BEREKET KAR yazdı: “Muhalif demokrasi, barış ve eşitlik yanlısı güçler, ülkemize sığınmış savaş mağduru kadın, çocuk, yaşlı tüm insanlara düşünce, cinsiyet, inanç, mezhep ve kimlik ayrımı yapmaksızın insanca ve onuruyla yaşayacağı bir hayat sağlamak için mücadelesini yükseltmelidir.”
BEREKET KAR
2001 yılında, Birleşmiş Milletler (BM) aldığı kararla 20 Haziran’ı Dünya Mülteciler Günü olarak ilan etmiştir. Diğer günlerden farklı olarak dünya bugünü, eğlence ve mutluluk günü yerine, baskı, şiddet, zulüm ve kirli savaşlar sebebiyle ev ve yurtlarından göç edip başka ülkelere sığınmak zorunda bırakılan insanların dram ve hikayelerinin anlatıldığı, çözümler aranıp önerildiği gün olarak anar.
Bugün itibariyle, verilen resmi rakamlara göre dünyada 65,6 milyon insan doğup büyüdüğü yurdundan uzak ülkelerde mülteci olarak yaşamak zorunda bırakılmıştır. Korkutucu olan şu ki, bu rakamlar maalesef kapitalist-emperyalist sistem güçleri arasında sürüp giden çıkar çatışmaları ve hegemonya savaşları nedeniyle her gün daha da artarak büyümektedir.
Bölgemiz coğrafyasının bütününü saran, tarihin en kanlı ve vahşi savaşları yedi yıldır planlı olarak, emperyalist güçlerce sürdürülürken milyonlarca insanın yaşamına mal olmuş, hayatta kalanların milyonlarcası da ülkelerini terk ederek başka ülkelere, ölüm pahasına sığınmak zorunda bırakılmıştır. Ülkemiz iktidarının direkt taraf olduğu ve izlediği dış ve iç politikalarıyla daha da tırmanmasına sebep olduğu bu yıkıcı savaşlardan kaçmak zorunda kalan milyonlarca insan, farklı amaçlarla ülkemize sığınmıştır (iltica etmiştir). Toplamda 5 milyonu aşkın insanın iltica ettiği Türkiye’de bu sayının 3,5 milyonunu Suriyeliler oluştururken, sırasıyla Irak, Afganistan, Somali, Pakistan, Libya, İran ve Filistin’den mülteciler de bulunmaktadır.
Görüleceği üzere, nüfusunun yüzde 8’ine tekabül eden bir göçmen kitlesine ev sahipliği yapmak zorunda kalan Türkiye’nin, mültecilerine sahip çıkma, onlara uluslararası anlaşmalardan doğan haklarına uygun bir muamele gösterme yerine, kendi dar, kısa erimli yerel ve bölgesel siyasi çıkarlarına alet ettiği, sonrasında da AB’ye karşı nasıl bir mali çıkar kozu olarak pazarlık konusu ettiği kamuoyunca bilinmektedir.
AKP iktidarının, henüz on binlerle ifade edilen mültecileri kabul ederken yaptığı şovlardan, geçici misafir statüsü ilanından, mültecileri bekleyen tehlikelerin boyutları tahmin edilmişti. Nihayet ilerleyen süreçte sayıların milyonları bulması sonucunda AKP’nin göçmelere hangi saiklerle yaklaştığı, BM ve diğer mülteci anlaşmalarına ne denli uyduğu ortaya çıkmıştır. Göçmenler yaşamsal sorunlarla karşı karşıya kalmıştır.
İşte bugünün önemi tam da bu noktada önem kazanıyor. Ülkemize değişik saiklerle gelen, AKP iktidarının teşviki ve siyasi amaçlarına alet etme niyetinin sonucunda ülkelerinden koparılan göçmenlerin son geldiği yer nedir? Ne tür yaşamsal sorunlarla boğuşmaktalar? Bu konuya yeniden kamuoyu ile paylaşmanın insani olduğu kadar bir dayanışma görevi olduğundan hareketle göz atmak yerinde olacaktır.
AKP iktidarının Suriye’deki savaşa, bölgesel güç olma hevesiyle, emperyalist güçlerin bölgeyi yeniden dizayn etme projelerinin bir taşeronu olarak taraf olduğu herkesçe bilinir. Yeterince bilinmeyen, BOP Başkan Yardımcılığı verilirken Erdoğan’dan nelerin beklendiğidir.
