SEÇTİKLERİMİZ – İrfan AKTAN’ın Gazete Duvar’daki Emrah ALTINDİŞ ile röportajı: Türkiye, Güney Kore’nin değil, İtalya’nın yolunda ve şehirlerimize büyük bir tsunami yaklaşıyor! Altındiş’e göre koronavirüsü açısından avantaj, insanlık için dezavantaj olan şey, öldürücülüğünün sınırlı olması.
Boston Üniversitesi Biyoloji bölümünde çalışan, Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi Emrah Altındiş’e göre Türkiye, Güney Kore’nin değil, İtalya’nın yolunda ve şehirlerimize büyük bir tsunami yaklaşıyor! Altındiş’e göre korona virüsü açısından avantaj, insanlık için dezavantaj olan şey, öldürücülüğünün sınırlı olması. Zira bu nedenle virüsü kapanların önemli bir kısmı ağır semptomlar geçirmediği için tespit edilemiyor ve bu süreçte risk grubundakilere hastalığı bulaştırmaya devam ediyor. Altındiş’e göre virüse karşı savaşta belirleyici olan, herkesin bu hastalığı kapmış gibi davranarak risk grubundaki bireyleri korumaya çalışması… Yani çözüm, herkesin bir başkasını kendisinden, kendisini de bir başkasından korumaya çalışması.
Çin’de ortaya çıktığı günden beri izlediğimiz felaket bulutu artık bizi de sarmış durumda. Korona virüsü salgınına seyirlik bir felaket filmi olarak bakmaya yönelen İran ve İtalya, “ekonomiye kıymayıp” tedbir almadığı için büyük acılarla kıvranıyor. Görünen o ki, bu felaket karşısında bile popülist söylemlerden geri durmayan sağcı liderlerin derdi ne virüs ne de insanlık. Onlar, büyük felaketle boğuşmak yerine, felaket geçtikten sonra toplayacakları parsanın hesabı içinde.
Peki bu felaket geçecek mi? Aşı ne zaman bulunacak? Bulunduğunda hemen kapımız çalınıp aşımız mı yapılacak? Türkiye’nin İtalya ve İran gibi olmaması mümkün mü? Derhal alınması gereken tedbirler neler? Tayyip Erdoğan’ın 18 Mart akşamı, sermayedarların keyfini yerine getiren “önlem paketi” bize ne anlatıyor?
Başından beri Türkiyeli yetkilileri somut önerilerle uyaran Boston Üniversitesi Biyoloji bölümünden Emrah Altındiş’e kulak verelim ve aktardıklarını yaygınlaştıralım…
16 Mart’ta Türkiye ve dünya için “Korona virüsü bugünden yarına ortadan kalkacak kısa süreli bir sorun değil. Şehirlerimize dev bir tsunami yaklaşıyor” demiştiniz. Neyle karşı karşıyayız?
1918 yılında İspanya’da başlayan gripten sonra dünya ilk defa bu kadar güçlü bir salgınla karşı karşıya. Virüsün en büyük avantajı öldürücülüğünün sınırlı olması. Virüs etkilediği insanların yaklaşık yüzde 80’inde ağır semptomlara yol açmıyor, hatta kimilerinde hiçbir belirti göstermiyor. Ama bu kişiler, diğer kişileri enfekte etmeye devam ediyor. Vak’aların sadece yüzde 20’si orta, yüzde 5’i ağır semptomlarda geçiriyor. Yüzde 2’si ile yoğun bakıma kaldırılacak kadar ağır geçiriyor. Dolayısıyla o yüzde 80’lik grup, risk grubundakiler açısından ciddi bir tehdit oluşturuyor.
Risk grubundakiler kimler?
