Bahadır ALTAN Gazete Karınca için yazdı: Son helikopter kazasında enkaza ilk ulaşan ve yaralılara yardım eden Çekmece köylü Kürt, 5 ay önce helikopterden atılan 50 yaşındaki Osman Şiban ve 57 yaşındaki Servet Turgut’un akrabaları olabilirdi örneğin…
Geçen hafta Bitlis kırsalında düşen ve 11 askerin yaşamını yitirmesine neden olan helikopter kazasının ardından yeni bir detay gelir umuduyla ekran başındaydık. İktidar televizyonlarındaki kadrolu ‘yorumcular’ bu kez birer havacı olarak boy gösteriyorlardı. Neredeyse herkes bir meteoroloji ve uçuş uzmanıydı! Her zamanki pozisyonlarını alarak ve iktidara yaranmada yarışarak maharetlerini gösterdiler. Dev harita önünde elinde işaret çubuğuyla bütün detaya hakim olduğu edasıyla konuşan bir yorumcu, kazanın hemen ardından İHA’larla enkazın yerinin belirlendiğini, uçaklar, helikopterler, ambulanslar ve ekiplerin bölgeye kısa sürede ulaştığını, düşen helikopter içinden iki kişinin canlı kurtarıldığını ballandırarak anlatıyor ve ‘büyük bir başarıdan’ söz ediyordu. Sanki bir senaryo üzerinden arama kurtarma tatbikatı yapılmış gibi bu kazadan bile bir ‘başarı’ hikayesi çıkarmayı ‘başaran’ yorumcunun pişkinliği karşısında insanın yüzü kızarıyor doğrusu…
Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın olayın hemen ardından suçluyu işaret ederek, “Ani değişim gösteren olumsuz hava koşulları!” demesi yeterliydi. Bir güvenlik uzmanının “Helikoptere çok binmişliğim vardır!” diyerek söze başlayıp hamasetin doruklarına tırmanarak Çanakkale Savaşı’ndaki 57. Piyade Alayı’yla sözünü bitirmesi başka bir örnekti. Bakanın işaretinden vazife çıkaran yorumcuların değerlendirmeleri bu ülkede kazaların neden bu kadar çok yaşandığını da gösterir gibi. Gerçekler ortaya çıkıp, oklar asıl sorumlulara yönelir korkusuyla yapılan algı yönetimi böyle zamanlarda suçüstü oluyor. Siz bu yazıyı okurken muhtemelen olayı unutturmayı da ‘başarmış’ olacaklar. Dikkatleri ülkenin can alıcı sorunlarından başka yerlere yöneltmek için vazife başında olur ‘yorumcular!’ Yakınlarını kaybeden aileler ise yaşadıkları travmanın ömür boyu taşıyacakları ağır yüküyle acılarını sırtlanmış olacaklar.
Öncelikle söyleyelim. Çoğumuzun cep telefonlarında bile yağmurun saat kaçta, hangi olasılıkla yağabileceği gibi bilgiler içeren meteoroloji programlarının olduğu bir çağda, havacılıkla uğraşan insanlar için önceden bilinemeyen, ‘ani gelişen’ bir hava koşulu yoktur. Bilinen hava koşulları da bir kazanın nedeni olamaz. Olsa olsa hava koşullarını dikkate almadan uçuş planlayarak kural ihlali yapılması söz konusu olur.
Hep söylediğimiz gibi uçak kazalarının tek bir nedene bağlanması mümkün değildir. Bütün olumsuzlukların bir zincirin halkaları gibi aynı anda ve aynı yerde buluşmasıyla, zincir tamamlanırsa kazalar olur. Bu kazanın da kesin nedenleri yılları bulacak teknik inceleme sonrasında kamuoyu bilemeyecek olsa da netlik kazanacaktır. Ancak eldeki verilerle bazı olasılıklar şimdiden elimine edilebilir. Örneğin görgü tanıklarının olması ve şu ana kadar üstlenen olmadığı için dışarıdan açılan bir ateşle vurulmadığı kesindir.
Kesin olan bir şey daha var: Cougar tipi bu helikopter, o günkü hava koşullarında, o ağırlıkla, Bitlis kırsalı gibi yüksek rakımlı dağlık bir arazide uçmaması gereken bir helikopterdir. Adının anlamı Dağ Aslanı (Puma) olsa da dağlık arazilere uygun olmayan, manevra yeteneği, gücü ve bulut içi uçuş için aletleri oldukça sınırlı bir hava aracı olduğu biliniyor. Bu nedenle uçma emrini veren, uçuş planını onaylayıp izin veren ve bütün emirlere rağmen ne yazık ki “Bu hava koşullarında bu uçuş yapılamaz” diyemeyen veya havada yeterince önceden görevi iptal etme kararını veremeyen pilot dahil herkesin hataları ve sorumlulukları vardır.
