Duran Kalkan yeniozgurpolitika.org’a Selahattin Erdem mahlasıyla yazdığı yazısında AKP’nin başlattığı siyasi ve askeri saldırıları değerlendirdi. AKP’nin iktidar olma ömrünü PKK ile savaşta gördüğüğünü belirten Kalkan, HDP için tek yolun halkın içine çekilip yerelden demokrasiyi inşa etmek olduğunu söyledi. Kalkan siyasi iktidarın devletin tekelinden alınması gerektiğini demokrasinin ise tüm toplulukların iradelerini özgürce ve örgütlü olarak ortaya koyması olduğunu belirtti.
Duran Kalkan’ın Selahattin Erdem mahlasıyla yazdığı yazının tamamı:
Demokrasinin gereği kendi kendini yönetmektir
AKP’nin 24 Temmuz’da başlattığı siyasi ve askeri saldırılarla nihayet süreç hiç kimsenin itiraz edemeyeceği tarzda aydınlandı. Son on gündür operasyonlar doludizgin gidiyor. Siyasi soykırım operasyonları 2009’u aratmayacak tarzda devam ediyor. İlk haftanın bilançosu olarak bin beş yüz kişinin gözaltına alındığı açıklanmış bulunuyor. Savaş uçakları gece-gündüz demeden Kürdistan dağlarını ve gerilla mevzilerini bombalıyor. İlk yirmi dört saatin bilançosu olarak dört yüz sorti yapıldığını bizzat Başbakan açıklamış bulunuyor. İlk haftanın bilançosu olarak ise iki yüz PKK’linin öldürülmüş olduğu belirtiliyor.
Tabi bu açıklamaların doğruluğu tartışma götürür niteliktedir. Çünkü PKK kaynaklarının bilanço olarak açıklamaları daha farklıdır. Siyasi soykırım operasyonlarının ve hava saldırılarının yapılışına dair bir farklılık olmamakla birlikte, gerilla kayıplarına dönük HPG kaynaklarının verdiği bilgiler aynı değildir. Saldırılar çok şiddetli ve yoğun olmakla birlikte mevcut gerilla tedbirleri sonucu gerilla kayıpları sınırlıdır. Ayrıca gerillanın da söz konusu saldırılara yönelik giderek büyüyen bir direnişi vardır ki, bu durum yeni bir çatışmalı sürece girildiğinin açık ilanı durumundadır.
Bu noktada öncelikle şunu belirtmek mutlaka gerekir: Böyle bir sürece yol açan gücün AKP olduğu tartışmasızdır. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın, PKK’nin ve Kürt halkının demokratik siyasi çözüm yönündeki tüm çabalarına karşın, AKP Hükümeti de kendinden önceki hükümetler gibi askeri yolla ezme çözümünü öngörmüştür. Her ne kadar bazı AKP yardakçıları “Süreci PKK bozdu” diyerek Kürtleri kötülemeye çalışsa da, bu konuda Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan açık davranmış ve süreci kendisinin bozduğunu itiraf etmiştir.
Kürt halkına teslimiyet dayatılıyor
Kısaca iki yüz yıllık “Kürde sopa” politikası hızından hiçbir şey kaybetmeksizin devam etmektedir. “Daha çok asker ve daha fazla vergi” talebiyle başlayan bu süreç Cumhuriyetle birlikte Kürdü inkar ve imha stratejisine kavuşmuş, bugün ise her şeyi ben belirlerim biçimindeki milliyetçi faşist diktatörlük düzeyine ulaşmıştır. PKK’nin demokratik özerklik temelindeki çözüm arayışına imha ve tasfiye operasyonlarıyla karşılık verilmesi, çok açık bir biçimde Kürt halkına “Teslim olun” çağrısı yapmak anlamına gelmektedir.
