin ne olduğu belli olmayan ve daha üzerinden 10 saat bile geçmeyen "darbe"yle ilgili, çok memnun bir biçimde bu "Allah'ın bize büyük bir lütfu" diyebildi.
"Şu anda yapılan hareket bir ihanet hareketidir" diyen Erdoğan, Gülen’in "bu vatana ihanet hareketinin bedelini çok ağır ödeyeceğini" söyledi. Erdoğan, "Hangi yola başvururlarsa vursunlar, biz bu kutlu davaya başımızı koymuşuz. Buraya canımızla, kefenimizle gelmişiz. Eninde sonunda şu anda bu hareket, Allah’ın bize büyük bir lütfudur. Çünkü bu Silahlı Kuvvetler’imizin temizlenmesine sebep olacak. Yüksek Askeri Şura (YAŞ) öncesinde böyle bir adımın atılması manidardır. Ne yaparlarsa yapsınlar, Türkiye eski Türkiye değil. Yeni Türkiye’nin davranış biçimleri çok daha farklıdır. Şimdi burada paralel devlet yapılanmasının bir işgali söz konusu. Bu F-16’lar niye uçuyor? Biz bu F-16’ları ülkeyi savunsun diye aldık" şeklinde sözler sarf edebiliyordu. Bu ancak, bu kadar planlı bir darbe senaryosunda olabilirdi.
Ayrıca, bir hatırlayın, "Gezi" ve "7 Haziran" dönemlerinde Erdoğan'ın nasıl kaybolduğunu ve uzun süre ekranların karşına çıkamadığını. Yani ben, Erdoğan'ı "darbe" günü ve ertesi günü kadar, hiç bir zaman bu kadar rahat görmemiştim. "Planım tuttu" sevinci yaşıyor ve kendini tutamayarak, kendini de ele veren en büyük "gafı mı" dersiniz, "lafı mı" dersiniz, "Allah'ın bize büyük bir lütfu" diyebiliyordu.
Tek adamlıktan, faşist diktatörlüğe doğru
Darbenin bir numaralı sanığı Tayyip Erdoğan'dır ve yargılanmalıdır. Erdoğan, darbeyi engelleyen değil, bizzat planlayan ve gerçekleştirendir. Darbeyi Erdoğan tezgahladı ve gerçeği görüp, söylemekte "Hayır" var…
Erdoğan da biliyordu ki, tüm bu barbarlığı, bir faşist diktatörlüğe yürümeyi göze alabilecek çılgınlığını, tek adam diktatörlüğünü ancak böyle başarabilirdi. Referandum’a giderken en iyi zemin, her kesimden tüm muhalefetin ezildiği, bastırıldığı, yok edildiği bir ortam ve bunun neticesinde, Olağanüstü Hal (OHAL) olabilirdi. Darbenin de asıl nedeni budur.
Bir düşünün, darbe sonrası Fethullah Gülen Hareketi (Tayyip'in adlandırmasıyla Fethullahçı Terör Örgütü – FETÖ, Fethullahçıların deyimiyle Hizmet Hareketi) hakkında ne kadar bitirildiği, belinin kırıldığı yorumları yapılmıştı. İki seçime de desteğine "çok da büyük" ihtiyaç duyulmadan girilmişti. MHP ve CHP önce kararsız davranmış, Gülencilere yanaşmayı pek de faydalı görmemişlerdir. Orada büyük bir oy potansiyeli görselerdi, hiç düşünmez ve çekinmez yanaşırlardı Fethullah Gülen'e.
Erdoğan çoktan "tek adam" olmuş, hızla faşist diktatörlüğe koşuyor. Bu Referandum, bu gidişin son şeklini verebilecek mahiyettedir… Yüksek oranda "Evet" çıktığında, Erdoğan yürüyüşünü devam ettirecek, tüm faşizan uygulamalarını ve örgütlenmesini gerçekleştirecek, halklarımıza daha da acı bedeller ödettirecek ve aslında faşist bir diktatörlüğü kurması için önemli bir fırsat daha yakalamış olacak. Güçlü bir "Hayır" çıktığında, faşizme yürüyüş durdurulacak, "Gezi Direnişi", "7 Haziran Şahlanışı" ve tüm baskı ve savaş ortamına rağmen "1 Kasım Direniş" ruhu geri gelecektir. Ama önce, "biz" de Erdoğan'ın mağdur olmadığını, darbenin bizzat mimarı, faili olduğunu söylemeliyiz.
