BAHATTİN DEMİR yazdı – “Asıl amaç Sur’a “yeni ve kalıcı” bir kimlik, “Türk-İslam kimliği vermektir”. Yeni Sur hem yaşayan nesillerin bir kimlik erozyonuna tabi tutulduğu hem de gelecek nesillerin Türk İslam kimliği etrafında şekillendirilebileceği bir mekan olarak planlanıyor.
BAHATTİN DEMİR
Hem sokağa çıkma yasağı ilanının hem de Tahir Elçi’nin ölümünün birinci yıldönümlerini yaşadığımız bugünlerde bir süredir “gündemimizden düşen” Diyarbakır Sur’u bir kez daha hatırladık. Kadim uygarlıkların kenti Aralık 2016’da ne yapıyordu acaba? Biz onu düşünürken burada üşüyorduk, acaba o da orada kendi topraklarında üşüyor muydu?
Bu yazı ne tarihsel ne de sosyolojik açılardan bütün boyutlarıyla Sur ve Sur tarihini anlatmak üzere hazırlanmadı. Amacımız sadece uzaklardan da olsa Sur’a seslenebilmek; geçen bir yılda mekandaki değişimler ve bu değişimlerin arka planında yatan ideolojiden biraz bahsedebilmek; Sur’a vurulmaya çalışılan “ölümcül darbeyi” anlatabilmektir.
Belki okuyucular giriş bölümünü “fazlaca teknik” bulabilirler ancak sürecin daha iyi anlaşılabilmesine hizmet edebileceği inancıyla bu bilgilere bu haliyle yer vermenin uygun olacağına inanıyoruz. Yazının ilerleyen bölümlerinde de, elimizden geldiğince mekansal planlama ve ideoloji arasındaki ilişkinin Sur’daki yansımalarından bahsetmeye çalışacağız.
Geçen yılın Aralık ayında ilan edilen sokağa çıkma yasağı ile Sur, kendini her anlamda yerle bir edecek bir saldırıya maruz kalmıştır. Sadece Sur’da değil Kürt illerinde uygulanan sokağa çıkma yasaklarının “bölgedeki nüfusun en temel insan haklarının sınırlandırılmasından” çok daha derin bir anlamı vardı; “yaşam hakkı” yok edilmişti, hem de gözlerimizin önünde. Bölgeden sürekli olarak “güvenlik güçlerince sivillere yönelik orantısız güç kullanıldığına dair haberler” geldi.
Sokağa çıkma yasakları “bitirildiğinde” Sur’da ortaya çıkan tabloyu sanırız en güzel aşağıdaki resim ifade etmektedir; yaklaşık 6 ay sonunda:
-Sur’dan 40 bin kişi göç etmiş (Uluslararası Af Örgütü Raporundan),
-Sur’daki altı mahalledeki evlerin % 50’si bütünüyle oturulamaz hale gelmiş, % 25’inde değişik oranlarda hasarlar meydana gelmiş,
-Tankların da kullanıldığı çatışmalar sırasında tarihi doku tümüyle zarar görmüş; yıkılan yapıların yerine yeni yollar ve meydanlar açılmıştır.
Sur, 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun’un 2. maddesine göre, Bakanlar Kurulu'nca 2012 yılında riskli alan ilan edilmiş bir bölgedir (1). 2013 yılının ilk ayında Tarihi Sur Koruma Bandı içerisindeki Alipaşa ve Lalebey Mahalleleri ile İçkale bölgesindeki Cevatpaşa Mahallesi sınırları içerisinde gecekondu dönüşüm proje alanı olarak belirlenen sahalarda acele kamulaştırma işlemine(2) başlanılmış ve bu alanda kalan bazı binaların yıkımı da gerçekleştirilmiştir.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın Sur için aldığı iki karar daha söz konusu. Birincisi acele kamulaştırma diğeri ise yıkım-enkaz kaldırma. 2016 Mart ayında sokağa çıkma yasağının kaldırıldığı günlerde önce “riskli alan” (çatışma bölgesi) içinde kalan taşınmazların Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’unun 27. maddesine göre “acele kamulaştırılmasına”(3) karar verilmiştir. Takip eden günlerde ise Sur’da yıkım işlemleri başlatılmıştır.
Resim 1: Sokağa çıkma yasağı öncesi (a) ve sonrası (b)
Çatışmaların yol açtığı yıkımların üzerine Bakanlık tarafından gerçekleştirilen “yıkım ihalelerinin” neden olduğu ikinci bir yıkım dalgası yaşanmıştır. Bilimsel amaçlı kazılar dışında hiçbir kazı, hafriyat, yıkım vb işleme izin dahi verilmemesi gereken bu alanda ekskavatörler ve kamyonların binaları yıktığı, tescilli binalara ait orijinal malzemelerin de içinde yer aldığı molozların hızla yıkım sahasından uzaklaştırıldığı bir “yıkım ve enkaz kaldırma” süreci yaşanmıştır.
