MUSTAFA KEMAL ERSÖZ yazdı: “Milliyetçilik, kendisi için en uygun zeminlerden birini futbol dünyasında buluyor. Zira milliyetçilik bağlamında özellikle ‘biz’e karşı ‘onlar/düşmanlar/ötekiler’ ikiliğinin kurulmasında, kapsayıcı ve birleştirici niteliği itibariyle futboldan yararlanmak oldukça kolay oluyor.”
MUSTAFA KEMAL ERSÖZ
Yirmi üç yıl önce bugün, 1995 yılının Temmuz ayının 11. günü başlayan ve 10 gün boyunca süren, Sırp Cumhuriyet Ordusu ve paramiliter Akrep birlikleri tarafından gerçekleştirilen katliamda 8 bin 373 Boşnak-Müslüman öldürüldü. Bu güne değin 2012 yılında bulunan toplu mezarlarla birlikte katliam kurbanlarından sadece 6 bin 838 tanesinin kimliği tespit edilebildi. 2013 yılının Temmuz ayında 6 bin 66 kurbanın cenazesi Potocari mezarlığında defnedildi. Katliamdan 20 yıl sonra 9 Temmuz 2015’te Avrupa Parlamentosu ve ABD Kongresi Srebrenitsa Katliamı’nı soykırım olarak tanıma zahmetinde bulundular.
Srebrenitsa Katliamı, Yirminci Yüzyılda Avrupa kıtasında şahit olunan son büyük soykırım olarak kayıtlara geçti. Srebrenitsa kasabası 1992 yılında iç savaş patlak verdiğinden itibaren Sırp kuvvetleri açısından, bölgesel hakimiyet sağlanabilmesi için, stratejik bir önem arz ediyordu. Bu yüzden Sırp Cumhuriyet Ordusu bölgede etnik temizlik faaliyetlerine başlamıştı. 16 Nisan 1993’te BM Güvenlik Konseyi 819 Numaralı Karar’la Srebrenitsa’yı ‘güvenli bölge’ ilan etti. Bu karar Sırp askerlerinin de çatışmanın diğer taraflarıyla birlikte silahlı kuvvetlerini bölgeden geri çekmesi anlamına geliyordu. Ne var ki Sırp kuvvetleri kuşatmayı kaldırmaya hiçbir zaman yanaşmadılar. BM adına görev yapan Barış Gücü kuvvetleri de bu kararın uygulanmasını sağlamakta etkisiz kaldı.
6 Temmuz 1995’te Sırplar kasabayı ele geçirmek için ‘Krivaya 95’ operasyonunu başlattı. Sırplar, BM Barış Gücü’ndeki Hollanda askerlerinin gözetleme mevzilerine saldırdı ve 30 kadar Hollanda askerini rehin aldı. Ratko Mladiç komutasındaki Sırplar Srebrenitsa’ya olan saldırılarını sıklaştırdıklarında Müslümanların toplanan silahlarını geri almak için yaptıkları başvuru, sorumlu Hollandalı komutan Thom Karremans tarafından reddedildi. Hollandalı askerler bir gece yarısı Bosna’daki BM Barış Gücü’nün Hollandalı generalinden aldıkları emir doğrultusunda kenti boşalttılar. Esir alınan BM askerlerine karşılık olarak bölgede Müslümanların bulunduğu mülteci kampındaki insanlar Mladiç’e teslim edildi. Daha sonra ortaya çıkan bir video kasetinde Sırp generalin kenti boşaltan Hollandalı komutana bir hediye verirken görüntüleri yer alacaktı. Hollanda askerleri geri çekildikten sonra Sırplar, 11 Temmuz’da kasabaya girdi ve katliama başladı. Kasabadaki mülteciler içindeki çocuklar dahil tüm erkekler öldürüldü. Sonradan tanınmamaları için öldürülenlerin cesetleri yakıldı.
