‘Emek, Barış ve Demokrasi’ sloganıyla Türkiye’nin dört bir yanından 10 Ekim 2015’te Ankara’da düzenlenen mitinge katılanlara yönelik IŞİD katliamının üzerinden altı yıl geçti. Unutmayalım yitirdiklerimizi, hatıralarını, bize yadigâr mücadelelerini…
Ankara’da Emek, Barış ve Demokrasi Mitingi öncesinde Ankara Tren Garı Kavşağı’nda arka arkaya iki patlama oldu. Patlama öncesinde olay yerinde hiç polis görünmezken, patlamadan sonra TOMA eşliğinde alana gelen çevik kuvvet tepki gösteren kitleye, yerde yatan yüzlerce yaralı ve ölüyü gözetmeden gaz bombalarıyla saldırdı. İntihar bombacıları tarafından düzenlenen saldırı sonucunda en az 100 kişi öldü, yüzlerce kişi yaralandı.
DİSK, KESK, TTB ve TMMOB’nin çağrıcılığında 10 Ekim cumartesi günü Ankara’da gerçekleştirilmesi planlanan Emek, Barış ve Demokrasi Mitingi öncesinde Ankara Tren Garı önünde arka arkaya iki patlama yaşandı.
Patlamada yüzlerce kişi yaralandı, onlarca kişi de olay yerinde can verdi. Kitlenin soğukkanlı davranıp panik yapmaması olası bir izdihamın önüne geçerken TTB, SES ve Dev Sağlık İş ile mitinge gelen sağlık emekçilerinin alandaki varlığı sayesinde ambulanslar gelmeden yaralılara müdahale edilebildi. Böylece daha ağır bir manzara yaşanmasının önüne geçildi.
Sağlık Bakanlığı tarafından yapılan ilk açıklamada 86 ölü ve 200’e yakın yaralıdan bahsedilse de 16.30’da bir açıklama yapan Türk Tabipler Birliği Kriz Masası katliamda ölenlerin sayısının 97, yaralı sayısının da 419 olduğunu belirtti. Geceyarısı TTB’den yapılan açıklamada ölü sayısının 105’e yükseldiği belirtildi. Ancak daha sonra ölü sayısı 100 olarak netleşti. Yaşamını yitirenler arasında KESK, DBP, HDP, CHP, Halkevleri, EMEP ve SKYP üyeleri bulunuyor.
Vedat İLBEYOĞLU Evrensel için yazdı: “Yenilmez, asla kaybetmez…” denilen bir iktidarın, tek başına hükümet kurma pozisyonunu ilk kez yitirdiği 7 Haziran 2015 seçimlerinden hemen önce başlayan katliamlar zincirinin en büyük halkasıydı 10 Ekim… Seçim öncesinde Adana, Mersin, Diyarbakır, seçim sonrasında ise Suruç ve Ankara… IŞİD’li katillerin ellerini kollarını sallayarak cirit attıkları ‘güvenlik konsepti’ koşullarında bombalarla katledilen yüzlerce arkadaşımız, dostumuz, kardeşimiz…
Bu katliamlar ile 7 Haziran’da kaybedilen seçim sonrasında iktidar mahfillerinin bolca kullandığı “millet kaosu seçti” argümanının örtüşüyor olması tesadüf sayılabilir mi?! Yine, yıllardır süren kanlı çatışmaların bir süreliğine de olsa durduğu ‘diyaloğ süreci’nin ‘masa falan yok’ komutuyla bitirilmesi de aynı döneme denk düşüyordu.
10 Ekim 2015’te yitirdiğimiz emek ve barış mücadelesinin 103 neferi, tetikçileri aşan boyutlara sahip bir tuzakla koparıldılar aramızdan. “IŞİD terörü” denilip geçilecek bir durum değildi yani yaşanan.
