Mehmet YILMAZER yazdı – Kapitalizmle büyük hesaplaşma için ikinci büyük mücadele dalgası belirsizliğin arasından adımlar atmaya devam ediyor. Bilinmez sularda Bolşeviklerin yaratıcılığıyla ilerlemekten başka bir çıkış yoktur.
Ekim Devrimi’ni özellikle son otuz yıldır çok farklı bir dünyada anıyoruz. Berlin Duvarı’nın yıkılışından beri yaşadığımız dünya köklü bir değişime uğradı. Bu köklü değişime bir de Trump sonrası dünyadaki gelişmeler ilave oldu. Popülizm adı altında dünyada yeni faşizmin yükselişi garip görülebilir. Klasik faşizm Avrupa’da devrim tehditlerinin ardından ortaya çıkmıştır. Bir yanda muzaffer Rus devrimi öte yanda Avrupa’yı sarsan devrimci dalgalar ve bunların yenilgileri faşizmi iktidara getirmişti.
Bugün yükselen yeni faşizmi neye bağlayabiliriz? Uzun sözün kısası Sosyalizm yıkıldıktan sonra neoliberalizmin dünyayı uğrattığı yıkım, inanılmaz bir zengin azınlık yaratırken, geniş bir yoksulluk denizinin ortaya çıkması yeni faşizmin yükselişinin temelinde yatan gerçeklik olmalıdır.
Ekim Devrimi’ne bakarken, oradan çıkarılabilecek derslerle bugünün dünyasında nasıl bir devrimci birikim olduğuna da keşfetmek gerekiyor.
Ekim Devrimi’nin başarısının kaynakları belli bir ölçüde bugüne de ışık tutabilir. Şüphesiz Ekim Devrimi Paris Komünü’nün derslerinden ve 1905 Devrimi’nin yarattığı enerjiden çıkıp gelmiştir. Paris Komünü’nün ömrü kısa sürse de, ilk kez proletarya tarafından bir iktidar deneyi yaşanmıştır. Devlet aracının nasıl parçalanacağıyla ilgili önemli dersler çıkmıştır.
Öte yandan 1905 Devrimi Bolşevikler açısından kitleleri devrime çekmenin büyük deneylerinin kazanıldığı yıllar olmuştur. Lenin, 1905 Devrimi’nin Partiyi hazırlıksız yakaladığını tespit eder. Ancak kitlelerle birlikte devrimci mücadelenin nasıl bir şey olduğunun çok öğretici deneyleri kazanılmıştır.
1917’e gidilirken diğer önemli sıçrama Lenin’in 1911’de “tek ülkede devrimin” imkanları üzerine stratejik yeni bakış açısına varmasıdır. O yıla kadar I. Enternasyonal geleneği olarak stratejik bakış “kıtada devrim” görüşüne dayanıyordu. Lenin kapitalizmin eşitsiz gelişim gerçekliğinden hareketle “tek ülkede devrim” imkanını irdelemiş ve yeni bir anlayışa varmıştır.
1917 Ekim Devrimi’ne Bolşevikleri götüren en önemli gelişme ise 1917 Şubat Devrimi’nin içinden çıkıp gelmiştir. Lenin bütün yoldaşlarından önce Şubat burjuva devrimin hızla tükenmekte olduğunu kavramıştır. Neredeyse bütün parti gelişen bir burjuva demokratik devriminin içinde olduğunu düşünürken Lenin, 1917 Nisanı’nda artık burjuva devrimin tıkanışını ve tükenişini tespit etmiş, bir proletarya devriminin hazırlıkları için partili yoldaşlarını defalarca uyarmıştır. Parti böyle bir gerçekliği kavramasaydı, Bolşeviklerin 1917 Ekim Devrimi’ne liderlik etmeleri mümkün olmazdı. 1917 Şubat ve Ekim arasındaki inanılmaz aylarda Ekim Devrimi’nin alın yazısı defalarca yeniden yazılmıştır.
Ekim Devrimi’nin Rusya’da kapitalizmin gelişim özgünlüğüyle ilgili yanına değinmeden olmaz. Geniş köylü ülkesinde bir işçi sınıfı devriminin gerçekleşmesinin temelinde Rusya’da kapitalizmin gelişim hızı ve yoğunluğu yatmaktadır. Kapitalizmin gelişmesiyle kısa sürede iki kente, Petersburg ve Moskova’ya işçi sınıfı yığılmıştır. Üstelik dağınık değil, kentteki büyük işçi bloklarında yoğun olarak belli bölgelerde toplanmıştır. Bu durum örgütlenmeye ve mücadeleye hız ve güç kazandırmıştır. Rus devrimi bu konumlanması ve yapısıyla tarihte biriciktir.
Bugünden 19. ve 20. yüzyıl proletarya devrimlerine baktığımızda bir özellik öne çıkıyor. İşçi sınıfının devrimin ön saflarına geçtiği süreçler burjuva devrimlerindeki restorasyon dönemleridir. Bunun tarihsel anlamı burjuvazinin kapitalizmi feodalizmin engellerinden kurtarma enerjisinin tükendiği zaman aralıklarında proletaryanın devrimin ön saflarına geçmesidir. Bir anlamda proletarya devrimleri kapitalizmin gücü ve gelişiminin sonuna gelmesinden dolayı değil, feodalizmi tasfiye mücadelesinde güç kaybettiği ve geriye kaydığı dönemlerde yaşanarak, eksik devrimlerin tamamlanmasında bir rol oynamıştır.