Sovyetler Birliği’nin çözülüşünü takiben 90'lı yıllar boyunca Yugoslavya toprakları diğer tüm Doğu Bloku ülkeleri gibi tek kutuplu yeni dünya düzeninin av sahasına dönüşmüştü. Bu yeni sürek avının yerel unsurları yahut daha doğru ifadeyle bekçi köpeklerinin ana motivasyon kaynağı milliyetçilik olmuştu. Yugoslavya ve Balkanlar milliyetçiliğin av sahasına dönüşmüştü. Yugoslavya, "sosyalist blok"un dağılmasından sonra, 1991 ortalarında, tarihinin en bunalımlı dönemine girdi. Nazizme karşı verilen halk savaş sonrasında, geçmişteki bütün bölünmeleri ve halklar arasında kışkırtılmış savaş dönemini geride bıraktığına inanarak, birlikte Yugoslavya Federal Halk Cumhuriyeti'ni kuran Sırbistan, Hırvatistan, Slovenya, Bosna-Hersek, Makedonya ve Karadağ halkları, yeniden her türden emperyalist kışkırtmaya ve müdahaleye açık hale geldi. Yugoslavya içindeki Sırp olmayan halklar üzerindeki baskılar, saldırganlığa dönüştü., Sırp ırkçılığının ve "Büyük Sırbistan" hayalinin canlandırılması için yeni olanaklar, "Yeni Dünya Düzeni" koşulları içinde bulundu. Milliyetçilik bölücülüktür. Farklı halkların farklı kimlik ve kültürlerin bir arada kaynaşarak, melezleşerek yaşayabilmesini tahayyül dahi edemez. Kin, nefret, düşmanlık, demogoji ve şişinmeyle yaşar. Girdiği her alanı insansızlaştırır. Yugoslavya topraklarında olan da tam da buydu.
Bir popüler kültür pratiği olmasının ötesinde kültürel bir fenomen olan futbolun spor alanının dışında iktisattan politikaya kadar pek çok alanla iç içe girmiş olduğu herkesçe kabul edilen bir gerçeğe dönüşmüş durumda. Futbolun hasletlerinin, ortak amaç, birlik duygusu, ortak anlam, simge, mit ve ritüel yaratabilme kabiliyetinden ötürü ulusal kimliklerin “yapılmasında” yahut “inşasındaki” ulusal bilincin ve farkındalığın geliştirilmesindeki ve ulusal birliğin inkişafındaki oynayabildiği etkin rol de artık herkesçe biliniyor. Elbette futbolun, milliyetçiliğe dair rolü de devletlerin gelişiminde, uluslararası futbol müsabakalarının hem ulusal kimliğin hem de milli rekabetin inşasında ifa edebildiği ikili görevleri, futbolun, millî kimliklerin kuruluşunda etkin rol alabildiği ve var olabilecek küçük iç bölünmeleri aşarak veya yerinden ederek, milletin, “biz” olarak kurulmasını sağlayan bir alan olabildiği, kalabalıkların sportif başarıları tattıkça, ulusal futbol kavramları ile kendilerini tanımladıkça vatanseverliklerini pekiştirdiği, uluslararası futbolun ulusal farkındalığı, kimliği canlandırdığı ve futbol takımlarının başarılarıyla milli bilinç, gurur ve birlik duygusunu canlandırabildiği, ayrıca sporun muhtelif topluluklar arasında milli birliğin inkişafında bir enstrüman olarak kullanılageldiği de artık geniş çevrelerce bilinen hakikatler. İşte bu düzlemde futbol da milliyetçiliğin bir av sahasına dönüştürülmeye çalışılmaktadır. Bu iki alan arasında sürekli geçişkenlikler mümkün olabilmekte.
Maalasef bu Dünya Kupası da, zaten tabiatında mebzül miktarda bulunan milliyetçi ögeler, milliyetçiliği besleyen organizyon ruhu ve tekrarlanıp duran milliyetçi ritüellerin ötesinde bir takım milliyetçi nümayişlere sahne oldu. Maalesef bu milliyetçi gösterilerin tamamı ya eski Yugoslavya ülkelerinin aralarında oynadığı maçlarda ya Eski Yugoslavya ülkesi yurttaşlarının göçmen olarak yaşadığı ülke takımlarıyla Eski Yugoslavya takımları maçlarında yaşandı. Milliyetçiliğin av sahasına dönüşen ülkelerin takımların maçlarında futbol milliyetçiliğin av sahasına dönüştü.