"Zaten biliyordu, yönlendiriyordu" bile diyebilenlerin, bir türlü "Bu bir Tayyip Erdoğan darbesidir" diyememelerini anlamış değilim. Doğru, Erdoğan biliyordu. Tabii ki, gerçekçi görünebilmesi için, bir kısım Gülenci ve Kemalistin aklını çelmiştir. Bu ilk kez olmuyor ki! TC Devletinin başta faşistler olmak üzere, çeşitli karanlık kesimleri bir takım vaatlerle "pis" işleri için kullandığını çok kereler gördük. 100 yıllık TC'nin bu yöndeki sicili pek temiz değil ve her alanda sürekli kullandığı bir yöntemdir. Yani TC bu işi iyi bilir.
Oylama yarın başlıyor
16 Nisan Referandumu için oylama, yurt dışında yaşayan Türkiye vatandaşları için başlıyor. Gümrük kapılarında 16 Nisan’a kadar, başta Almanya olmak üzere, onlarca ülkede 27 Mart – 9 Nisan tarihleri arasında tek adam rejimini resmileştirecek, faşist diktatörlüğe geçişi hızlandıracak olan yeni anayasa için oylama başlayacak.
Türkiyeliler, sandıklara gidip kendilerine yalan söylenmesinden dolayı bile olsa "Hayır" demelidir. Kendi tek adam rejimini onaylatmak için, "kendisine darbe yapıldı" izlenimi yaratarak, bir darbe sonrası, darbecilerin yapacağından, yapabileceğinden kat kat fazlasını yapan AKP ve lideri Erdoğan'ı durdurmak için "Hayır" denmeli.
Büyük bir kesim "Hayırcı" ve bir o kadar da "Evetçi" var. Kararsızların ve sandığa gitmek istemeyenlerin de oranının az olmadığı bilinmektedir. Onlar "Hayır" demeleri yönünde ikna edilmelidir. Erdoğan’ın "darbenin" mağduru değil, bizzat faali olduğunu söylemeli, bu diktatör bozuntusunun, kendi çıkarları için neleri göze aldığını, bundan sonra da alacağını anlatmalıyız. Önümüzdeki üç hafta bunun için canla başla çalışmalı, bıkmadan usanmadan anlatmalıyız. “Darbe” yeniden enine boyuna değerlendirilip, "bu kesin Erdoğan darbesidir" denmelidir. Bu değerlendirmenin "Hayır"a katkısı büyük olacaktır.
Oligarşinin, sömürgeci Türk devletinin tercihidir bu darbe. Emperyalistlerin de desteklediği bir darbedir bu. Daha düne kadar, anti demokratik uygulamalar onları ilgilendirmiyor, seslerini çıkarmıyor, hatta Erdoğan'ı destekliyorlardı. Artık onlar da bir yol ayrımındalar. Devrimci demokratların ve yurtseverlerin de çalışmalarıyla, bir nebze de olsa Avrupa kamuoyunun gerçekleri görebilmesi sağlanmıştır. Bu nedenledir, "iki yüzlü" Avrupa devletlerinin, şimdi zalime, barbara karşı çıkıyor gibi görünmeleri. Onlara göre de "Tayyip Erdoğan artık dizginlenemeyendir" ve gözden çıkarılmaya başlamıştır.
Tayyip Erdoğan'ın, "darbe" sonrası, OHAL ile yaptıklarını tek tek yazmak, anlatmak, buraya kadar yazdıklarımın bir kaç misli daha uzunluğunda bir listeyi eklemem anlamına gelecektir. Ülkenin geldiği durum ortada. Erdoğan ve partisi AKP'ye, tek adam rejimine, faşist diktatörlüğe "hayır" demek için sandığa gitmek, hiç bir zaman bu kadar önem arz etmedi.
26.03.2017