Söz konusu imha amaçlı saldırıları “Teröre karşı mücadele” gibi demogojik sözlerle örtmek mümkün değildir. Kaldı ki terör uygulayanın TC mi yoksa Kürtler mi olduğunu bugün dünyada herkes bilmektedir. AKP desteğindeki DAİŞ faşistlerinin 3 Ağustos 2014’te Şengal’de gerçekleştirmeye çalıştığı Êzîdî soykırımını önleyenin PKK olduğunu günümüz dünyasında bilmeyen yoktur. Dolayısıyla AKP yetkililerinin yalanla kamuoyunu aldatma çabalarının hiçbir etkisi kalmamıştır. Tüm söz ve davranışları onların suçluluk psikolojilerinin yansıması olmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve 7 Haziran seçiminde iktidardan düşmüş olan AKP Hükümeti Kürtlere karşı yeni bir topyekûn özel savaş saldırısı ve soykırım operasyonu başlatmış durumdadır. Öyle görünüyor ki, devlet artık AKP’nin sonunun geldiğini görmüş ve kalan gücünü de PKK’ye karşı saldırıda tüketmesini istemektedir. Uluslar arası komployu başarıya götürme göreviyle iktidara getirilmiş olan AKP de, iktidardaki ömrünü ancak PKK’ye karşı savaşla uzatabileceğini bildiği için mevcut ölçüsüz kirli savaşı yeniden gündeme getirmiştir.
AKP çoğunluk diktatörlüğünü uyguluyor
Bazıları farklı yollar varmış gibi göstermeye çalışsa da artık ok yaydan çıkmıştır. Dolayısıyla bu yolun artık dönüşü yoktur. AKP zihniyet ve politika olarak kesinlikle demokratik değildir. AKP’nin demokrasi anlayışı 19. yüzyılda kalan “Çoğunluğun istediğini yaptığı” anlayışıdır. Bu anlayışa günümüz düşüncesinde “Çoğunluk diktatörlüğü” denilmektedir. Hem Türk-İslam sentezciliği ve hem de çoğunluk diktatörlüğünü esas alması AKP’yi faşist ve Kürt düşmanı bir çizgiye oturtmaktadır.
Bu zihniyet ve politikayla AKP’den demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümünü beklemek hayaldir. CHP ve MHP ise zaten cumhuriyetin kurucuları olarak bu konuda çözüm gücü değil, tersine sorunun yaratıcı gücü konumundadır. Geriye bir HDP kalmaktadır ki, zaten AKP’nin bu kadar öfkeli ve saldırgan olması da bunun içindir. Demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümünü gerçekleştirebilecek bir siyasal partinin doğuşu ve gelişimi hazmedilememektedir. AKP ve MHP el ele vererek HDP’yi sindirmek için her türlü saldırıyı ölçüsüzce yürütmektedir.
Bu durumda HDP için tek yol kalmaktadır: Halkın içine çekilmek ve yerelden demokrasiyi inşa etmek! Zaten demokrasinin gereği de kendi kendini yönetmek değil midir? HDP bunu yapar mı, yapmaz mı, kuşkusuz biz bilemeyiz. Ancak düşük AKP hükümetinin “Herkes benim emrime göre hareket edecek” biçimindeki dayatmasına karşı yapılması gereken tek doğru şeyin, yerelden herkesin, tüm köy, mahalle, kasaba ve şehirlerin “Biz kendi kendimizi yönetmek istiyoruz” diyerek irade beyanında bulunması olduğu açıktır. Aslında gerçek demokrasi ve tek doğru demokratik tutum budur.
Halklar demokrasi sınavında
AKP’nin başlattığı topyekûn özel savaş saldırısına verilecek cevap nedir diye sorulursa, buna verilecek tek doğru cevap, herkesin kendi kendini yönetme iradesini ortaya koyması ve bu temelde faşist saldırılara karşı direnmesidir. Başbakan Ahmet Davutoğlu, yürüttüğü faşist saldırının amacının kendi dışında bir irade bırakmamak olduğunu açıkça ifade etmektedir. O halde buna karşı verilecek tek doğru cevap da herkesin olduğu yerde özgür ve demokratik iradesini ortaya koymasıdır.