60 yaş üzerindeki tüm bireyler ve kalp, hipertansiyon, diyabet, kanser hastaları, bağışıklık sistemi bir şekilde güçlü olmayan bireyler. Sigara içenlerde, içmeyenlere göre, erkeklerde de kadınlara göre hastalık daha fazla görünüyor. Dalga özellikle bu gruplara çarpıyor. Dünya biraz hazırlıksız yakalandı bu salgına. Çin’deki otoriter rejim ilk etapta bilgiyi paylaşmak isteyen insanları bastırdığı için işin ciddiyeti genç anlaşıldı. Tabii dünya, özellikle orta-üst gelir seviyesindeki insanlar açısından küçük bir köye dönüşmüştü. Dolayısıyla da virüsü Çin’den kapanların bütün dünyaya yayılması veya Çin’den çıkanlardan hastalığı kapanların başka ülkelere seyahati neticesinde böylesi bir tablo ortaya çıktı. Öte yandan Türkiye’de muhtemelen önümüzdeki dört hafta içinde vak’alar, ölüm sayıları çok daha artacak. Ayrıca bugün alınan kısıtlı önlemlerin işe yarayıp yaramadığını da o zaman daha iyi anlayacağız. Ama şu anda hemen, derhal sıkı önlem almak gerekiyor.
Şubat ayı başında korona virüsünün ilk çıktığı Vuhan şehri karantinaya alındığında, oradan gelen görüntüler dehşet vericiydi. Şubat’ın ortalarında İran’da, ardından İtalya’da virüs patlak verdi. Dolayısıyla dünya bu salgının adım adım yayıldığına tanıklık etti. Buna rağmen neden tüm ülkeler önlem almakta gecikti? Devletler neden koordine olmadı?
Bir kere politikacılar işin ciddiyetini anlayamadı ve biliminsanlarına kulak vermedi. İkincisi de, biliminsanlarının da elinde yeterince veri olmadığı için yeterince öngörülü davranamadılar. Tabii burada esas iş Dünya Sağlık Örgütü’ne düşüyordu. DSÖ işin ciddiyetini kavramakta, dünyaya bunun bir pandemi olduğunu ilan etmede daha erken hareket edebilirdi.
DSÖ, korona virüsünü ne zaman küresel salgın ilan etti?
11 Mart’ta! Oysa vak’alar pek çok ülkede yayıldığı, gözlemlendiği anda pandemi ilan edilebilirdi. Şu an İtalya, İspanya ve Fransa’da virüsü kapanların sayısı çok artmış durumda ama yakın zamanda ABD, İngiltere’de ve tabii Türkiye’de yayılma çok artacak gibi görünüyor.
Eğer DSÖ daha erken pandemi ilan etseydi, devletler önlem alabilir miydi?
DSÖ şu anda Avrupa’yı enfeksiyonun merkezi ilan etti. Bir kere Çin’den gelen uçaklar çok geç durduruldu. İtalya’daki vak’aların da Çin’den gelen yolcularla ilişkili olduğu görüldü. Dolayısıyla Çin’le hava trafiği çok erken durdurulsaydı, İtalya ve Avrupa’daki vaziyetin bu boyutlara ulaşması engellenebilirdi. Aynı şey İran için de geçerli. Ulaşım yasakları bu toplumları daha iyi koruyabilirdi. Öte yandan İtalya’da vak’alar 1, 3, 5, 19, 79, 100 diye yükselirken İtalyan toplumu işin vahametini anlayamadı. Bunda da hem devletin hem de İtalyan medyasının sorumluluğu var. Doktoramı İtalya’da yaptığım için oradakilerle de görüşüyorum. Bu işi ciddiye almadıklarını, herhangi bir grip gibi atlatacaklarını düşündüklerini için bir anda günde en az 300 kişinin öldüğü bir noktaya bu şekilde geldiklerini aktarıyorlar. Umarım önümüzdeki günlerde İtalya’da bu sayılar azalacak ama şu anda her gün yaklaşık 400 ölüm haberi geliyor ve geç alınan tüm önlemlere rağmen yakın zamanda bir ani düzelme pek mümkün görünmüyor. Burada mesele önlem alınıp alınmadığı değil, önlemin erken alınıp alınmadığı.