Kapitalizmle uyumlu, ılımlı İslam liderliğinin (Müslüman Kardeşler), Erdoğan’ın aracılığıyla bölgenin bütününe taşınmasına rıza gösterilirken, Arap monarşilerine dokunmaksızın, daha çok Suriye ve müttefiki durumunda olan İran, Libya, Hizbullah ve kimi Filistinli örgütlerin kuşatılarak ıslah edilmesi koşuluyla ABD, Batılı emperyalistler ve İsrail tarafından destek gördüğü bilinmelidir. Güçlü bir iddia ve iştahla bu misyona soyunan AKP’nin derin strateji uzmanlarının (Davutoğlu gibi), sahadaki oyuncuları hafife aldıkları ve özellikle Suriye’yi yanlış okuduklarının ortaya çıkmasıyla, ABD Erdoğan’ın rolünü ve verdiği desteği gözden geçirmiştir. Bu değişimi gören AKP iktidarı kendini ispatlamak yeni konseptler oluşturma çabasına girdi. Bunlar da kâr etmeyince, yer yer ABD ve batılı müttefiklerini kendisini yalnız bırakmakla suçlayan çıkışları karşılıksız kalırken, kimi şantajlara başvurarak, koz olarak elinde tuttuğu kartları göstermeye başlar. İşte bu kartların başında ne yazık ki, Alan Kürdi’nin kıyıya vurmuş cesediyle sembolleşen mültecilerini hayatları vardır. Onları neden “sahiplendiğini”, nasıl ve ne için kullanabileceğini de göstermiştir.
Ülkemizin dört bir yanına dağılan Suriyeliler ve diğer sığınmacılar, (anlaşmalara imza atarken konulan) coğrafik çekinceden (Batılı olmayan mülteciler) dolayı hala mülteci statüsünde değil, geçici misafir olarak muamele görmektedirler. Göçmenler İdaresi’nin kendilerine verdiği geçici tanıtım kartıyla ikamet etmektedirler. Devletin, dolayısıyla AKP’nin destekleyip kolladığı siyasi muhalif güçler ve sermayelerini ülkelerinden kaçırmış küçük bir grup iş insanı ve yakınları refah içinde yaşarken, AFAD’a bağlı çadır kamplarda kalan 280 bin kişi dahil, Suriyelilerin büyük çoğunluğu akla gelebilecek en kötü koşullar altında, güvencesiz ve sağlıksız ortamlarda Türkiye’nin dört bir yanına dağılmış vaziyette, hayatlarını idame ettirmeğe çalışmaktadırlar. Göçmen, mülteci, Arap, Suriyeli gibi sıfatlarla ötekileştirilen bu insanlar, her türlü kötülüğün ve musibetin kaynağı olarak gösterilip hedef haline getirilmeye başlanmıştır. Bu ise giderek ayrımcılığın, nefretin ve yabancı düşmanlığının yaygınlaşması anlamına gelir ki birçok ilimizde çatışma haberlerini duyar hale geldik.
Diğer tüm politikaları gibi milyonlarca göçmen kabul etmeyle övünen AKP, Batıya dönük şantajları karşılıksız kalınca (istediği para gelmeyince) yüzünü göçmen potansiyeline çevirip, fayda sağlamayı amaçlamıştır. Bunun içinse, mültecilik anlaşmasını kabul etme yerine, seçilmiş kalifiye, birikimli gençlere vatandaşlık vermeyi vaat ederken, diğer yandan eli silah tutabilecek gençleri eğitip ÖSO’ya katma çabalarına girişmiştir. AKP’nin bu politikalarla ne yapmak istediği ortadayken, Türkiyeli tüm ilerici, devrimci, demokrat güçlerin sığınmacı göçmenlerle çok daha yakın ilişki kurarak gerçekleri anlatması, dayanışması ve sorunlarına çözüm araması gibi önemli bir görevle yüz yüze olduğu muhakkaktır. Değilse her halükarda sistem savunucusu güçler, nefret, ötekileştirme ve yabancı düşmanlığı gibi hareketleri körükleyerek mayalanmakta olan toplumsal çatışmalardan medet ummaya devam edeceklerdir. Türkiye’de sığınmacılar olmadan da işsizlik, yoksulluk, sömürü ve baskı ve şiddet vardı. Bu gerçeklik, göçmenlerin varlığıyla örtülemeyeceği gibi nedeni olarak da gösterilemez.
AKP iktidarının her alana ilişkin sürdürdüğü politikalarıyla yarattığı problem ve sorunları çözmekle mükellef muhalif demokrasi, barış ve eşitlik yanlısı güçler, ülkemize sığınmış savaş mağduru kadın, çocuk, yaşlı tüm insanlara düşünce, cinsiyet, inanç, mezhep ve kimlik ayrımı yapmaksızın insanca ve onuruyla yaşayacağı bir hayat sağlamak için mücadelesini yükseltmelidir. Bunun için gerekli olan ulusal ve uluslararası tüm yasa ve sözleşmelerin daha fazla geciktirilmeden uygulanması için kamuoyu oluşturulmalıdır.