İngiltere ve ABD’de kırlarda temizlik iyi yapıldığı için restorasyonlardan kaynaklı proletarya devrimleri “tehdidi” yaşanmamıştır. Ancak kıta Avrupa’sında bu gerilemeler hemen her ülkede yaşanmıştır. En derin yaşanan ülke elbette Rusya’dır. 1905 Devrimi’nin yenilgisi ve 1917 Şubat sonrası Rus burjuvazisinin tükenişi Ekim Devrimi’ni hazırlamıştır. Bu açıdan baktığımızda insanlık bir anlamda sırf kapitalizmin kendi çelişkilerinden ve tükenişinden kaynaklanan devrimleri henüz yaşamamıştır.
1989’da Sosyalist sistemin yıkılışıyla büyük bir tarihsel dönem kapanmıştır. 1848’lerde başlayan 1990’larda sona eren bu dönem bir 150 yılı kapsar. Aslında bu dönemin tıkandığı, bitiş alametleri verdiği yıllar 1970’li yılların sonlarıdır. Nikaragua Devrimi’nin tıkandığı yıllar bunun işareti olmuştu. Bir yönüyle restorasyonların tetiklediği proleter devrimlerinin, 1920’ler sonrası dünyanın geri ülkelerini saran ulusal kurtuluş mücadelelerinin ve 1930’lar sonrası Avrupa’da halk devrimlerinin yaşandığı büyük devrimci mücadele dönemi kapanmıştır.
Yeni bir dönem başlamıştır
21. yüzyılla birlikte yeni bir dönemin başladığından söz edebiliriz, ancak bu dönemin özellikleri henüz yeterince netleşmemiştir. Ancak kendinden önceki dönemden çok farklı özelliklere sahip olacağının güçlü işaretleri var.
İdeolojik boşluktan başlayalım. Birinci dönem Komünist Manifesto’nun ilanıyla başlamıştı. İnsanlığın geleceğiyle ilgili güçlü ideolojik öngörülerle yola çıkılmıştı. Sadece bu kadar da değil, insanlığı geleceğe taşıyacak bir de aktör, işçi sınıfı bütün gövdesiyle tarih sahnesindeydi. Bugün “ideolojilerin öldüğü”, gelecek tasarımlarının anlamsız olduğuna inanılan günlerdeyiz. Postmodern günlere bir de “post truth” dönem eklendi. En tipik özellikleriyle Trump Amerika’sında yaşandı. Yalanın sıradanlaştığı, gerçekliğin itibar yitirdiği günlerden geçiyoruz. İkibinli yılların başlarında parlayan Latin Amerika Bolivar Devrimleri, 21. yüzyıl sosyalizmi yok olmadıysa da, etkin bir ağırlık kazanamadı. İdeolojik boşluk ve ufuk kopması hala devam ediyor.
Bugünün ikinci özelliği kapitalizmin bir varoluşsal sorun yaşamaya doğru hızla yol almasıdır. Bunun belirgin göstergesi iklim değişimi veya genel olarak söylendiğinde ekolojik tahribat sonucunda bir sistemin devamından öteye, insanlığın önüne varoluşsal bir sorunun çıkmasıdır. Bu gerçeklikten dolayı kapitalizmin gidişini sorgulayan bir “sürdürülebilirlik sorunu” insanlığın gündeminin üst sıralarına çıkıyor.
Bir diğer önemli değişim, “öznenin kayboluşudur.” Buna “elvada proletarya” diyenler de oldu. Sanayi kapitalizminden “bilgi-hizmet kapitalizmine” geçiş hem sınıfın yapısını köklü bir değişime uğrattı, hem de emek sermaye ilişkisine çok farklı özellikler kazandırdı ve kazandırmaya devam ediyor. Hem robotlar hem de yapay zekanın devreye girmesiyle, bildik işçi sınıfı yapısı ve konumlanması köklü bir değişime uğruyor. Büyük fabrikalara yığılan ve belli bölgelerde yoğunlaşan işçi sınıfı, kapitalizmdeki yapısal değişimle parçalanmalara uğradı. Bu gerçek sınıf mücadelesi ve örgütlenmesini köklü bir şekilde etkilemektedir.
Kapitalizmin dünyanın her köşesine yaygınlaşması ve yeni teknik gelişimler sonucu özellikle gelişmekte olan ülkelerde kentlere büyük bir yığılma yaşanmış, aynı zamanda “işsiz işçilerin” sayısı tırmanışa geçmiştir. Bu gerçeklik Latin Amerika ülkelerinde kendini Bolivar Devrimleri ve büyük kentli ayaklanmaları olarak gösterdi. Hem büyük kentlere yığılma hem de teknik gelişmeyle işsizlikteki artış sonucu ortaya bir sosyal olay çıktı: “Fazla nüfus”! Bu olgu kapitalizmdeki önemli bir yapısal değişimdir ve bir biçimde sosyal mücadeleye ve elbette sınıf mücadelesine yansıyacaktır.