Dünya Sağlık Örgütü’nün korona virüsünü pandemi olarak tanımladığı 11 Mart, aynı zamanda İspanyol gribinin de ilk ortaya çıkışının yıldönümüydü. İlk kez 11 Mart 1918’de ABD’nin New Mexico eyaletinde tespit edilen, ama kamuoyundan saklanan bu grip salgını İspanya basınında açıkça tartışıldığı için “İspanyol gribi” olarak tanımlanıyor. İspanyol gribiyle korona virüsü arasında nasıl bir fark var?
Bir kere virüs tipleri birbirinden tamamen ayrı. İspanyol gribine yol açan H1N1 türü bir influenza virüsü, Covid-19 hastalığına ise bugün konuştuğumuz SARS-CoV-2 korona virüsü yol açıyor. İspanyol gribine baktığımızda, Birinci Dünya Savaşı sonlarına doğru, enfekte etme ve öldürme oranı çok yüksek olan bir grip suşu ABD’den başlayarak yayılmaya başladı. Çin’in bugün ilk başlarda yaptığını o günkü devletler yaptı ve rakamları sansürleyip dünyayla paylaşmadı. Dünya, savaş koşulları içinde olduğu ve savaşın kendisi aslında kamu sağlığını, beslenmeyi, barınmayı mahvettiği için hem tüm dünyada hem de özellikle askerler, İspanyol gribi yüzünden kitlesel biçimde öldü. O dönem, bugünkü tıbbi olanaklar yoktu ve üç yıl içinde yaklaşık 50 milyon insan hayatını kaybetti. Dünya nüfusunun dörtte biri enfekte oldu. Fakat o virüsün özelliği, daha çok genç yetişkinleri öldürebilmesiydi. Korona virüsünün özelliği ise daha çok yaşlı bireyleri öldürmesi, gençleri ve şükürler olsun ki çocukları öldürmemesi. Şimdiye kadarki veriler, örneğin İtalya’da 50 yaş altı ölümlerin çok çok az olduğunu gösteriyor. Fakat gençlerde, kalıcı bir hasar bırakıp bırakmadığını söylemek için daha çok zamana ve araştırmaya ihtiyacımız var.
Fakat virüsün mutasyon geçirmesi tehlikesine de işaret ediliyor…
Biliminsanları iki farklı tip virüsün gezmeye başladığını ifade ediyor. İlk başta çıkan L tipi ve ardından yaygınlaşan M tipi virüs. L tipinin daha öldürücü olduğu için özellikle Vuhan’ı etkilediği, ancak M tipinin daha az öldürücü olduğu için rahat yayılabildiği tahmin ediliyor. Yakın zamanda okuduğum bir makalede 100 farklı izole virüs karşılaştırılmış ve bugün görülmekte olan mutasyonların hastalık etmenlerini artırmadığı gösterilmiş. Virüsü yeterince tanımadığımız için genetik mutasyona uğrama olasılıklarını gelecek perspektifiyle öngörmek zor. Fakat şu anda bile korona virüsünün normal gripten çok daha yüksek öldürme oranı olduğunu görüyoruz. Dünya genelinde yaklaşık korona virüsünün öldürme oranı yüzde 3,5, İtalya’da yaklaşık yüzde 7 olarak görünüyor. Tabii vak’aların çoğu tespit edilemediği için, hepsi toplandığında virüsün yüzde 0,5 ila yüzde 1 arasında bir öldürücülükle kayıtlara geçmesi olası. Fakat önümüzdeki günlerde bu virüs mutasyona uğrar mı, gençler açısından da öldürücü olabilir mi, şimdiden öngörmek gerçekten zor…
…İrfan AKTAN’ın Gazete Duvardaki Emrah ALTINDİŞ ile röportajının tamamını okumak için TIKLAYIN