MUSTAFA DURMUŞ yazdı: “Ekonomideki asıl kötüleşme, 15 Temmuz sonrasında gelişen olaylar, OHAL uygulamaları, başkanlık, anayasa değişikliği, kısacası politik krizin derinleşmesi ile ortaya çıktı. Politik alanda atılan her adım sonrasında doların kurunun daha da yükselmesi başka nasıl açıklanabilir?”
MUSTAFA DURMUŞ
Meclis’te bugün, “başkanlık sistemine geçiş” olarak sunulan, gerçekte yeni rejimin yasal alt yapısının oluşturulmasını hedefleyen anayasa değişikliği taslağı görüşmeleri başladı.
Bununla beraber dövizin ateşi de tekrar yükselmeye başladı. Bir süredir zaten yükselme eğiliminde olan ABD doları, bir günde yaklaşık 9 kuruş değer kazandı. Lira bir günde yüzde 2,5 değer kaybetti ve 2017 yılında en fazla değer kaybeden para birimi oldu.
Hükümet cephesinden gelen açıklama sürpriz değil. Örneğin BDDK’dan Akben’e göre, dövizin kurundaki bugünkü ani sıçramanın nedeni “yurt dışındaki odakların yapmakta oldukları spekülasyonlar”. Yani kur, spekülasyon nedeniyle fırladı. Başbakan Yardımcısı Canikli de yine belli odakları kastederek, “döviz üzerinden yapılan baskılarla faiz oranlarının yükseltilmek istendiği” açıklamasını yaptı.
Daha önce de vurgulandığı gibi, özellikle de ABD ekonomisine ilişkin (bir kısmı sanal da olsa) sunulan toparlanma verileri, Trump’ın seçim vaatleri gibi nedenlerle, dolar genelde birçok para birimi karşısında değer kazanma eğilimini sürdürüyor. Ama bu ulusal paralardan hiç biri Lira kadar büyük bir kayba uğramadı (öyle ki 24 ülke içinde en fazla değer kaybeden para birimi Lira oldu).
Sorun iç kaynaklı
Dolayısıyla sorunun dışarıdan ziyade içerden kaynaklı olduğunun altının çizilmesi gerekiyor. Yani Türkiye ekonomisinin bir süredir içinde bulunduğu ve artık krize evrilmekte olduğunu gösteren yapısal sorunlar dövizdeki yükselişin asıl nedenini oluşturuyor.
Ekonomik olanlardan başlayalım. Öncelikle ekonomi küçülmeye devam ediyor. Özel sektörün döviz açığı 216 milyar doları buldu. Bu yıl özel sektörün 160 milyar dolarlık dış borcunun çevrilebilmesi ve 35-40 milyar dolarlık cari açığın finansmanı için toplam 200 milyar dolara ihtiyaç var. İşsizlik ve enflasyon artık aynı yönde hareket ediyor. Yani ekonomi artık işsizlik, durgunluk ve enflasyonun bir arada yaşandığı bir kriz şekli olan stagflasyona doğru gidiyor. Tüm bunlar yabancı sermaye çıkışlarını hızlandırırken, girişler azalıyor. Dövize olan talep artarken, döviz arzı azalıyor, bu da dövizin fiyatı olan kuru yükseltiyor.
Bugün açıklanan bazı veriler durumu biraz daha netleştirebilir. Öncelikle, sanayi üretimi Kasım’da artmamış ve hatta Ekim’e göre, imalat ve madencilik sektörü sanayi endeksinde binde 2-3’lük bir daralma var.
Yabancı sermaye yatırımları açısından önemli bir gösterge olan “şirket satın almaları ve şirket birleşmeleri” doğrultusunda yapılan işlem hacminin durumu hiç iç açısı değil.
Deloitte’ye göre, 2009 kriz yılından sonra ilk kez 2016 yılında bu alanda bir dip gerçekleşti ve bu alandaki işlem hacmi 7 milyar dolarla sınırlı kaldı. Bu işlem hacmi ortalama olarak 2015 yılındakine göre yüzde 50 azalma anlamına geliyor. Ama burada asıl önemli olan şey yabancı şirketlerin yatırımlarındaki düşüşün yüzde 67 civarında olması. Bu açıdan 2016 yılı 2009’un bir benzeri. Yatırımdan uzak duran sermayenin ise asıl olarak Batılı sermaye olduğu belirtiliyor.
