UMURCAN ÜNER yazdı: “Filmin sonunda borçlara ve bankalara daha fazla dayanamayan Kakourgas’ın tavernası kapanıyor ve hacze uğruyor. Filmin başından beri umursamazlığıyla öne çıkan Djam buna isyan eden tek kişi oluyor. Djam’in isyanını ise Kakourgas bastırıyor: ‘Bırak duvarlar onların olsun, biz şarkılar söyleyeceğiz.’”
UMURCAN ÜNER
Bazı filmler, bazı şarkılar zamanı durdurur, oturduğu yere yapıştırır insanı. Djam müzikleriyle, diyaloglarıyla, atmosferiyle tam olarak böyle bir film. Kısacası klasik bir Tony Gatlif filmi. Üstelik Gatlif bu kez bize çok daha tanıdık gelen bir hikayeyi anlatıyor; Rembetiko’yu.
İki yakaya da ait olamayanların hikayesi: Rembetiko
Filme geçmeden önce rembetlerden ve Rembetiko’dan bahsetmek gerek. İsyancıların, sığınmacıların, topluma meydan okuyanların müziğidir Rembetiko, iki yakada da ‘vatansız’ kalmış bir altkültürün müziği… Uyuşturucuyu, yasak aşkları, ölümleri, kavgaları, vatan özlemini anlatır. Bir rembet için özgürlüğü her şeyin önündedir. Daima silah taşır, mecbur kaldığında dövüşür, argo konuşur, esrar kullanır, haksızlığın karşısındadır.
Çağlarının dışlanmışları, uyumsuzlarıydılar rembetler. Her şeye rağmen kendilerine özgü yaşam tarzlarını sürdürmeye, kendi dillerini konuşmaya devam ederlerdi. İşte bu yüzden İzmir’den, İstanbul’dan ‘Bunlar Yunan’ denilerek göçe zorlandılar. İkinci vatanları olan Yunanistan’da ise ‘Bunlar Türk’ nidalarıyla karşılandılar. İşsiz kaldılar, dışlandılar ve sonunda bir çoğu Avrupa ya da Amerika’ya göçmek zorunda kaldı.
Organize olmayan bir yolculuk hikayesi: Djam
Film Midilli’de ‘amca’ diye seslendiği üvey babası Kakourgas’la yaşayan, çok küçük yaşta annesini kaybetmiş Djam’in İstanbul’a gidiş-dönüşünün hikayesi. Yönetmen Tony Gatlif’in yeniden yazdığı/yorumladığı Rembetiko’larla, ince ince işlediği rembetlerin hikayesiyle, Suriyeli göçmenlerin yaşamlarıyla, faşizme, kapitalizme atılan yumruklarla dolu bir hikaye.
Film Midilli’de başlıyor. Ekonomik kriz adayı da vurmuş. Adada taverna işleten Kakourgas’ın bozuk gemisini çalıştırabilmesi için biyel koluna ihtiyacı var ve biyel kolunu yapabilecek usta İstanbul’da Karaköy’de. Kakourgas giyimiyle, konuşmasıyla, tavırlarıyla rembetleri andırıyor. Djam ise üvey babasının tam tersi; Kakourgas ne kadar ağırbaşlı ise Djam o kadar yerinde duramayan bir karakter. Kakourgas Djam’e parayı verip oyalanmadan dönmesini söyleyerek onu İstanbul’a gönderiyor. Hikaye de tam olarak burada başlıyor.
Djam gemiye binip, adadan ayrıldıktan sonraki ilk sahnede Galata’da bir meyhanede dansöz olarak karşımıza çıkıyor.
Bu muhteşem sahnenin ardından Djam İstanbul’da yol arkadaşını da buluyor; Avril.
Avril Fransa’nın banliyölerinden çıkıp Gaziantep’teki mültecilere yardım etmeye giderken erkek arkadaşı tarafından dolandırılıp İstanbul’da pasaportsuz ve beş parasız kalan 18 yaşındaki bir aktivist. Karaköy’den biyel kolunu alan Djem ve kol kanat gerdiği Avril’in dönüş hikayesi de böylece başlıyor.
‘Müzik ve özgürlüğü yasaklayanların mezarına işiyorum!’