Askerliğin katı hiyerarşik yapısıyla havacılığın inisiyatif gerektiren disiplininin kesiştiği yerlerde kazalar olmuştur. Sivil havacılıkta da patronların kar hırsıyla, havacılığın uçuş emniyetini önceleyen yapısı kesiştiğinde kazalar olur. (Yukarıdaki yorumcuların konumunda olmadığımı belirtmeme izin verin: 1971 yılında Hava Lisesi’yle başlayan havacılık hayatının 5 yılında helikopterde eğitim uçuşları da yapmış bir öğretmen pilot olarak tanıklık ettiğim kazalar nedeniyle bu tespiti yapma hakkını kendimde görüyorum.) Görerek uçuş koşulları dediğimiz buluta girmeden (5/8’den daha az bulutluluk) yer ve gökyüzünün, ufkun ayırt edilebildiği en az 5 kilometre görüş mesafelerinde uçması gereken bir helikopter, karlı kötü hava koşullarında, yüksek rakımlı ve engebeli arazide uçuşa mecbur edilmiştir. Yolcularının çoğunun kendisinden çok yüksek rütbelerde komutanlar olan pilotun “Bu havada bu uçuş yapılamaz” demesi askerliğin hiyerarşisi içinde çok zordur. İşte havacılık böyle bir inisiyatif gerektirir.
Ayda 200’e yakın işçinin can verdiği iş cinayetlerinde, trafik kazalarında dünya şampiyonu olan bir ülkede uçak kazalarının az olması beklenemez kuşkusuz. Yine de ilk bakışta görünen nedenlerin ardında saklı olan, zemin hazırlayan ortamı sorgularsak birbirinin aynısı kazaları tekrar tekrar yaşamaktan kurtuluruz. Bu nedenle sorumluluk zincirini 1993 yılında bu helikopterin alımına karar veren Tansu Çiller Hükümetinden, hatta daha da gerilerden başlatmakta yarar var. Çünkü helikopteri kullanacak kurumların hepsi, Hava Kuvvetleri, Kara Havacılığı gibi bütün birimler Cougar’a ülke ihtiyaçlarına uygun olmadığı gerekçesiyle karşı çıkmasına rağmen siyasi iktidar, Fransız-Alman ortak yapımı helikopter alımına karar vermiştir. Helikopterin uygun olup olmadığı değil “ilişkiler ve ticaret” öndedir.
Ticari ve siyasi itibar adına ne faturalar ödedik! Şimdi, “kendimiz yapıyoruz” diyerek sanki bedavaya geliyormuş gibi algılatılmaya çalışılsa da akraba şirketlere ödenen faturalar, Cougar’a, S-400’e ödenenleri aratır boyuttadır. Savaş pahalı bir uğraştır ve taraflar ağır bedeller öderken kazananı sadece silah satıcıları oluyor. Faturayı ödeyen halkların kaybettiği de sadece para değil kuşkusuz. Bu yüzden ekranlardaki hamaset 57. Alay’a kadar varıyor…
Kaza haberini izlerken, yıllar önce bir öğrencimin gece yarısı telefonla beni arayarak, “Bana bunları neden öğrettin, biz şimdi kendi köylerimizi bombalıyoruz!” demesi yeniden kulaklarımda çınladı. Ne yazık ki bu kirli savaş içinde ‘havacılık’ adı da kirletilerek kullanıldı ve kullanılmaya devam ediyor. Daha 5 ay önce, Van’ın Çatak ilçesinde gözaltına alınıp helikopterden atılan ve birinin tesadüfen yaşama tutunduğu iki Kürt köylüsü de başka bir helikopter pilotunun yolcularıydılar. İşkencecilere engel olmaya çalıştı mı, yardım mı etti bilemem, ancak o insanların canlarından asıl sorumlu olan kişi de o helikopterin pilotuydu. Tatvan yakınlarındaki son kazada enkaza ilk ulaşan ve yaralılara yardım eden Çekmece köylü Kürt, 5 ay önce helikopterden atılan 50 yaşındaki Osman Şiban ve 57 yaşındaki Servet Turgut’un akrabaları olabilirdi örneğin…
Hava açık olsaydı bu kaza olmazdı elbet; yerde kar olmasaydı, helikopter Cougar yerine Skorsky olsaydı, uçuş iptal edilebilseydi gibi söylenecekler sonsuzdur.
Biz de soralım: Ya barış olsaydı?