Yine büyük ölçüde yerli sermaye gruplarınca yapılmış olan sadece 1,6 milyar dolarlık enerji özelleştirmesi gerçekleştirilebilmiş (bunun içinde de yabancı sermaye yok).
Bloomberg’in haberine göre, Cumhurbaşkanı’nın çağrısına rağmen, bankalardaki döviz mevduatları art arda 3 haftadır artış gösteriyor. Bu da Liranın zayıflamasının (ya da dolardaki yükselişin) nedenlerinden birini oluşturuyor.
Finansal piyasaların kurdaki bu hızlı yükselişin nedenlerini nasıl okudukları da önemli. Rabobank’tan, Goldman ve ING’ye kadar bu kurumlar yaptıkları açıklamalarda kurdaki bugünkü yükselişi, Türkiye ekonomisinin yukarıda sıraladığımız ekonomik kırılganlıklarının yanı sıra, “anayasa değişikliği”, “başkanlık sistemi” adı altında bugün Meclis’te başlatılan görüşmelere ve muhtemel bir referandum sürecinin beraberinde getireceği politik risklere bağlıyorlar.
Ayrıca Fitch’in bu ay ülkenin notunu düşürmesine kesin gözüyle bakıp fiyatlamaya başladıklarından, kurdaki artışın devam etmesini ve hatta doların kurunun 3,75’lik psikolojik eşiği aşarak, bu riskler sürerse, 3,90’ı görebileceğini ileri sürüyorlar.
Ne yapılabilir?
Son üç-dört yılda yapılan düzenlemelerle yabancı sermayenin giriş ve çıkışı üzerindeki kontrol tamamen kaldırıldığından, fiziki kontrol mekanizmasının işletilmesi mümkün görünmüyor. Kaldı ki bunun telaffuz edilmesi dahi yabancı sermaye kaçışlarını hızlandıracaktır.
Merkez Bankası’nın piyasaya döviz satarak kuru düşürmesi de olanaklı değil, zira net döviz rezervi sadece 25 milyar dolar civarında.
Geriye bir tek faiz artırımı kalıyor ki (bir süredir bunu dolaylı olarak, kamu mevduatı faizine sınır getirerek ve KGF’nin plasman miktarını 250 milyar liraya çıkartarak yapıyor ama belli ki yeterli olmuyor) bu da hem siyasal hem de ekonomik olarak çok sıkıntılı sonuçlara neden olabilir.
Faiz yükseltilmezse kurun yükselişi durdurulamaz (yükseltilse de bunun olacağının garantisi yok), enflasyon dizginlenemez. Diğer taraftan faiz yükseltilirse, başta inşaat – konut / emlak sektörü olmak üzere borçla çevrilen sürücü sektörler krize girer. Firmaların faiz yükü artar, bu da iflasların önünü açar.
Kısaca “aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık durumu ile karşı karşıya olabiliriz”. 14 yıllık “mucizevi” büyüme modelinin ekonomiyi getirdiği durum pek parlak değil.
Oysa 2016 yılının ilk yarısında, yani darbe girişimi öncesinde ekonominin özellikle de yabancı kaynak girişi açısından durumu hiç de fena değildi. Asıl kötüleşme, sonrasında gelişen olaylar, OHAL uygulamaları, başkanlık, anayasa değişikliği, kısacası politik krizin derinleşmesi ile ortaya çıktı. Politik alanda atılan her adım sonrasında doların kurunun daha da yükselmesi başka nasıl açıklanabilir?
Ekonomiyi düzeltemesek de, kur, borç stoku, faiz ve enflasyon gibi parasal göstergelerde sürdürülebilir bir dengeyi kurabilmek için işe, siyaseti normalleştirmekten, demokratikleştirmekten, böylece politik riskleri, azaltmaktan başlayabiliriz.