Film boyunca Gatlif’in sisteme dair eleştirileri hiç bitmiyor. Fakat bunlar arasında bir sahne öne çıkıyor. İkili Yunanistan sınırını geçtikten sonra filmin bir başka muhteşem karakteri olan Pano’yla karşılaşıyor. Banka yüzünden ailesini, işini, elindeki her şeyi kaybeden Pano kendi mezarını kazıp ‘Beni mezarıma dik gömün’ diye feryat ediyor. Harika kurgulanmış bu sahne muhteşem bir oyunculukla da birleşince etkileyiciliği iki kat artmış. Seyirciye aktarılan duygu o kadar gerçekçi ve bir yandan da o kadar rahatsız edici ki zamanı donduruyor ve o kısacık sahne saatler sürüyor. Pano’yu ‘mezarından’ çıkaran ikilinin rotası Kavala’ya yöneliyor. Djam’in bir zamanlar azılı bir faşist olan dedesinin Kavala’daki evinden, Djam’in annesinin eşyalarını Midilli’ye götürmek üzere topluyorlar. Köyden ayrılmadan önce ise filmin en güzel -belki de bugüne kadar izlediğim bütün filmlerin en güzel- sahnesi geliyor. Djam’i dedesinin mezarının üzerine işerken görüyoruz ve Avril’le aralarında şu diyalog geçiyor:
-Dedenin mezarına mı işiyorsun?
-Müzik ve özgürlüğü yasaklayanların üzerine işiyorum!
‘Şarkıları o değil, içindeki sürgün söylüyordu’
Avril ve Djam Midilliye geldikten sonra filmin odağı da yol hikayesi ve rembetlerden çıkıp kapitalizme, Suriyeli göçmenlerin yaşam mücadelesi ve umutlarına kayıyor. Mültecilere yardıma giderken İstanbul’da sıkışıp kalan Avril, savaşın yıkıcılığının ne demek olduğunu da Midilli’de öğreniyor. Sahilde dolaşan Avril bir anda karaya vurmuş onlarca bot ve üst üste yığılmış binlerce can yeleğinin arasında kalıyor. Mülteci gerçeğini Avril’le birlikte seyircinin de yüzüne vuruyor Gatlif. Savaş, göç, umut, mücadele, ölüm…
Şüphesiz Tony Gatlif acıyı ve umudu en iyi yoğuran ve bunu en iyi yansıtan yönetmenlerden birisi. Filmin en güzel diyaloglarından birinde Kakourgas’ın Djam’in annesiyle nasıl tanıştığını öğreniyoruz. Paris’te sürgünde olan Djam’in annesi iş aramak için Kakourgas’ın mekanına geliyor ve bulaşıkçı olarak işe başlıyor. Bir gün Kakourgas onu muhteşem sesiyle şarkı söylerken duyuyor ve o günden sonra Kakourgas’ın yanında şarkı söylemeye başlıyor. Kakourgas Djam’e annesinin sesinin ne kadar güzel olduğundan bahsederken faşizmden kaçıp Pariste sürgünde olan Ermenilerin, Kürtlerin, Cezayirlilerin sürekli onu dinlemeye geldiğinden, onun sesinde vatanlarını bulduklarından bahsediyor. Ve ardından o cümle geliyor: ‘Şarkıları o değil, içindeki sürgün söylüyordu.’
Klişeler de güzeldir
Sinema tarihinin en klişe konularından biridir uçarı karakterin film boyunca olgunlaşması. Gatlif de bu klişeden uzak kalamıyor ve film boyunca kendine sığmayan Djam’in ‘büyümesine’ şahit oluyoruz. Fakat Gatlif bu ‘olgunlaşmayı’ o kadar güzel ve altını doldurarak işliyor ki bu klişeyi tamamen doğal karşılıyoruz. Filmin sonunda borçlara ve bankalara daha fazla dayanamayan Kakourgas’ın tavernası kapanıyor ve hacze uğruyor. Filmin başından beri umursamazlığıyla öne çıkan Djam ise buna isyan eden tek kişi oluyor. Djam’in isyanını ise Kakourgas bastırıyor:
-Bırak duvarlar onların olsun, biz şarkılar söyleyeceğiz.
Gatlif filmlerinin vazgeçilmezidir, film insanı transa geçiren bir müzik eşliğinde dakikalar süren bir kapanış sahnesiyle biter. Djam de hem filmin, hem de Gatlif’in doğasına uygun olarak böyle bitiyor;
kapanmış taverna tamir edilen gemiye taşınıyor, uzolar ve iki yakanın da ezbere bildiği “O Kaixis” (Gel Gel Kayıkçı) eşliğinde…