VOLKAN YARAŞIR
Türkiye ekonomisi hem yapısal zaafiyetlerinin yarattığı, hem de küresel düzeyde finansal gel-gitlerin açtığı problemleri şiddetle yaşıyor. Aktüel olarak yaşanan jeo-politik anaforlar ( Ukrayna sorunu, Rusya’ya ABD ve AB’nin yaptırımları ve Ortadoğu’nun sürekli savaş alanına dönüşmesi) ekonomik sorunları tetikleyici bir işlev görüyor.
AB ve ABD’nin yeni ekonomik yönelimleri, özellikle FED’in tahvil alımında 10 milyar dolarlık bir azaltmaya giderek, alımları 25 milyar dolara indirmesi ve parasal genişleme programına Ekim 2014’te son vereceğini açıklaması dışa bağımlı, dış kaynağa dayalı bir büyüme yapısına sahip Türkiye ekonomisini tehdit ediyor.
Sanal büyüme, taşeron “sanayileşme”
Finans kapitalin ve onun en militan partisi olarak AKP’nin sermaye birikim rejimi sonucu, sanal/taşeron büyüme karakteri gösteren ekonomi, asıl olarak finans ve (ağırlıkta inşaat) hizmetler sektörü merkezli gelişti. Türkiye’nin uluslararası işbölümündeki yerine bağlı ve radikal neo-liberal politikaların sonucu olan bu durum, beraberinde yıkıcı bir sarmalın önünü açtı. Niteliksizleşen, parçalanmış “sanayileşmeyi”, şiddetli tarımsal yıkım politikaları izledi.
Sürecin başka bir yansıması, hizmetler sektörünün ve finans sektörünün hızlı gelişmesi ve şişmesi oldu. (2002-2013 yılları arasında finans yüzde 60’ın üzerinde, hizmetler sektörü ise yüzde 7’lik bir büyüme gösterdi). Bu faktörlerin de etkisiyle istihdamda çok boyutlu ve hızlı parçalanma yaşandı. Sınıf açısından cehennemi bir çalışma rejiminin önü açıldı.
Güvencesiz, enformel, marjinal, taşeron istihdam biçimleriyle esnek çalışma yaygınlaştırıldı.
Sınıfın köleleştirilmesi ve bir nesneler yığınına dönüşmesi için sistematik mülksüzleştirme, yoksullaştırma, işsizleştirme, sendikasızlaştırma, güvencesizleştirme politikaları uygulandı.
Saldırılar ontolojik bir içerik kazandı.
Kentin metalaşmasının bir parçası olarak, tam bir yağma ve talan mantığıyla, inşaat sektörüne yatırımlar yapıldı. Rezidans ve AVM’lerle hayatı değersizleştiren adımlar atıldı. Bu süreçte inşaat sektörünün desteklenmesi bir devlet politikası haline getirildi. Neo-liberal devlet bir yandan “şantiye”, öte yandan tekelci polis devletine dönüştü. Bir taraftan radikal otoriter düzenlemeler gerçekleştirildi ve diğer taraftan şiddetli yıkım ve talan politikaları uygulandı.
Emlak sektöründen elde edilen olağanüstü kârlar, finans sektörüne aktarılarak sektörün büyümesi sağlandı. Yıkıcı bir sarmal şeklinde büyük spekülasyon hareketleriyle finans piyasalarından elde edilen kârların bir bölümü yeniden inşaat sektörüne, yağma ve talana aktarıldı. Bu sarmal ekonomide büyük çöküntülerin yanında, yüksek kırılganlığın önünü açtı.
Kritik süreç, kritik momente doğru
FED’in parasal politikalarda kısıtlamaya gitmesi, 2014 yılının ikinci yarısında, dış kaynağa narkotik bağımlılık içinde olan bir dizi ülkede olduğu gibi (başta 5’li kırılgan diye tanımlanan ülkeler olmak üzere) Türkiye ekonomisinde, ciddi sorunlara yol açabilir.
Bunun yanında küresel düzeyde jeo-politik odak noktalarında yaşanan alt-üst oluş, ekonomide jeo-politik risklerin şiddetini artırıyor. Ukrayna sorunu, emperyalist güçlerin (AB, ABD, Rusya arasında) hegemonya savaşının bir yansıması olarak öne çıktı. AB ve ABD’nin yaptırımlarına karşı Rusya’nın kontr hamleleri, özellikle bir dizi ithalat maddesinin alımını sert biçimde kesmesi ve Avrupa’nın yakıcı bir bağımlılık içinde olduğu enerji ihtiyacını karşılayan hatları kesebileceğini açıklaması, zaten deflasyon tehlikesiyle karşı karşıya olan AB ekonomisini şiddetle sarsabilir. Güney Avrupa’nın yaşadığı kamu borç ve zombi bankacılık kriziyle birleşen bu faktörler, AB’yi bir kriz coğrafyasına dönüştürebilir. Bu gelişmenin küresel sonuçları yıkıcı olacaktır. Almanya’nın Ukrayna sorunundan ve Çin’in yeni ekonomik varyasyonlarından daha şimdiden etkilenmesi durumun vahametine delalettir. Ortadoğu’nun bir mezhep savaşı coğrafyasına dönüşmesi jeo-politik risklerin başında gelmektedir.
Arjantin krizinin, (başlarda bir senkrona yol açmayacağı düşünülse de) olası domino etkisi, küresel finans piyasalarını tedirgin etmektedir.
Türkiye ekonomisi yüksek cari açık ve dış borç oranıyla (bu borcun büyük kısmının özel sektöre ait olması ve kısa vadeli olanlarının yüksek bir meblağı oluşturması), ekonominin dönmesi için yakıcı likidite ihtiyacı (dış kaynak bağımlılığı) gibi yıkıcı zaafiyetler taşıyor. Ayrıca senkronize sonuçlar yaratacak biçimde konut balonun oluşması bu zaafiyetleri artırıyor. Küresel finans hareketlerindeki salınım, Türkiye gibi kırılganlığı yüksek ülkeleri sarsıyor. Buna jeo-politik faktörlerin eklenmesi sert dalgalanmaların her an önünü açabilir. Ekonomide küresel düzeyde yıkıcı anaforların doğma olasılığının ve ülke içinde ise ekonomik kırılganlığın arttığı bir konjonktürdeyiz.
TC’nin transformasyonu
Bu konjonktürde seçilmiş bir otoritaryanlık mahiyetinde yapılan cumhurbaşkanlığı seçimi, TC’nin tranformasyonunu işaretliyor. Bu adımı 2015′ deki genel seçimler izleyecek. TC, “yeni” Ortadoğu düzenine uygun bir devlet yapılanmasına bürünüyor.
TC, tekelci polis devletine dönüştürülürken, dışarıda militarist ataklarla bölgesel bir güç olma çabaları devam edecek, bunu gerçekleştirilebilmesi için içeride ise tam bir işçi cehennemi yaratması gerekiyor.. Ayrıca Kürt özgürlük hareketini yıkıma ve likidasyona uğratma çabası, “özgün” Srilanka modeliyle özgürlük hareketini, bölge gericiliği ve Barzani’niyle kurulan ilişkilerle çökertme çalışması boşuna değil. Bu hamleler, stratejik yönelimin bir parçası olarak devreye sokuluyor.
Artık Soma’nın kaderiyle, Rojava, Şengal’in kaderi ve kederlerinin her şeyiyle ortaklaştığı bir dönemin içindeyiz.
Anadolu ve Mezopotamya’da cehenneme başkaldırı, halkların ulusal ve toplumsal özgürlüğe yürüyüşünün başlangıcıdır.