Diyarbakır Barosu’nun yeni yönetimi sadece Diyarbakır’ı değil, bütün Türkiye’yi ilgilendiren iki mesele ile göreve başladı. Bu meselelerden biri, elbette Narin Güran cinayeti.
Diyarbakır Barosu’nun yeni yönetiminin karşılaştığı diğer mesele ise bütün Türkiye için sürpriz niteliğinde olan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Meclis’te DEM Parti’nin sıralarına giderek tokalaşmasıyla başlayan süreç oldu.
Diyarbakır Barosu’nun yeni başkanı Abdulkadir Güleç son dönem gelişmeleri Duvar’dan Vecdi Erbay’a değerlendirdi
Kayyuma hukuksal dayanak aramak anlamsızdır
Güleç, yaklaşık 8 yıl kayyumla yönetilen Diyarbakır’da bir hukukçu olarak yaşamanın verdiği deneyimle şunları söyledi: “Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in evine, basından öğrendiğimiz kadarıyla, 10 yıl önce devam eden bir soruşturmayla ilgili baskın düzenleniyor. Bir belediye başkanının evine baskın düzenleniyor ve akabinde gözaltı işlemi gerçekleşiyor ve sonrasında da tutuklanıyor. Şimdi olay 10 yıl önceye ilişkin ise 7 ay önce seçim yapıldı. O dönem niçin ifadeye çağrılmadı? Ya da niçin gözaltı işlemi o dönem gerçekleşmedi? Neden seçimden 7 ay sonra İstanbul’un en büyük ilçesinin belediye başkanı görevini yürütürken gerçekleşti? Bunun aslında niçin yapıldığını hepimiz biliyoruz. Burada bir hukuksal dayanak aramak anlamsızdır. Hukuki nedenleri yok bunun. Ancak siyasi nedenleri olabilir. Ahmet Özer geçmişte akademi dünyasında da tanınan, bilinen bir isim. Rektör yardımcılığı yapmış, dekanlık yapmış, kitapları olan bir akademisyen. Saygın bir bilim insanı. Basından öğrendiğimiz kadarıyla demokratik özerklik ile ilgili İmralı Cezaevi’nden gelen bir not üzerine bu soruşturmanın başlatıldığı söyleniyor. Bu not 10 yıl önce vardı zaten. Zaten son birkaç yıldır Öcalan’la görüşme gerçekleşmiyordu. Demek ki yakın tarihte gerçekleşen bir şey değil. Bunun hukuksal nedenlerden ziyade siyasal nedenlerle yapıldığını düşünüyoruz. Bu aynı zamanda Esenyurt halkının iradesine de vurulmuş bir prangadır, bir müdahaledir. Seçme ve seçilme hakkının ihlalidir. Seçimle gelen seçimle gider, demokrasinin temel kuralı budur. Böyle olması gerekirdi. Elbette belediye başkanı da suç işleyebilir, soruşturma geçirebilir. O zaman yapılması gereken Esenyurt Belediye Meclisi’nin içinden bir başkanın ya da başkan vekilinin belirlenmesidir. Yani hukuk bize bunu söylüyor. Bunun da yapılmamış olması yerine vali yardımcısının atanmış olması tamamen antidemokratik, hukuksuz bir uygulamadır.”
Ahmet Özer, “Kent uzlaşısı” ile CHP ve DEM Parti’nin adayı olarak seçilmişti. Seçimlerden bu yana, özellikle Hakkari Belediyesi’ne kayyım atanması, hükümetin kayyım uygulamasından vazgeçmediğine dair bir işaretti. Hükümetin, DEM Parti’nin bölgede kazandığı belediyelere yeniden kayyım atayacağı endişesini pekiştiren bir durumdu. Kayyım haberinin İstanbul’dan gelmiş olması da endişeyi berteraf eden nitelikte değildi. Çünkü Ahmet Özer, CHP ve DEM Parti’nin “kent uzlaşısı” ile ortak adayı olarak seçilmişti.
