17 yaşındaki lise öğrencisi devrimci Erdal Eren’in, cuntacılar tarafından yaşı büyütülerek katledilmesinin üstünden 41 yıl geçti… Eren, idam edilmeden 16 saat önce yanına gelen gazeteciler Savaş Ay ve Emin Çölaşan’a, avukatıyla görüştürülmediğini, 18 yaşının altında olmasına rağmen idam edilmek istendiğini, kendisini ibret olsun diye asacaklarını ve ölümden korkmadığını söylemişti.
“… Şunu bilmenizi isterim ki, sizin binlerce evladınız var. Bunlardan daha niceleri katledilecek, yaşamlarını yitirecek, ama yok olmayacaklar. Mücadele devam edecek ve onlar mücadele alanlarında yaşayacaklar. Sizlerden istediğim bunu böyle bilmeniz, daha iyi kavramaya çaba göstermenizdir…”
Türkiye’nin karanlık tarihlerinden bir sayfa olan 12 Eylül askeri darbesi döneminde 13 Aralık 1980 tarihinde idam edildi Erdal Eren. Giresun’un Şebinkarahisar’da ilçesinde 25 Eylül 1964’te dünyaya gelen Eren, cellatları tarafından yaşı büyütülerek idam edildiğinde henüz 17 yaşındaydı. Türkiye Devrimci Komünist Partisi-İnşa Örgütü’yle tanıştığı mücadeleye daha sonra Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği (YDGD) ve Türkiye Genç Komünistler Birliği’nde (TGKB) devam etti.
Ankara Yapı Meslek Lisesi öğrencisi olan Eren, Orta Doğu Teknik Üniversitesi öğrencisi Sinan Suner’in öldürülmesini protesto etmek için 2 Şubat 1980 tarihinde gerçekleştirilen gösteride gözaltına alınan 24 kişiden biriydi.
Yargıtay iki kez bozdu
Gösteri sırasında çıkan çatışmada asker Zekeriya Önge’yi öldürdüğü iddiasıyla tutuklanan Eren’in, yargılaması ise bir buçuk aydan kısa sürdü. 19 Mart 1980 tarihinde idama mahkûm edildi. Eren’in idamı Askeri Yargıtay 3. Dairesi tarafından önce “delillerin noksanlığı” nedeniyle esastan, ardından da idamın müebbet hapse çevrilmesini gerektiren “TCK’nın 59’uncu maddesinin uygulanmaması” nedeniyle usulden bozuldu. Başsavcılığın itirazı üzerine dosya Yargıtay Daireler Kurulu’na gitti ve orada onandı.
Çelişkiler giderilmedi
İdamdan önce olay yeri inceleme, olay yerinde bulundan 24 kişi ve tanıklar dinlenmedi, yalnızca askerler dinlendi. Olaylarda ölen Zekeriya Önge’nin üzerindeki elbiseler Adli Tıp Kurumu’na gönderilmedi, ifadelerinde çelişkiler olan askerler görmezden gelindi. Olay yerinde ve askerlerin silahlarında balistik ile Önge’nin ölümüne neden olan kurşunun mesafesine ilişkin inceleme yapılmadı. Erdal’ın yaşının kemik incelemesiyle belirlenmesi talebi yerine getirilmedi. Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nde Önge’nin otopsisini yaptığı belirtilen Ankara Numune Hastanesi Beyin Cerrahisi bölümünden Oktay Çetinsoy adlı bir stajyerin varlığı tespit edilemezken, mahkeme tüm bu çelişkileri araştırmadı.
Ölümden korkmadı
Eren, idam edilmeden 16 saat önce yanına gelen gazeteciler Savaş Ay ve Emin Çölaşan’a, avukatıyla görüştürülmediğini, 18 yaşının altında olmasına rağmen idam edilmek istendiğini, kendisini ibret olsun diye asacaklarını ve ölümden korkmadığını söyledi.
“Asmayalım da besleyelim mi?”
Tüm bu çelişkiler ışığında alınan idam kararı 13 Aralık 1980 tarihinde Ankara Ulucanlar Cezaevi’nde uygulanırken, cuntanın başı Kenan Evren’in “Asmayalım da besleyelim mi?” sözleri dönemin karanlık zihniyetini ortaya koydu.
27 yıl sonra gelen itiraf
O dönem yaşanan hukuksuzluğa dair Yargıtay 3. Dairesi üyelerinden emekli Hakim Albay Ahmet Turan’ın 27 yıl sonra yaptığı itiraf şöyleydi: “Askeri Yargıtay Başsavcılığı kararı ‘onayın’ diye bize göndermişti ama biz, kararı yine yetersiz bulduk. Burada çok hassas bir nokta var; vurulan erin cesedinden çıkarılan mermi çekirdeği ile sanığın tabancasından çıkan mermi çekirdeklerinin doğru dürüst mukayesesi yapılmadı. Olay yerinde iki tabancaya ait boş kovanlar bulunuyor ama onların Adli Tıp’a gönderilip mukayesesi yapılmadı. Eri vuran kurşun, ‘yüzde 100 Erdal’ın tabancasından çıktı’ diye bir şey yok dosyada. Çünkü incelenmemiş. En önemlisi; Erdal Eren, girdiği bir evin bahçesinde sinmiş bir yere. Askerler geliyor. Elinde de kendi tabancası var, gelişigüzel ateş etmiş. Diyelim ki gelen askerleri hedef gözeterek ateş etti. Üzerine gelen askerlerden biri öldüğüne göre göğsünden yara alması lazım. Halbuki vurulan asker sırtından vurulmuş.”
Eren’in ailesine yazdığı son mektubunun bir kısmı şu şekilde: “… Şunu bilmenizi isterim ki, sizin binlerce evladınız var. Bunlardan daha niceleri katledilecek, yaşamlarını yitirecek, ama yok olmayacaklar. Mücadele devam edecek ve onlar mücadele alanlarında yaşayacaklar. Sizlerden istediğim bunu böyle bilmeniz, daha iyi kavramaya çaba göstermenizdir…”