İlk önce grubunda 22 Haziran günü Kaliningrad’da oynanan İsviçre-Sırbistan müsabakasında İsviçre’nin Kosava göçmeni oyuncuları Granit Xhaka ve Xerdan Shakiri attıkları gollerden sonra elleriyle Kosova milliyetçilerinin sembolu olan Arnavut kartalı’nı simgeleyen çift başlı kartal işaretini yaptılar. Tito dönemine Yugoslavya’daki Slav olmayan tek etnik grup olan Kosovalı Arnavutlara tanınan geniş özerklik hakları, çözülme yıllarında Sırp milliyetçiğinin temel ajitasyon, istismar konusu olmuştu. Kosova milliyetçileri ile Sırp milliyetçiler arasında başlayan çatışmalar da yıllar sürecek kanlı, vahşi bir iç savaşı tetiklemişti. Futbol sahası bir kez daha milliyetçi böbürlenmelerin, intikam hislerinin ve şoven sembollerin sahası olmuştu. Her ne kadar Xhaka ve Shakiri’nin takım kaptanı olan Lichsteiner: ‘’Ülkemizde çok sayıda Arnavut var. Sırbistan ve Arnavutluk arasındaki tarih de biliniyor. Onlar için zihinsel olarak oldukça zor bir maçtı. Bence iyi bir sevinçti. Neden yapmasınlar ki? Bu, onların tarihi. Savaş onlar için zordu. Takımdaki Arnavut bir oyuncunun babasıyla sohbet etmiştim. Bana, geçmişlerini anlattı. Bu, futboldan çok daha fazlası. Savaş onlar için büyük sıkıntılar çıkardı. Maçtan önce de Sırp taraftarlar onları provoke etti. Bence sevinçleri gayet normaldi" diyerek takım arkadaşlarına sahip çıksa da FİFA her iki oyuncuya 10 bin Frank ve onlara destek olan kaptanlarına 5 bin frank para cezası verdi. Ama aynı maçta asıl yaşanan fecaatler sahada değil tribünlerde yaşandı. Bir grup Sırp taraftar stadyuma üzerlerinde “Boşnak Kasabı” olarak bilinen Ratko Mladic’in sureti bulunan tşörtlerle girdiler. Başka bir grup taraftar ise Büyük Sırbistan bayrağı ile Çarlık Rusya bayraklarını yanyana açtılar. Sırbistan Federasyonu da bu nedenlerle 20 bin Frank cezaya çarptırıldı. Bir başka milliyetçi şova karışan isimse Beşiktaş forması giyen daha önce Ukranya’nın Dinamo Kiev forması giyen Domagoj Vida oldu. Vida, 2. tur karşılaşmasında Rusya’ya karşı ülkesi Hırvatistan’ın galibiyetiyle sonuçlanan müsabakanın ardından soyunma odasında Rusya-Ukranya arasındaki siyasi gerginliğe atfen “Zafer Ukranya’nın” dediği bir sosyal medya videosu paylaştı. Daha sonra videonun devamında Vida’nın “Yan Belgrad” diye bağırdığı ortaya çıktı.
Hülasa futbolun içine sızan milliyetçiliğin görüngüleri dünyanın her yerinde benzer özellikler gösterir. Kitle ruhunu bir parçası yapıp ondan beslenen, düşmanlık esasına dayanan, düşünceden çok duygusal dünya üzerine yaptığı göndermelerle kapladığı alanı genişleten milliyetçilik, kendisi için en uygun zeminlerden birini, üzerinden metafor kurmaya çok elverişli futbol dünyasında buluyor. Zira milliyetçilik bağlamında özellikle “biz”e karşı “onlar/düşmanlar/ötekiler” ikiliğinin kurulmasında, kapsayıcı ve birleştirici niteliği itibariyle futboldan yararlanmak oldukça kolay oluyor. İşte bu milliyetçilik bu güzel oyunu böyle kirletiyor.