İktidar hariç bütün belediyeler için risk var
Kayyım politikasının bütün belediyelere gözdağı olduğuna vurgu yapan Güleç, “Belediyeler hükümetle ters düştüğünde ya da hükümetin benimsemediği bir siyaset izlediğinde kayyım tehlikesiyle karşı karşıya. Hakkari’ye de kayyım atandı. Neredeyse 8 yıl kesintisiz bir şekilde Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi ile dış ilçeler, Çınar hariç, ve merkez ilçeler kayyımla yönetildi. Şimdi Hakkari Belediyesi’ne kayyım atandıktan sonra aslında bölgedeki bütün belediyeler bir anlamda kaygılandı. Çünkü hükümetin bunu siyasi nedenlerle yaptığını toplum da biliyor, belediye başkanları da biliyor, biz hukukçular da biliyoruz. Bu nedenle o tehdit hep vardır. Sadece kent uzlaşısı sonucu yapılan ittifakla kazanılan belediyelerle ilgili değil, aslında Türkiye’deki AK Parti ve MHP’li belediyeler hariç, bütün belediyeler için o risk bana göre var” dedi.
Kayyum politikası ve sürecin samimiyeti
Kayyım uygulaması adı konmamış sürece de zarar vermiyor mu? Güleç, bu soruyu şöyle cevapladı: “Elbette sürece zarar verir. Şimdi siyasette eğer bir açılım yapılacaksa bir tutarlılık beklersin. Onun devamında belki daha güçlü, daha görünür adımların atılması lazım. Şimdi bir yandan MHP Genel Başkanı’nın DEM grubunu ziyaretiyle birlikte bir olumlu hava estirildi. Ben de olumlu gördüm, olumlu yaklaştım. Sonuçta şimdiye kadar kutuplaştıran bir dil tercih eden Bahçeli, birden DEM grubunu ziyaret edince aslında siyasette özlenen bir tabloyu da ortaya koymuş oldu ve olumlu yaklaştık. Bölgedeki bütün demokratik kamuoyu pozitif yaklaştı. Ondan sonra grupta bir konuşma yaptı. Sonra Sayın Özgür Özel’in Demirtaş’ı ziyareti var, yaptığı açıklamalar var. Ondan sonra ‘bu süreç tekrar başlayacak, çatışma duracak, akan kan duracak, artık anneler acı çekmeyecek, evlat acısı yaşamayacaklar’ gibi bir beklenti oluştu. Ama demokrasinin asgari standartlarından biri seçme ve seçilme hakkıdır. Bu hakka dönük bir kayyım girişimiyle bence bu sürecin ne kadar samimiyetsizce başladığını göstermek için önemlidir. Bu tutarsız bir politikadır. Yani eğer bir süreç varsa, bu kayyım uygulaması bu sürecin çok samimi olmadığını gösteriyor.”
Erdoğan’ın seslendiği Kürtler hangi Kürtlerdir?
Devlet Bahçeli’nin başlattığı süreçle ilgili Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yorumu da yaklaşık bir ay boyunca merakla beklendi. Sonunda konuyla ilgili bir açıklama yaptı Erdoğan ancak verdiği mesaj, sürecin selameti ve samimiyeti için pek de tatmin edici bulunmadı.
Diyarbakır Barosu Başkanı Abdulkadir Güleç de buna işaret etti. Güleç, şunları söyledi:
“Eğer bir sorun çözülecekse sorunun tarafları mutlaka olur. Bu çatışmayı sonlandırmak için de böyledir. Kürt sorununun demokratik, barışçıl çözümü için sorunun bütün toplumsal kesimlerle, bu süreçte olması gereken bütün aktörlerle birlikte çözmek gerekir. ‘Ben kimseyi ciddiye almam, dikkate almam, ben Kürt kardeşlerimi dikkate alırım.’ ‘Kürt kardeşlerim’ dediği, nasıl Türkler siyasi partilerle, kurumlarla kendilerini ifade ediyorsa aslında Kürtlerin de birçok sivil toplum örgütü vardır, birçok siyasi partileri vardır. Kürtlerin yoğun katılım gösterdiği, desteklediği siyasi partiler vardır. Yine insan hakları örgütleri vardır, demokratik kurumları vardır. Bunları da ciddiye almayacağız, sadece Kürtleri ciddiye alacağız gibi bir yaklaşım var. Ben bunu samimi bulmuyorum. Bu Kürtler hangi Kürtlerdir? AK Parti içerisinde siyaset yapan Kürtler midir? Yoksa sıradan, apolitik, siyasetle ilgilenmeyen Kürtler midir? Burada da bir belirsizlik olduğunu düşünüyorum. Gerçek, kalıcı bir çözüm aranacaksa bütün kesimleri, bütün muhatapları, bütün aktörleri ciddiye almak ve onlarla süreci değerlendirmek lazım. Siyasi partilerin, sivil toplum örgütlerinin düşüncelerini önemsemek gerekir. Bu kuşkusuz DEM Parti için de geçerli. DEM Parti Meclis’te ciddi temsiliyeti olan bir parti ve ciddiye alınması gerekir diye düşünüyorum.”
