SEÇTİKLERİMİZ- Alişan Özdemir, Gazete Duvar’a yazdı: “Diyalektik bütün evreni açıklıyorsa, «diyalektik olmayan süreç»in olmaması gerekir. Tüm süreçler ve oluşlar diyalektiktir. «Süreç»in ya da «oluş»un önüne diyalektik sözcüğünün konması, durumu gizemlileştirmekten öte boş söz etmektir.”
ALİŞAN ÖZDEMİR
Gazete Duvar’da 24 Aralık’ta yayınlanan Gülgün Türkoğlu’nun “Diyalektik Nedir?” başlıklı yazısı Hegel’in görüşlerini geçerli ve tek doğru görüş olarak gösteriyor. Oysa tarih boyunca değişik diyalektik anlayışları ortaya çıkmıştır, ama çoğu anlayış artık savunulmuyor, tarihte kalmışlardır. «Diyalektik nedir?» sorusuna tarihi değil de güncel yanıt vermek isterseniz, Hegel ve öncesini bir yana bırakmanız gerekir.
Diyalektik nedir?
Diyalektik düşünce Herakleitos’a bağlanır, ancak o «diyalektik» terimini kullanmaz. «Diyalektik» sözcüğünü daha sonra Elealı Zenon türetir, «tartışma sanatı» anlamında. Sonra Aristoteles de bu anlamda kullanır (Topikler). «Diyalektik» terimini, günümüze gelebilen eski yazılı metinlerde ilk kez Platon’da görüyoruz. Platon, gençliğinde Sokrates’in verdiği anlamda kullanır (tartışarak eğitme). Yaşlılık döneminde Herakleitosun görüşlerinden etkilenir ve farklı bir diyalektik anlayış ortaya koyar. Ortaçağ’da mistik «üç aşamalı gelişme» (olumlama, olumsuzlama, olumsuzlamanın olumsuzlaması) kavramının eklendiğini ve diyalektiğin Tanrının varlığını kanıtlamada kullanıldığını görüyoruz. «Diyalektik mantık» terimine ilk kez Kant’ta rastlıyoruz, Kant’ın geniş mantık anlayışının bir bölümü olarak. Hegel; Herakleitos ve Platon’un diyalektik anlayışını geliştirip, üç aşamalı gelişme anlayışını ekleyerek oluşturduğu diyalektik mantığı idealist felsefesinin temeli yapar. Marx ise Herakleitos-Platon-Hegel kanalından gelen diyalektiği değiştirip geliştirerek realist, materyalist diyalektik mantığı kurar. Bugün «diyalektik» denince usa ilk gelen Marx’tır ve gerçekçi-maddeci diyalektiktir. Ancak, Hegel’in görüşlerini gerçekçi anlayışa yamayanlar çoktur.
Düşünme dünyası (bireyseldir) dışındaki her şey dış dünyayı oluşturur. Dış dünyada yıldızlar, gerçek ya da nesnel tüm varolanlar(1), içinde yer aldığımız toplum, tüm canlılar, tüm insanlar, insanların ürün ve eylemleri vardır. Dış dünyaya baktığımızda; varolanların sürekli devindiğini görüyoruz: Dünya’nın kendi çevresinde ve Güneş çevresinde sürekli dönüşü; Güneş sisteminin galaksi içinde, Samanyolu galaksisinin evren içinde hareketi; bu nedenle bizim oturduğumuz yerde binlerce kilometre hızla hareket etmemiz. Herakleitos’un dediği gibi «bir ırmakta iki kez yıkanamayız», çünkü su sürekli akıp gider, başka su molekülleri gelir. İnsanlar uyurken bile dolaşım sistemi, solunum sistemi sürekli çalışır. Bunlar makro kozmosla ilgili. Mikro kozmosa geçersek, örneğin hareketsiz görünen bir masanın atomlarına baktığımızda, elektronların ışık hızıyla döndüğünü görürüz. Demek ki devinimetkileşim denir.
