Altın Portakal ödül töreninde konuşan yönetmen Emin Alper “Suçun sıradanlaştığı, adalet arayışının anlamsızlaştığı, vicdanlarımızın köreltildiği bir baskı atmosferinde sinemacılarımız insanlığın vicdani muhasebesinin susturulamayacağını usul usul göstermeye başladılar.” dedi. Alper’in konuşması, Kültür Bakanı Ersoy dışında salondan büyük alkış aldı.
57. Altın Portakal Film Festivali, Tamer Karadağlı’nın Nihal Yalçın’a yönelik tahammülsüzlüğüyle gündemde kaldı. Ancak Ulusal Yarışma jürisine başkanlık eden yönetmen Emin Alper, ödüllerin dağıtılmasından önce oldukça çarpıcı bir konuşmaya imza attı.
Bu yıl ulusal uzun metraj seçkisinde yer alan filmlerin bir kısmında ‘suç ve vicdan’ temasının işlendiğini ve sinemacıların, Türkiye’nin siyasi atmosferinde yaşanan çalkantıları farklı bakış açılarıyla ele aldıklarını ifade eden Alper, Türkiye’de içinde bulunduğumuz baskı atmosferinde sinemacıların, yaptıkları filmlerle vicdan muhasebesinin susturulamayacağını ortaya koyduklarını vurguladı.
Suçun giderek alenileştiği ve vicdanların her gün susturulmaya çalışıldığı, köreltildiği bir atmosferde olunduğunu kaydeden Alper, “Umarız bu kıpırdanış, bugün suskunluğa zorlanmış, sesi kısılmış vicdanlarımızın bir gün gürleyerek geri döneceğinin habercisi olur” dedi.
Alper’in Kültür Bakanı Mehmet Muharrem Ersoy dışında salondan büyük alkış alan ve Tamer Karadağlı’nın Nihal Yalçın’a yönelik saygısızlığının gölgesinde kalan konuşması şu şekilde:
“Yaşadığımız siyasi atmosferin bir yansıması”
“Bu seçkide iki özellik ön plana çıkıyordu, bir tanesi ilk filmlerin çokluğu. Beş tane ilk film vardı ve bu sinemamız adına çok umut verici bir gelişme. İkinci dikkat çeken yöne ise genelde seçkilerde pek rastlamadığımız, bir ortak tema etrafında filmlerin toplanmaya başladığını görmüş olmamız. Bu ortak tema da vicdan ve suçluluk duygusu.
Yaklaşık beş tane filmi rahatlıkla bu kategori içerisinde değerlendirebiliriz. Mesela din ve vicdan ilişkisine, inanç ve vicdan ilişkisine iki apayrı çerçeveden bakan iki film izledik. Ailesinin işlediği suçun bedelini ödeyen hem de vicdani yükümlülüğünü üstlenmeye çalışan bir pasif tanığın hikâyesini izledik. Bir ilkokulun baskıcı ortamında suç duygusundan kurtulmak için birbirlerini suçlamaya hevesli öğretmenlerin hikâyesini dinledik. Distopik bir dünyada suçun buharlaştığı, suçlunun kaybolduğu, görünmez olduğu ve tanığın suçlandığı bir hikâye izledik. Kuşkusuz bu ortaklık içinde yaşadığımız dönemin, içinde yaşadığımız siyasi atmosferin bir yansıması diye düşünüyoruz jüri üyeleri olarak.
Çağına yeterince tanıklık etmemekle eleştirilirdi sinemamız. Belki de ilk kez suçun giderek alenileştiği, sıradanlaştığı, adalet arayışının anlamsızlaştığı, vicdanlarımızın her gün susturulmaya çalışıldığı, köreltildiği bir baskı atmosferinde sinemacılarımız vicdani muhasebenin, insanlığın vicdani muhasebesinin hiçbir zaman bitmeyeceğini ve susturulamayacağını usul usul göstermeye başladılar. Umarız bu kıpırdanış, bugün suskunluğa zorlanmış, sesi kısılmış vicdanlarımızın bir gün gürleyerek geri döneceğinin habercisi olur.
Çok zor bir süreçten geçtik. 14 filmi, mümkün olduğu kadar hakkaniyetli ve tabii ki son derece özel bir şekilde değerlendirdik. Ödül dağılımında az önce bahsettiğim suç ve vicdan meselesini politik ve eleştirel bir şekilde irdeleyen ve özellikle yeni ilk yüzleri, yeni sinemacıları bir adım öne çıkaran tercihler yaptığımızı sanıyorum.”
Emin Alper kimdir?
Emin Alper 1974’te Karaman’da doğdu.
Liseyi Ankara Fen Lisesi’nde bitirip Boğaziçi Üniversitesi İnşaat Mühendisliği bölümüne girdi, fakat mutlu hissetmediği bölümünü iki yıl sonra tekrar sınava girip aynı üniversitenin İktisat Bölümü’nü kazanarak değiştirdi.
Boğaziçi Üniversitesi’nde iktisat ve tarih okudu, ardı sıra Boğaziçi Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü’nde Modern Türkiye Tarihi üzerine doktorasını aldı.
18 yaşındayken izlediği Kustorica filmi Çingeneler Zamanı’ndan etkilenir, kendi deyimi ile “sinemanın büyüsünün farkına varır”. Üniversitede senaryo denemeleri yapan Alper, o dönem üniversitenin sinema kulübüne de üyedir. Vaktinin çoğunu sinema kulübünde, bir kısmı film sektöründe de çalışmakta olan arkadaşlarıyla geçirir. Bu dönemde senaryolar, eleştiriler yazar, sürekli notlar alır. Arkadaşları ile “Görüntü” dergisini bu dönem çıkarır. Kulüp etkinliklerinde film tartışıp dönemin parlayan yönetmenlerini (Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan gibi) söyleşilere davet ederler. Bu dönemlerde hep planladığı sinema geleceği netleşip şekillenir.
İstanbul Teknik Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü’nde akademisyen olarak dersler veren yönetmenin sinema ve siyaset üzerine Tarih ve Toplum, Birikim, Mesele, Altyazı ve Görüntü gibi dergilerde yayımlanan yazıları da vardır.
TRT’de yayınlanan Genç Sinemacılar programı sayesinde Mektup (2005) adlı ilk kısa filmi çekildi. Sonrasında da Rıfat (2006) adlı kısa film geldi. Ardından belli bir süredir senaryosunu ve kurgusunu planladığı ilk uzun metrajlı filmi “Tepenin Ardı” (2012) ile geniş kitlelerce tanındı.
Abluka (2015) filmi ise ilk gösterimini 72. Venedik Film Festivali’nde gerçekleştirdi.
“Tepenin Ardı” ile Berlin Film Festivali’nde Caligari Film Ödülü, Asya Pasifik Film Festivali’nde, 31. İstanbul Film Festivali’nde En İyi Film, Karlovy Vary Uluslararası Film Festivali’nde NETPAC ödülü, Taipei Film Festivali Uluslararası yeni yetenek yarışması büyük ödülü de dahil olmak üzere 2012 yılında ulusal ve uluslararası alanda 16 ödül aldı.