Bülent TEKİN yazdı – Türkiye’de sosyalist ve sendikal hareketin zayıf olduğu gerçeği vardır. Osmanlı döneminden gelen bir işçi ve sosyalist partiler geçmişi olmasına karşın Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş aşamasında askeri egemenlik ve milli burjuva sınıfının yaratılması, antikomünist bir yol izlenmesi sonucu sınıf bilincinin istenilen düzeyde olmamasına neden oldu. Türkiye’de uygulanan burjuva demokrasisinde ve hatta ilkel burjuva demokrasisinde burjuvazinin siyasette etkinliği emekçileri sermayenin karşısında zayıf bıraktı.
Maden, tekstil, gıda, taşımacılık ve diğer çok sayıda alanda ücret artışı ve sendikal hakların tanınması talebiyle işçi eylemleri yapıldı, yapılıyor. Özellikle motosikletlerle getir-götür gibi yemek vb hizmetleri sunan işçiler, ya da Migros gibi dev bir şirkette çalışan işçiler de vardı bu eylemlerde. Asgari ücretin açıklanması ve çalışanlara-özellikle sendikasız olanlara-verilecek ücretlerin yaşanan pahalılık ve enflasyon ortamında yarattığı olumsuz durumun bu eylemlerde payı var. İşçi eylemleri tabii ki emeğin sömürülmesine dayanır. Hoşnutsuzluğa, el yakan faturaları alan esnaf, üretici, orta sınıf, çalışanlar, emekliler ve hatta fabrikatörler katıldı. Soğuk kışta doğalgaza ve elektriğe yapılan büyük zamların, akaryakıt zamlarıyla nasıl bir pahalılık ve sıkıntı yarattığını iktidar hariç herkes yaşadı.
İşçi eylemleri daha çok sendikasız ve örgütsüz işyerlerinde başladı. Bu durum, içinde yaşanılan ekonomik ve sosyal krizde insanca yaşayamamak, aç kalmak, sefalet içinde olma durumundan kaynaklandı. Pandemi sürecinde ortaya çıkan motosikletle evlere yemek, gıda vb götürme işi devasa bir sektöre dönüştü. Tv’lerde boy boy reklamları ve hatta dizilere sponsor olabilme olanaklarını yaşıyorlar. İşte onları ihya eden rengârenk tulumları ve montlarıyla motosiklet sürücüleri beklenmedik şekilde bu eylemlerde büyük rol oynadılar. Oysa bu eylemler ya da direnişler daha çok proletaryadan (işçi, emekçi) beklenirdi. Daha doğrusu ya da kısacası işçi eylemleri kendiliğinden başladı.
Türkiye’de sosyalist ve sendikal hareketin zayıf olduğu gerçeği vardır. Osmanlı döneminden gelen bir işçi ve sosyalist partiler geçmişi olmasına karşın Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş aşamasında askeri egemenlik ve milli burjuva sınıfının yaratılması, antikomünist bir yol izlenmesi sonucu sınıf bilincinin istenilen düzeyde olmamasına neden oldu. Türkiye’de uygulanan burjuva demokrasisinde ve hatta ilkel burjuva demokrasisinde burjuvazinin siyasette etkinliği emekçileri sermayenin karşısında zayıf bıraktı.
Pandemi dönemine burada bir paragraf açmak gerekir. Aylarca ve hatta yıllarca eve kapatılan milyonlarca insan yaşamlarından en azından 2.5 ve hatta 3 yıl kaybettiler. Pandemi sürecinde daha da derinleşen ekonomik kriz sadece işçi sınıfını değil küçük esnafı, köylüyü, tüm çalışan emekçileri yoksullaştırdı. Çok sayıda küçük esnaf iflas etti, büyüme yolunu yakalamış iş insanları da küçüldüğünü gördü. Bu yaşananlara yönetenler dâhil olmadı. Onlar sağlık sorunları ve riskleri dışında pek sıkıntı ve hatta rahatlık ve kazanım kazandılar. Çünkü insanlar kendi canlarının derdine düşmüştü. Yönetmek de kolay oldu. Eve kapanan milyonlara (ve dünya genelinde milyarlara) yemek taşıma işine giren bir kısım sermaye sahiplerinin motosikletli çalışanları oldu. Bunların bir kısmı ülkemizde esnaf kurye pozisyonunda çalıştırıldılar. Bunlar aslında ne işçiydiler ve ne de esnaftılar. Gelecekte esnaf olmanın ve hatta patron olmanın kısa yoldan yolunu bulduklarını sandılar ama sonunda işçi bile olamamışlardı. Bir sosyalist terimle adlandırmak gerekirse lümpen proleterya hedeflenmişti.
Türkiye işçi sınıfının en önemli sorunlarından biri sendikal düzeyde örgütlülüğünün çok zayıf olmasıdır. İşçiler sınıf bilincinin dışında kendilerini muhafazakâr, milliyetçi, sol ve bazen de etnik durumdan dolayı Kürt olarak tanımlarlar. Emek, üretim, üretim güçleri, üretim araçları, paylaşım, sömürü gibi kavramların önemine aldırış etmeyen ve sınıf bilincinden çok sosyal tanımlar içinde olan emekçilerin ve sendikaların içinde aşırı sağ gibi ideolojileri kendilerine şiar edinenleri var. Düşünün bir aşırı sağcı ırkçı bir milliyetçi ya da siyasi dinci bir sendikanın emek karşısında olan durumunu ya da o sendikanın kendi üyelerinin patron ya da sermaye karşısında hakları konusundaki davranışlarını, tutumlarını?
Emekçilerin sadece ücretlerinin yükseltilmesini isteyerek yaptıkları mücadele tam başarı getirmez. Kazanımların kalıcı olabilmesi için sendikal örgütlenme ve toplumsal bir değişim için dayanışma gerekir. Özellikle emekçiler, kadın ve gençlerin demokrasi, insan hakları ve özgürlükler konusunda dayanışma içinde olmaları bu aşamada önem kazanıyor. Yine bu aşamada sendikaların emek yanlısı mücadelesini ve tam demokrasinin inşası konusunda mücadele eden HDP, SYKP ve KKP gibi siyasi partilerin varlığı önem kazanıyor.
Derinleşen kriz, pahallılık, enflasyon, işsizlik, çoğalan bir yoksulluk ve umutsuzluk peyda ediyor. Hukukun ve adaletin mumla arandığı, yolsuzlukların üzerine gidilmediği bir ortamın doğal sayıldığı bir anlayış peyda oldu. Karadeniz’de doğalgaz bulduk, ay’a gidiyoruz ya da füzemizi yaptık, uçağımızı yaptık, Akdeniz’deki doğalgaz bizim olacak gibi müjdeler kimseyi mutlu etmiyor. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi din ve milliyetçilik söylemleri üzerinden de açlık, yoksulluk ve gelecek endişelerine engel olamıyor. Adaletsiz ve zalim bir dünyayı kimse istemiyor artık!