Hatırlanacağı üzere UNESCO Dünya Kültür Miras Listesinde olan bu alanın “riskli alan” ilanından sonra gelen tepkiler üzerine Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Sur için hazırlanmış olan Koruma İmar Planına sadık kalınacağını ifade etmek zorunda kalmıştır. Ancak gerek çatışmalar gerekse yıkım ihalesi sonrasında ortaya çıkan tabloda bu Koruma İmar Planına ait tüm hükümler nerdeyse geçersiz hale gelmiştir. Ancak yapılan ve çok tepki alan bu işlemlerin yasal kılıfının hazırlanması amacıyla Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu tarafından bir “İlke Kararı” kararı alınarak “kamu düzeni veya güvenliğinin olağan hayatı durduracak veya kesintiye uğratacak şekilde bozulduğu” koşullarda koruma alanlarında yıkımın önü açılmıştır(4).
Kuramsal olarak mekan üretimi veya mekanın yeniden üretimi egemen ideolojinin bir yansımasıdır. İktidar hayatın her alanında olduğu gibi kendisini mekanda da görünür kılmaya çalışır. Bu konuda belki de son dönemin en somut örneklerden biri de devletin Sur’u yeniden yapılanma politikasıdır.
Sur’da ne yapılacağı konusunda tartışmalar hâlâ sürmekte; detaylarını pek bilemediğimiz bir “kentsel dönüşüm projesi” sürekli olarak gündemde tutulmaktadır. Ancak Başbakanlık tarafından hazırlanan ve kamuoyuna sunulan tanıtım filmi(5) bu konuda önemli ipuçlarına sahip. Bu tanıtım filmi, Sur’un tarihten gelen tüm özelliklerinin nasıl yok sayılacağını, alanın nasıl insansızlaştırılacağını ve sonuçta devletin bölgede egemen kılmaya çalıştığı “Türk-İslam ideolojisinin” mekana nasıl yansıtılacağını bizlere anlatıyor. Yapılacaklar, sokağa çıkma yasağı boyunca yaratılan yıkımın asıl amacının bir kentin ortak hafızasının silinmesine yönelik olduğunun açık bir göstergesi. Neden derseniz; şehrin ne Kürt kimliğine, ne kadim uygarlıklar kimliğine, ne kiliselerine ne yaşam kültürüne ne de oradan zorla göç ettirilenlere vurgu yapılmaktadır.
Ne bu basit bir tanıtım filmidir ne de Sur’un yeniden yapılandırılması konusu sıradan bir imar planlama sürecidir. Bu, devletin bölgeye yönelik baskı politikasının ve egemen ideolojinin bir yansımasıdır. Çünkü Sur kadim tarihinden, Sur’lular yaşam alanlarından kopartılarak gelecekte Sur;
1-Bir Türk kenti olarak yapılanacaktır.
2-Bir İslam kenti olarak yapılanacaktır.
3-Bir ticaret şehri olarak yapılanacaktır.
Oysa bugüne kadar basına yansıyan “bu alanda TOKİ binaları yapılacak mı yapılmayacak mı; yaparsın yapamazsın” şeklindeki tartışmalar aslında bu gerçeklerin üzerini örten “sahte” bir tartışmadır. Elbette o çirkin beton yığınlarını aslında devlet de orada yapmayacaktır çünkü asıl yapmak istediği de zaten bu değil; asıl amaç Sur’a “yeni ve kalıcı” bir kimlik, “Türk-İslam kimliği vermektir”.
Sur’da ayağa kaldırılacağı söylenen ve yeniden yükselecek duvarlarla bu gerçeklik örtülmeye çalışılıyor. Yeni Sur hem yaşayan nesillerin bir kimlik erozyonuna tabi tutulduğu hem de gelecek nesillerin Türk İslam kimliği etrafında şekillendirilebileceği bir mekan olarak planlanıyor.
Sonuç, şairin dediği gibidir; “Evet, sabah olacaktır, sabah olur, geceler,
Tulû-i haşre kadar sürmez”….
1-04.11.2012-28457 R.G. http://www.resmigazete.gov.tr/main.aspx?home=http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2012/11/20121104.htm&main=http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2012/11/20121104.htm
2- 26.01.2013-28540 R.G. http://www.resmigazete.gov.tr/main.aspx?home=http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2013/01/20130126.htm&main=http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2013/01/20130126.htm
3- 25.03.2016-29664 R.G. http://www.resmigazete.gov.tr/main.aspx?home=http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2016/03/20160325.htm&main=http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2016/03/20160325.htm
4-27.04.2016-29696 R.G. http://www.resmigazete.gov.tr/main.aspx?home=http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2016/04/20160427.htm&main=http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2016/04/20160427.htm
5-https://www.youtube.com/watch?v=LDvlaot4ooY