Felsefe açısından önemli olan dış dünyanın tüm varolanlarındaki nicel ve nitel değişmelerdir. Her varolan doğar, büyür, devinir, değişir, gelişir, sönümlenip, yerini başka varolana bırakarak sona erer. Örneğin insan bebek olarak doğuyor; çocukluk, gençlik evrelerinden geçip yetişkin oluyor. Yaşlılık, sonra cansız organik maddeye dönüşme ile insan süreci sona eriyor, ortalama 70-80 yıl. Cansız varlıkta değişim, milyon yılı bulabilir. Bu olguya kısaca değişim denir. Diyalektik düşünce, gerçek varolanları karşılıklı bağlantıları, artzamanlılıkları, devinimleri, doğumları ve ölümleri içinde kavrar. Varolanların, hem yaşayacağını ve sürüp gideceğini hem de kaçınılmaz olarak yok olacağını kabul eder. Gerçekçi diyalektik mantık, bu saptamayı, değişimi, evrenin anayasası olarak ele alır ve her varolanı bir süreç(2), her olgu ve değişimi bir oluş(3) olarak niteler. Bu anayasasının iki maddesi vardır, ki onlar değişimin neden ve nasıl olduğunu açıklar. Birinci madde, değişimin ilk nedenini açıklar: Her sürecin içinde bir ya da birkaç çelişki, karşıtlar mücadelesi vardır. Yani her sürecin içinde olumlama (sav) ve olumsuzlama (karşı sav) bir arada olur. İkinci madde, değişimin ikinci nedenini açıklar: Etkileşim. Evrende tüm süreçler birbirini etkiler, değiştirir, gelişmesine ya da yok olmasına katkıda bulunur.
Dış dünyadan gelen duyumları algılayarak, düşünme dünyamızda kavram ve tasarımlarımızı oluştururuz. Algılama diyalektik mantığın yol göstericiliğinde olursa, süreçlerin içindeki çelişkilerin ve aralarındaki etkileşimlerin bilgisi, oluşturulan kavram ve tasarımlarda yer alır. Akıl yürütmeyi bu kavram ve tasarımlarla yaparız.
Diyalektik ne değildir?
Diyalektik adlı göstergedil dünyasında bu dört gösterilen için de “diyalektik” göstereni/terimi kullanılır. Dolayısıyla, diyalektik terimini herkes kullanıyor, ama hangi anlamda kullandığını belirtmediğinde bir belirsizlik ya da karışıklık ortaya çıkabiliyor. Başka bir durum, tarih içinde ortaya çıkan değişik diyalektik anlayışların birbirine karışmasıdır. Bu yazıda diyalektik adına yapılan yanlışların önemli olan birkaçına değineceğim.
Hegel’in felsefe tarihinde önemli bir yeri vardır kuşkusuz, ama zirveyi ona vermek doğru olmaz. Marx, bilimler çok geliştiği için, artık felsefenin rafa kaldırılması gerektiği görüşündedir. Hegel ise, kendi felsefesiyle birlikte «Felsefenin Sonu»nu ilan ediyor.
Felsefe ile dine eşitlik tanınması, filozofları kızdıracaktır: «Kuantum dolanıklığın bugün, din ve felsefenin uzun zamandır ortaya koyduğu ‹evren bir ilişkiler bütünüdür› önermesi…» Din kitaplarında bu önermeyi bulamazsınız. «Felsefe ve din her zaman, bilim ise son dönemlerinde..» savı da çok yanlış, bilimi dinin gerisinde görmek, ancak dincilerin savunacağı bir görüştür.
«Doğada renk yoktur ama biz renk görürüz. Doğada ses yoktur biz sesler işitiriz. Görme, işitme, koklama gerçekte beynimizde olmaktadır.» önermeleri dış dünyayı yanlış saptamakta, yanlış anlatmakta, beş duyunun varlığını yadsımaktadır. Duyular, duyu organları olmadan, beyin göremez, işitemez… Din de, bilim de doğada ses ve renk yoktur demez. Ardından duyuların var olduğunu kabul edip, «duyusal verilerden oluşan algılarımızı yanılsama» olarak nitelemek yanlış bir eklektizmdir. Duyuları yadsımak da, duyuların yanılttığını söylemek de değişik idealist filozofların görüşüdür. Duyularımızın bazen bizi aldattığı doğrudur, ancak bu her zaman olan bir şey değildir. Yanılsamalarımızı, pratikle, deneyimle ortadan kaldırabiliriz. Ancak duyuları tümüyle güvensiz ilan etmek, gerçekliğe aykırıdır.
