“Bir süredir Türk lirası, Arjantin ve Meksika pesosunun dışında yükselen ekonomilerin ulusal paralarının içinde en fazla değer kaybeden üçüncü para birimi oldu. Bu düşüş sürerse kısa vadede bu durum yönetilebilir olmaktan da çıkacaktır.”
MUSTAFA DURMUŞ
Geçen haftaki bir paylaşımda, ABD dolarının Türk lirası karşısında yeni bir tarihsel zirveyi zorlayarak 3.10 sınırına dayandığını yazmış ve buradan hareketle Türkiye ekonomisinin genelde "dış finansman ihtiyacının artması" anlamında dışa bağımlılığının ve özellikle de "özel sektörün yabancı kaynağa (döviz cinsinden) bağımlılığının alarm veren boyutlara ulaştığının altını çizmiştik. Bu yılın başında yayımlanan iki uluslararası raporun bulgularıyla bu durumun ciddiyetine dikkat çekmiştik.
Dün Bloomberg’de yer alan bir haber – yorum değerlendirmelerimizin haklılığını ortaya koyuyor. “Türkiye’nin en büyük borç temerrüdü, liranın zayıflığının hikayesi” (Turkey’s Biggest Unpaid Loan Tells the Story of Lira’s Weakness, http://www.bloomberg.com/middleeast, 19.10.2016) başlıklı bu yazıya göre, 2005 yılında Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük özelleştirmesiyle, üstelik de tartışmalı bir şekilde yabancılara satıldığı ileri sürülen Türk Telekom A.Ş. 2013 yılında aldığı toplam 4,75 milyar dolarlık dış kredinin bu Eylül ayındaki taksiti olan 290 milyon dolarını aralarında Citigroup, JPMorgan ve Deutsche Bank gibi dünyanın en büyük bankaları olan toplam 29 bankaya ödeyemedi (bu arada Türk şirketlerinin Temmuz 2016 itibariyle döviz açığı 201 milyar dolara yani milli gelirimizin % 28’ine ulaştı).
Öjer Telekom’un (Türk Telekom’un büyük hissedarı) 2013 yılında aldığı bu borçtan bu yana liranın dolar karşısında % 40 değer kaybetmesinin bu duruma neden olduğu ileri sürülüyor. Öyle ki şirketin, örneğin bu yıl ki satış gelirleri geçen yıla göre lira cinsinden % 7,9 artsa da dolar cinsinden % 5,6 oranında düştü. Bu da kâr payları gibi şirketin borç geri ödemede asıl olarak güvendiği kaynağın azalmasına neden oldu.
Bu durum, aynı zamanda, Türkiyeli şirketlerin küresel finans piyasalarındaki bol likiditeden bolca borçlanmalarının bir sonucu. Bu süreçte Türk şirketleri tam bir borçlanma sarhoşluğu içinde oldular, dışarıya daha da bağımlı hale geldiler, ama aynı zamanda da krizlere daha da yatkınlaştılar.
Bu gelişme sadece yeni borç temerrütlerine neden olmayacak, aynı zamanda şirketlerin maliyetleri kısmalarına, dolayısıyla da işçi çıkartmalarına ve yeni yatırımlarını durdurmalarına da neden olabilecek. Bu da iç talebi daha da daraltarak, zaten resmi olarak ancak % 3,2 olması beklenen bu yıl ki büyümenin daha da düşmesine yol açabilecek (iç talebin en önemli unsuru olan kredi büyümesinin yıllık % 30’dan yıllık % 5’e kadar düşmesi bu durumu teyit ediyor).
Yani haberde de vurgulandığı gibi, bir anlamda Türkiye “boom-bust” döngüsünü “düşük iç tasarruf-yüksek dış kaynak” bağımlılığı nedeniyle yaşıyor. Dış kaynak azaldığında ise bu bir “ani duruş” ya da “tersine sermaye akımları” ile sonuçlanabilir.
Bir süredir Türk lirası, Arjantin ve Meksika pesosunun dışında yükselen ekonomilerin ulusal paralarının içinde en fazla değer kaybeden üçüncü para birimi oldu. Bu düşüş sürerse kısa vadede bu durum yönetilebilir olmaktan da çıkacaktır.
Üstelik bugün saat 14.00’te Merkez Bankası’ndan beklenen yeni bir faiz indirimi bu süreci hızlandıracak ve liradan kaçışı teşvik ederek doların daha da değerlenmesine neden olacaktır. Kısaca lira daha da düşmeye devam ederse daha büyük temerrütler ve arkasından şirket batışları da kaçınılmaz olacaktır.
Türkiye’nin Ortadoğu’daki savaşta içinde bulunduğu durumun bir süredir jeopolitik risklerinin artmasına, bunun da liranın değer kaybını hızlandırmasına neden olduğu biliniyor.
İlave olarak ‘Başkanlık Sistemi’nin tekrar gündeme getirilmesi, bu yönde MHP’nin açıkladığı destekle beraber başkanlığın önünü açacak anayasa değişikliğinin en geç Mart ve Nisan aylarında referanduma götürülme ihtimalinin artması mevcut politik belirsizlikleri ve riskleri daha da artıracaktır. Bu da başta lira-dolar kuru, dış finansman ihtiyacı, özel sektör dış borçlarının geri ödenebilmesi ve bankacılık sektörü risklerindeki artışlarla şirket iflaslarını, işten çıkartmaları gündeme getirebilir.
Kısaca tarih tekerrür etmez, ama 2001 krizi koşulları ile mevcut koşulların endişe verici benzerliği de göz ardı edilemez. Umarız bir kez daha siyaset eliyle ekonomik kriz tetiklenmez.