Mezopotamya’da bütün halklar açısından tarihi günler yaşanıyor. Bu tarihi dönem, 19 Temmuz 2012’de Rojava’da Esad rejiminin kovularak yerine yeni bir yaşam anlamına gelen özerk demokratik yönetimin kurulmasıyla başladı. Ancak, halkların ve cinsiyetlerin eşitliğine ve özgürlüğüne dayalı bu yeni yaşam, kurulduğu ilk andan itibaren kuşatma ve saldırı altında.
Saldırılar, 15 Eylül’den bu yana Kobanê’de yoğunlaşmış durumda. Kobanê’yi Rojava Kürdistanı’nın yumuşak karnı olarak gören emperyalist devletler ve onların Türkiye başta olmak üzere yerli işbirlikçileri, IŞİD barbarları eliyle Rojava devrimine ve tüm halklara karşı bir vekalet savaşı başlattı.
Kobanê’de haftalardır süren savaş, bu vekalet savaşı. Ancak savaş, bu zamanın Stanligrad’ına çarptı. Alman faşizmine karşı kelimenin gerçek anlamında insan bedeniyle yürütülen Stalingrad direnişinin ardından Kobanê, insanlığın bugüne kadar biriktirdiği tüm değerler için direnişte.
Direniş dünyanın ezilen halklarının gönlünde unutulmaz bir yer almakla kalmadı, Kürt halkı arasındaki ulusal birliğin de mayası oldu.
Son bir iki hafta içinde yaşananları hatırlayalım. 43 Kürt partisi, Güney Kürdistan’ın başkenti Hewler’de bir araya geldi. Aynı günlerde, 15 Ekim’de Kürdistan Bölgesel Parlamentosu, kitlesel gösterilerden sonra Rojava için toplandı ve 13 saat süren yoğun tartışmalar sonunda 79 parlamenterin oyuyla Rojava kantonlarını resmen tanıdı. Kantonların tanınmasının yanı sıra hükümetin imkanları dahilinde Rojava’ya maddi yardımın sunulması ve alınan kararların tüm partiler tarafından uygulanması da kararlaştırıldı.
Ayrıca, kantonların ve PYD’nin Güney Kürdistan Federe Bölgesi’nde temsilcilik açması kararı alındı. Kısa bir süre öncesinde Semelka’dan Güney Kürdistan’a girişine izin bile verilmeyen PYD Eş Genel Başkanı Salih Müslim, Federe Kürdistan bölgesinde çeşitli temaslarda bulundu.
Güney Kürdistan Parlamentosu’nun bu kararı, devrimin ilk gününden itibaren KDP’nin Rojava’ya karşı uyguladığı ambargo, istikrarsızlaştırma ve insansızlaştırma politikası düşünüldüğünde çok büyük bir değişim.
Bu değişimin kaynağı da şüphesiz ki, Rojava devrimi ve Kobanê savunması.
Parlamentonun bu kararından kısa bir süre sonra Rojavalı Kürt partileri, Duhok’ta bir araya geldi. Devrimin siyasi ve ideolojik önderliğini yapan PYD ile Barzani eksenli politika yürüttükleri için devrim sürecinin dışında kalan Kürt Yüksek Konseyi’ne (ENKS) bağlı partilerin katıldığı toplantıların sonunda Duhok Anlaşması imzalandı.
Anlaşmanın ayrıntıları tam olarak açıklanmadı. Ancak bugüne kadar kanton yönetimlerinin dışında kalan ENSK’ye bağlı partiler, yönetimlere katılacak.
Kanton yönetimlerinde, komün ve meclislerin yanı sıra 22 bakanlık yer alıyor. Bakanlıklarda PYD’nin yanı sıra Kürdistan Komünist Partisi, Kürt Sol Parti, Süryani Birlik Partisi’nin de içinde olduğu çok sayıda parti ve bağımsız birey, bakan ya da bakan yardımcılığı sıfatıyla yer alıyor. Ancak ENSK içindeki Al Parti ve Azadî gibi partiler, bugüne kadar devrim sürecinin dışında oldukları gibi, devrimin inşa örgütlerinin de dışında kalmıştı.