Diyalektik, doğada (dolayısıyla toplumda) başından beri var olan durumun adıdır. «Düşünmenin diyalektik devinmesi» Hegel’e göre olabilir, ama gerçekçi diyalektiğe göre olmaz. Maddeden bağımsız bir düşünme devinimi, düşünme diyalektiği yoktur. Marksistlerin çoğu diyalektik adına yanlışlar yapmaktadır. Örneğin György Lukács’tan başlayarak Batı Marksizmi, diyalektiğin yalnızca toplumla ilgili olduğunu savunur, “doğanın diyalektiği”ni yadsır. Doğanın diyalektiğini savunan Engels ise, “Bütün jeoloji bir sıra inkâr edilmiş inkârlardır, yıkılmış eski formasyonların ardından yeni formasyonların gelişidir” diyerek mistik üç aşamalı gelişme anlayışını doğaya uygular.
«Çelişki» teriminin birçok anlamı vardır, hepsini özdeş görmek yanlıştır. Diyalektik sistemde çelişki; bir varolanın (sürecin) içinde iki karşıtın bir arada var olması, sürecin sonuna değin değişik yoğunlukta mücadele etmeleri anlamında kullanılmaktadır. Günlük dilde iki süreç arasındaki çatışma da (sürekli olmaz bunlar, bir süre sonra yardımlaşmaya dönebilir) «çelişki», ya da «dış çelişki» olarak adlandırılmaktadır. Bu adlandırmanın, diyalektikte sözü edilen «çelişki» kavramıyla ilişkisi yoktur. İki ya da daha çok süreç arasındaki çatışma ya da yardımlaşma, diyalektik sistemde «etkileşim» olarak adlandırılmaktadır.
Kimi kaynaklarda geçen diyalektiğin üç (bazen dört) yasası, Marksistlerce birbirinden kopuk olarak uygulanır. Oysa «nicelikten niteliğe geçiş» ve «olumsuzlamanın olumsuzlaması» denen yasalar çelişkiden (karşıtlar mücadelesinden) ve etkileşimden bağımsız yasalar değildir. Onlar çelişki ve etkileşimin değişik görünümleridir. Örneğin, bir süreç, çelişkiden ötürü nicel değişiklik geçirir. Çelişki uzlaşmazlık aşamasına ulaştığında nicel değişiklik biter, nitel değişme başlar. Üç aşamalı gelişme kuramı, gerçekçi diyalektikte yer almaz. Süreç içinde olumlama ve olumsuzlama hep bir arada olur, ayrı aşamalar değildir. Olumlama-olumsuzlama çelişkisi uzlaşmazlığa vardığında, süreçle birlikte olumlama ve olumsuzlama da sona erer. Bu durum olumsuzlamanın olumsuzlamasıdır, nitel değişmedir, yeni bir sürecin başlangıcıdır.
Bazı durumlar için “diyalektik süreç” sözü kullanılıyor. Diyalektik olmayan süreçler de mi var? Diyalektik bütün evreni açıklıyorsa, «diyalektik olmayan süreç»in olmaması gerekir. Tüm süreçler ve oluşlar diyalektiktir. «Süreç»in ya da «oluş»un önüne diyalektik sözcüğünün konması, durumu gizemlileştirmekten öte boş söz etmektir.
Gerçekçi diyalektik mantık, diyalektik yöntem, diyalektik düşünme; dünyayı gerçekte olduğu gibi anlamamızı sağlayabilen yol göstericilerdir. Yeter ki onu doğru anlayalım doğru uygulayalım. Ancak genellikle gördüğümüz yarım yamalak, az bilgiyle uygulanan şey diyalektik değildir.
(1) Varolan: Bir yerde bulunan, hazır olan. «Varlık» genel bir terimdir. Belli bir varlık türünün bireyleri «varolan» olarak adlandırılır.
(2) Süreç: Durumdan duruma geçen varolan.
(3) Oluş: (olu, oluşum) terimini, bir gerçek varolanın ya da bir gerçek varolanlar bütününün, bir durumdan başka bir duruma geçmesi, olay ya da eylemler dizisi anlamında kullanmaktayım.
Kaynakça
Özdemir, Alişan (2016). Yeni Diyalektik Mantık, İstanbul: Yaba Yayınları.
Ollman, Bertell (2006). Diyalektiğin Dansı, İstanbul: Yordam Kitap.
*Dr.