Şimdi tüm Türkiye toplumu ve özellikle Kürtler böyle bir direniş sınavı içindedir. Siyasi irade sadece devletin tekelinde olamaz. Böyle olursa, o zaman buna açıkça faşist diktatörlük denir. Devlet dışında bir de demokratik toplum vardır ki, demokrasi esas olarak toplumun iradesinin ortaya çıkması demektir. Tabi toplum da farklı kesimlerden, halklardan, kimliklerden ve topluluklardan oluşmaktadır. Demokrasi ise, sadece devletin iradesi olmadığı gibi, sadece bir topluluğun iradesi de değildir. Tersine tüm toplulukların iradelerini özgürce ve örgütlü olarak ortaya koymasıdır.
O halde bütün topluluklar, halk kesimleri, gençler, kadınlar, emekçiler, bütün örgütlü toplum, sivil toplum örgütleri ciddi bir demokrasi sınavıyla yüz yüzedir. Bu kesimlerin hepsi, faşist Ahmet Davutoğlu yönetiminin faşist dayatmasına karşı, tek irade ben olacağım dayatmasına karşı hemen kendi demokratik iradelerini ortaya koymalı ve biz kendi kendimizi yönetmek istiyoruz demelidirler. Her türlü faşist saldırıya karşı da demokratik direnişlerini kendi iradelerini hayata geçirme temelinde ortaya koymalıdırlar.
Özellikle Kürdistan halkı yaşadığı her yerde, köyde, mahallede, kasabada, şehirde kendi örgütlü iradesini ortaya çıkartarak, yani meclisler ve komünler biçiminde kendilerini örgütleyerek faşist Ahmet Davutoğlu hükümetinin tekçi dayatmasının karşısına çıkmalıdır. Biz kendi dilimiz ve kültürümüzle kendi kendimizi yöneteceğiz demelidirler. Biz nasıl size saygı gösteriyorsak, sizin de bize saygılı olmanız zorunludur diye diretmelidirler.
Direniş herkesin görevidir
AKP hükümetinin topyekûn özel savaş saldırısına karşı devrimci-demokratik direnişin bu temelde geliştirilmesi gerekiyor. Dönemin doğru mücadele taktiği bu oluyor. Öz savunma da, serhildan da, demokratik kitle eylemliliği de bu temelde olmalıdır. Özellikle gençler ve kadınlar örgütlü yapılarıyla böyle bir mücadeleye öncülük etmelidirler. Bunun dışında bir mücadele tarzı içinde olmamak ve AKP’nin faşist saldırılarına karşı direnişi kesinlikle başkasından beklememek gerekir.
O halde AKP’nin topyekûn özel savaş saldırılarına karşı direniş herkesin, tüm halkımızın görevidir. Herkes kendi köyünü, mahallesini, kasabasını, şehrini, okulunu, işyerini kendi yönetir hale gelir ve bu temelde kendi demokratik öz yönetimini savunmak üzere direnirse, işte o zaman AKP faşizminin yapabileceği fazla bir şey kalmaz. Her yerde direnen halk ve gerilla karşısında AKP faşizminin dayanması kesinlikle mümkün değildir.
Demek ki gün AKP faşizmine karşı direnme ve faşist-sömürgeci diktatörlüğü yenilgiye uğratma günü oluyor. Gün AKP’nin merkezi diktatörlüğünü reddetme ve her yerde demokratik öz yönetimleri örgütleme ve yerel demokrasiyi inşa etme günü oluyor. Gün özgürlük ve demokrasi devrimini zafere taşıma günü oluyor. Bu tarihi süreçte söz konusu görevi başarmak kesinlikle mümkündür. Bunu gerçekleştirecek olan da halkın örgütlenmesi ve seferber olmasıdır. O halde demokratik özerkliği inşa etmek ve direnerek savunmak üzere görev başına!