“Diyarbakır Barosu demokratik bir hukuk kurumu. İnsan hakları alanında da ciddi tecrübesi olan bir kurum” diyen Güleç, “Bu konuda bize de bir görev düşerse seve seve bu görevi üstleniriz. Yeter ki toplumun kutuplaşmasına neden olan çatışmalar bitsin, adil ve eşitlikçi bir süreç gerçekleşsin” dedi.
Narin Güran cinayeti önlenebilir miydi?
Diyarbakır Barosu Narin Güran cinayeti ile de ilgilendi ve cinayetin aydınlanması için hukuki sürecin içinde yer aldı.
Narin Güran cinayetiyle ilgili 22 kişi tutuklu bulunuyor. İddianame hazırlandı ve ilk duruşma 7 Kasım’da görülecek.
Cinayetle ilgili çok sayıda spekülasyon gündeme geldi. Cinayete ciddiyetle yaklaşan Diyarbakır Barosu ise spekülasyonlara itibar etmeden cinayetin aydınlatılması için çaba sarf etmeye devam ediyor.
Narin Güran cinayetiyle ilgili konuşan Güleç, “Olay çok trajik. İçimizi acıtan bir olay. Şahsımı duygusal olarak zorlayan bir durum” ifadesini kullandı.
“Narin’i her şeye rağmen koruyabilir miydik?” diye soran Güleç, “Biraz geriye bakıp şunu düşünüyorum: Acaba ne yapsaydık Narin hayatta olurdu? Yetkililere de sesleniyorum: Nerede eksik yaptık da Narin şimdi aramızda değil?” dedi.
Diyarbakır Barosu ve hukuk camiasının bu cinayetle ilk günden itibaren yeterince ilgilendiğini ifade eden Güleç, “Halk da, demokratik kamuoyu da, sosyal medya da, duyarlı gazeteciler, aydınlar, yazarlar da bu cinayete çok ilgi gösterdi. Cinayetin faillerinin ortaya çıkarılması için herkes elinden geleni yaptı” ifadelerini kullandı.
Devletin çocuklara yönelik suçlarla ilgili önleyici tedbirlerinin yeterli olmadığını düşündüğünü belirten Güleç, “Belki genel önleyici tedbirler daha güçlü olsaydı ya da tedbirler eksiksiz uygulanmış olsaydı Narin ve Narin gibi çocuklarımız böyle bir cinayete maruz kalmazdı. Böyle ağır travmatik ölümlere tanıklık yapmazdık diye düşünüyorum” diye konuştu.
Komisyon cinayetin aydınlatılması için çalışıyor
Narin Güran cinayeti ile ilgili 4 kişi hakkında iddianame hazırlandı. Narin Güran’ın annesi Yüksel Güran, ağabeyi Enes Güran, amcası Salih Güran ve komşusu Nevzat Bahtiyar, bir çocuğu kasten öldürmekten yargılanacak. Tutuklu bulunan 18 kişi hakkındaki soruşturma ise devam ediyor.
“Bu dosyayı hassasiyetle inceliyoruz” diyen Abdulkadir Güleç, “Bir komisyonumuz var. Çalışmalar yürütülüyor. Önceki baro başkanı ve yöneticiler de bu komisyonun içinde. Çocuk hakları merkezli bir komisyonun içinde dosyanın bütün delillerini, belgelerini topladık. Her gün neredeyse toplanıyoruz. Bu dosya ile ilgili, cinayetin aydınlatılması için, failin ya da faillerin bulunması için ciddi bir çalışma yürütüyoruz” dedi.
Güleç, 7 Kasım’da başlayacak duruşmaya çok sayıda baro başkanının da katılacağını söyledi.
“İstisnalar dışında Türkiye’deki bütün baro başkanlarının Narin’in 7 Kasım’daki duruşmasına katılacağını düşünüyorum. Bize bizzat telefon açarak ve WhatsApp grubuna yazarak bunu bildiren baro başkanları oldu. Baro başkanlarımızın büyük kısmı 6 Kasım’da Diyarbakır’a gelecek, 7 Kasım’da da 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nde duruşmaya katılacaklar. Bu nedenle şu an bizi en çok meşgul eden Narin’in dosyası. Hem hukuki olarak dosyaya hazırlanıyoruz, dosya ile ilgili çalışmalar yürütüyoruz hem de duruşmayı takip edecek baro başkanı misafirlerimiz için hazırlanıyoruz” dedi.