Patlatılan bombalar sonrasında, dönemin başbakanı Davutoğlu, “oylarımız yükseliyor” demişti açıkça. Katliamları organize eden ve adım adım izlendikleri dava sürecinde ortaya çıkan bombacı katilleri, “öfkeli gençler” olarak nitelendirmişti aynı başbakan. Yine, “kendilerini patlatmadan nasıl yakalayabilirdik ki?” mealinde bir açıklamayla iktidarın sorumlu olmadığını anlatmaya çalışmıştı! Şimdi o Davutoğlu ‘muhalif’ ve “o dönemi konuşursam insan içine çıkamazlar” diyor. 7 Haziran’da kaybedilen oy çoğunluğunun hemen birkaç ay sonra 1 Kasım’da nasıl sağlandığının, “şiddet, kaos, oy” denkleminin nasıl işlediğinin de itirafı gibidir Davutoğlu’nun sözleri…
Öncesi ve sonrasıyla, nasıl karanlık bir tünele sokulacağımızın bütün izlerini barındıran bir kanlı durak oldu 10 Ekim. Ülkenin sokulduğu uğursuz yolculuğun duraklarından biri. Yolculuğun nasıl da bıçak keskinliğinde geçeceğini, “iktidar için herşey mübah” parolasının nasıl bir gözü karartmışlıkla uygulanacağını da öğretmiş oldular bize 10 Ekim’de. Canımızı, canlarımızı kopara kopara…
Süreç içerisinde ‘tek adam rejimi’ gibi bir duraktan da geçen o kaoslu yolculuk sürüyor hâlâ…
Evet, epeyce bir mesafe katedildi bu karanlık yolculukta…
Saraylar daha da büyürken, ‘kulübeler’de yaşayanların hayatları daha bir zorlaştı. Barış, özgürlük ve elbette iş, ekmek daha da azaldı.
Zor zamanlardan geçtik, geçiyoruz. Ama her zorluk kendisini aşmanın olanak ve imkânlarını da barındırıyor mutlaka. Umut dediğimiz, umutsuzluk iklimlerinde mayalanıyor.
10 Ekim vesilesiyle daha önceden de sözü edilmişti bu köşede: Kendisi bir sufi olan Muhammed İkbal, “Zaman sana uymazsa sen zamana uy” diyen tasavvufçulara, “Zaman sana uymazsa, sen zamanla savaş…” diye itiraz eder!
Mesele budur; zamanla savaşmak, zamanı değiştirmek!
Bu da bir süreç işidir.
Aklımız, hesaplarımız süreçlere ayarlanmamışsa, bırakın başka şeyleri, kaybettiklerimize dair acılarımız, hatıralarımız yer yutar bizi. ‘An’ların altında ezilir kalırız.
Şimdi yitirdiğimiz arkadaşlarımızla hâlâ o kanlı Gar meydanında kalmış olsa da bir yanımız…
103 arkadaşımızın yokluğu yaşamak ağrısı gibi asılıyken hâlâ boynumuzda…
Onları anmanın, haklarını teslim etmenin, hesaplarını sormanın emek, barış ve özgürlük mücadelesine katılımımızla, bu mücadelenin düzeyiyle ilintili olduğunu unutmayalım. Altı yıl önce, o meydanda paramparça edilmiş halimizin fotoğrafını unutmayalım. Ama bilelim ki yaralarımızı mücadeleyle sarabiliriz ancak.
Unutmayalım yitirdiklerimizi, hatıralarını, bize yadigâr mücadelelerini…
‘Tekçi’ rejime varan ‘özel’ bir hedef için bizden koparılanlara dair sözümüzün ilk hecesi de bu rejime son vermeye dair olmalıdır. Bu mücadeleye yoğunlaşmak, kayıtsız koşulsuz, bu sorumlulukla donanmak… Kitabî, teorik doğrular adına hayatın işaret ettiği yalın hedefleri karatmamak… Kim neyi, kimi yitirmişse, onu kuşanıp öncelikle ülkeye dayatılmış bu uğursuz yolculuğa bir son vermektir.
Korkmaz’ın, Dilan’ın, Şebo’nun, Dicle’nin, Mesut’un, Elif’in ve diğerlerinin anılarını yaşatmanın, o güzel insanlarla hep birlikte kendi yolumuza, yolculuğumuza devam etmenin başka bir yolu da yok.”