Son olarak, neo-liberalizmin dünya yağmasının çok önemli bir sonucu olmuş, dünyanın %1’i inanılmaz servetler biriktirirken, %99’u büyük bir yoksulluğa düşmüştür. Buna bir de bölgesel savaşları eklediğimizde dünyada uzun yıllar olmadığı kadar yaygın nüfus göçü ortaya çıkmıştır. Bu göçün ilk sonucu gelişmiş kapitalist merkezlerde yeni faşizmin yükselişine kaynaklık etmesidir.
Dünyada yaşanan bu önemli değişimlerin sonucu son otuz yıldır büyük mücadeleler yaşanmıştır. 90’lı yılların başında Zapatista’lardan başlarsak, anti küresel hareketler, Arjantin ayaklanması, Bolivya ve Venezüela’da Bolivar devrimleri, Ekvador’da benzer gelişmeler, Şili devrimi diyebileceğimiz güçlü ayaklanmalar, Rojova devrimi, Wallstreet’in işgali, Atina’nın bir yıl süren ayaklanmalarla sarsılması, Syriza hareketi, İspanya’da “öfkeliler hareketi”, İstanbul’da gezi isyanı, Arap ayaklanmaları gibi onlarca kalkışma yaşanmıştır. Ancak bu hareketlerde, Bolivar devrimleri hariç, güçlü örgütlenmeler, süreklilik yaşanmamış, yatay örgütlenmelerin öne çıktığı, parlayıp sönen dalgalar biçiminde gerçekleşmiştir.
Dünyada önemli etkiler yaratan bu hareketler, küresel bir yaygınlık ve kalıcılık yaratmayınca gitgeller yaşanıyor. Ancak bu gelişmelerin karşısında son 6-7 yıldır “popülist” bir dalga yükselişe geçmiştir. Trump’la zirveye varan bu yükseliş yeni faşizmin yollarını döşemektedir. Bu yükselişin temelinde bazı gerçekler yatmaktadır. İlki, kapitalist merkezlerde yaşanan “sanayisizleşme”, bilgi-hizmet kapitalizmin gelişmesi güvencesizliği büyük ölçüde arttırmış, hatta buna bağlı olarak bir prekarya yaratmıştır. Bu gelişmelere parelel olarak, kapitalist merkezlere doğru artan göç bu güvencesizliği görünürde bazı temellerle oturmuş, iş güvenliğini yitiren beyaz işçinin bu gelişmelere tepkisi yeni faşizme taban olmak biçiminde olmuştur.
Kapitalizmde yaşanan son sanayi 4.0 devriminin etkileri, büyük yapısal dönüşümün sınıfsal mücadele üzerindeki etkilerinin hangi yönlere akacağı konusundaki belirsizlikler, dünyanın genel olarak ‘60’ların güvenli yapısından büyük belirsizliklerin içine yol almasının sosyal ve sınıfsal karşılıkları mutlaka olacaktı. Geleceksizlik duygusu, yoğun belirsizlik bu haliyle şimdilik yeni faşizmi besliyor.
Ancak gelişmeler genellikle tek yönlü ilerlemiyor. Son olarak Bolivya’da darbenin geri püskürtülmesi, Şili’de büyük bir gösteriyle faşizmin anayasasının ilga edilmesi iniş çıkışlar yaşansa da 21. yüzyıl sosyalizminin oldukça dayanıklı bir yapıya sahip olduğunun işaretleri olarak görülebilir.
Sonuç olarak, dünya sınıflar savaşının birinci büyük dalgasının 150 yıllık periyodundan sonra ikinci dalganın birikim yıllarındayız. İdeolojilerin erozyona uğradığı, belirsizliğin yoğun olduğu, gelecek tasarım ve hayallerinin önemli darbe aldığı günümüzde yeni bir dönemin birikiminin yaşandığı yeterince açıktır. Ancak elimizde 19. ve 20. yüzyıl mücadelesinden kalan belirgin “formüller” artık yoktur. Bilinmeyen sularda, yaratıcığın gücüyle ilerlenecek.
Lenin Ekim Devrimi’ne giderken II. Enternasyonal’in bütün ağırlığına rağmen kıtada devrim stratejisinden kopmuş, tek ülkede devrim tespitiyle yeni bir yola çıkmıştır. Bunun kadar önemli olan diğer kırılma Şubat burjuva devriminin tükenişini erken kavrayışıyla proletarya devrimi için, büyük dirençlere karşı erken bir hazırlığa girişebilmiştir. Cansız formüller insan aklını zaman zaman esir alabilse de, aynı insan beyni yaratıcılığın da kaynağıdır.
Kapitalizmle büyük hesaplaşma için ikinci büyük mücadele dalgası belirsizliğin arasından adımlar atmaya devam ediyor. Bilinmez sularda Bolşeviklerin yaratıcılığıyla ilerlemekten başka bir çıkış yoktur.