Askeri meselelere gelince… ENSK’nin iktidara siyaseten katılımının yanı sıra, askeri örgütlenme için ortak bir komite oluşturulacak. Askeri anlamda da temel ilke; Kürtlerin tek çatı altında askeri güçlerini birleştirmesi.
Türk basınının YPG içinde ayrı bir birlik oluşturulacağı haberleri de, PYD’nin kantonlardan vazgeçtiği haberi gibi asılsız.
Bu anlaşmanın duyurulduğu günlerde, Kürdistan Parlamentosu ayrıca Kobanê’ye peşmerge gönderilmesi kararını aldı. Bu kararın mimarı, Kürdistan Federe Yönetimi Başkanı Mesut Barzani.
Peşmerge, 29 Ekim günü Kuzey Kürdistan’a geçti. Kürt halkı, geçiş sırasında bir çok yerde gösteriler düzenledi. Kobanê’den gelen son bilgiye göre, 10 kişilik bir peşmerge heyeti, diğer grupların geçişini düzenlemek için Kobanê’de.
Son bir kaç günün bu hızlı değişimleri, Kürt halkının yeni bir sürecin eşiğinde olduğunu gösteriyor. Bu süreç, her siyasi gelişme gibi, halklar açısından avantajlar olduğu kadar dezavantajlar da içeriyor.
Ancak, bu gelişmelerin halklar açısından kazanımları daha öne çıkıyor. İlk olarak, IŞİD barbarlığı karşısında tüm Kürt grupları bir araya geliyor. Bu son iki yıldır yapılamayan Kürt Ulusal Konferansı’nın da önümüzdeki dönemde toplanabileceğinin işareti. Ki, bu yönde KCK’den de çağrılar geliyor. Bu çağrıya “Evet” dememek için artık KDP’nin bir gerekçesi kalmadı.
Rojava ile ilgili son gelişmeler, HPG’nin Maxmur, Kerkük ve Şengal’deki varlığı ile birlikte düşünüldüğünde, Güney Kürdistan’da, özellikle de Hewler gibi Barzani bölgelerinde de, PÇKD’nin siyasi faaliyetlerini herhangi bir engel ile karşılaşmadan yürütmesinin önü açılmasının da zeminini oluşturuyor. Sadece bu değil tabi ki! Savaş sonrasında da gerillanın kentteki varlığının devamı, önümüzdeki günlerde siyasi gündemlerden biri olabilir.
Bu gelişmelerin içerdiği tehlike ne olabilir? Bu soruya yanıtların başında “Rojava devriminin geldiği aşamadan geriye dönüş” geliyor. Sonuçta Rojava kantonlarında savaş koşullarında bile kurulması başarılan model, Güney Kürdistan’da yönetimde yer alan siyasi partilerin de tahayyülünün dışında. Dolayısıyla kendi aşiretçi renklerini devrime katmaları muhtemel. Ancak, Rojava’da halkların, devrim ve devrimin tüm kurumları etrafında -askeri, siyasi ve kültürel- örgütlendiğini unutmamak gerek.
Kadın ve erkeklerin bilinçlerini, günlük ilişkileri, kadın ve erkek arasındaki ilişkileri de değiştiren bir devrim bu. Sokakta karşılaşan herkesin göz göze geldiğinde, birbirlerinin yüzüne baktığında birbirlerine “iyi günler, başarılar” dilediği bir devrim.
Kürt ya da Arap, kadın ya da erkek hiçbir Rojavalı devrimden önceki gibi değil. İki günde düşeceği sanılan Kobanê’de hala devam eden direniş bile, devrimin kök saldığının işareti.
Bu nedenle, bugünkü nesnel verilere bakarak, devrim, yeni durumun olası tehlikeleri ile baş etme gücüne sahip!