Onur Çağdaş yazdı: DİSK’in sınıf mücadelesindeki yeri ve yeni dönemde izlemesi gereken mücadele çizgisine dair öneriler
DİSK’in 15. Genel Kurulu’nda belki de en akılda kalan; AKP Hükümeti’nin acımasız neo-liberal politikaları, özgürlükleri ayaklar altına alan baskıcı uygulamaları, Kürt meselesindeki çatışmacı ve şoven yönelimi, militarizmi ve cinsiyetçi ve doğa düşmanı tutumundan dolayı AKP’li Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Soylu’nun protesto edilmesi oldu.
Reel işçi ücretlerin gittikçe düştüğü, işsizliğin giderek arttığı, taşeron çalıştırmanın esas çalışmaya alternatif olarak teşvik edildiği, güvencesizliğin, kuralsızlığın, esnek çalışmanın dayatıldığı, işçi sınıfının en önemli kazanımı olan kıdem tazminatı gaspının gündemde olduğu, Türkiye’nin iş cinayetleri ve kazaları istatistiklerinde dünyada üst sıralarda, sendikalaşma ve toplu sözleşme hakkı istatistiklerinde ise en alt sıralarda yer aldığı bir çalışma rejiminde kuşkusuz DİSK Genel Kurulu’ndan beklenen tüm bu saldırılara ilişkin bir tartışma yürütmesiydi. AKP’nin bir nevi sermayenin manifestosu olarak kaleme aldığı 2016 Eylem Planı, Kamu İstihdam Stratejisi ve yine kararlılıkla TBMM gündemine getirdiği kıdem tazminatı fonu gibi emek karşıtı politikalarına karşı emeğin manifestosunu ilan edip, izlenecek mücadelenin ana hatları olabilecek yol haritasını kararlılıkla belirginleştirmesi gerekiyordu. İşçi sınıfının kazanılmış tüm hakları AKP’nin emek karşıtı saldırıları altında iken, Genel Kurul’da kuşkusuz bu saldırılara karşı topyekûn bir savunma, hatta saldırı stratejisi oluşturulmalıydı.
Hak-İş’in ve Türk-İş’in devlet ve sermaye sendikacılığı üzerinden işçi sınıfına hizmet etmekten ziyade ihanet politikaları izlediği bir ortamda, kuşkusuz DİSK’in 15. Genel Kurulu emekçiler için bir umut kaynağı idi. Maalesef DİSK’in 15. Genel Kurulu’nda bunun tam olarak gerçekleştiğini söylemek oldukça zor.
İşçi sınıfının tarihindeki en önemli sendikal mücadele örgütlerinden biri olarak hafızalarımıza kazınan DİSK; üç gün süren Genel Kurulu’nda, güçlü bir mücadele örgütü olarak sınıf sendikacılığının gerektirdiği görev ve sorumluluklar üzerinden bir tartışma yürütmek yerine, kendisini yeni yönetimin kimlerden oluşması gerektiğine dair kısır, ancak aynı zamanda kaçınılmaz bir saflaşmanın içerisinde buldu.
12 Eylül 1980 darbesi ile generallerin sermayenin direktifleri doğrultusunda DİSK yöneticilerini tutuklayarak idamla yargılamasının, DİSK’in faaliyetten men edilmesinin ve varlıklarına el koyulmasının ardından 1992 yılında aklanmasıyla birlikte neredeyse sıfırdan yeni bir örgütlenme sürecine başlamış olduğu elbette göz ardı edilmemelidir. Bu sürecin yarattığı tahribatların hala devam ettiği de söylenebilir. Yine bu yeni dönemde, 12 Eylül Anayasası’nın sınıf sendikacılığına türlü bariyerler ve engeller koyması da bilinen bir gerçeklik olmasına rağmen, DİSK’in işçi sınıfının ihtiyaçlarını yeteri kadar karşılayamaması ve sınıfın sorunlarına bütünlüklü bir mücadele perspektifi ile bir çözüm önerememesi de altı çizilmesi gereken bir başka gerçekliktir.
İşçi sınıfının onca katliam ve baskı politikalarına rağmen dişiyle tırnağıyla var ettiği ve bugünlere getirdiği DİSK’in ve DİSK üyesi sendikaların kendilerine yüklenen sorumlulukla davranması, yöneticilerinin her türlü bürokrasiden uzaklaşarak ve sınıf mücadelesinin gereklerini yerine getirerek emeğin haklarını sınıf bilinciyle ve militan bir kararlılıkla savunması elzem olduğu kadar tarihsel bir sorumluluktur.
Kuşkusuz bu sorumluluk soyut değildir; işçileri karar süreçlerine katan, tüm çalışma alanlarında ve elbette tüm işçi havzalarında yürütülecek bir mücadele programı ile bunun başarılabilmesi mümkündür. Bu mücadele hattının satırbaşlarına gelirsek; Soma ve benzeri iş cinayetlerinde kendini daha fazla hissettiren işçi katliamları, sadece ülkemizde değil dünya sendikacılık tarihinde önemli bir yer edinen konfederasyonumuz DİSK'in önemini bir kez daha ortaya çıkardığı gibi, konfederasyonumuzun önüne yeni ve tarihsel görevler koymuştur. Konfederasyonumuzun baskın olmadığı bir bir ülke gerçekliğinin ağır işçi katliamlarına gebe olduğu unutulmamalıdır. Soma işçi katliamındaki sendikal krizin ve sarı sendika anlayışının yadsınamaz payı, ifadelerimizin kuru ajitasyon cümleleri olmadığını ortaya koymaktadır.
İşçi sınıfının ve halkımızın konfederasyonumuz DİSK'e ihtiyacı vardır. DİSK'in de kendini bu ihtiyaçlara cevap verecek duruma getirme sorumluluğu bulunmaktadır. Bu çabanın belli bir zaman dilimini gereksindiği ve yoğun bir mesai gerektirdiğinin kuşkusuz farkındayız. İlk elden bu ihtiyacın farkına varmak ve yeniden yapılanma için bir yol haritası çıkarmak önemlidir. Ardından esas belirtilen hedefleri gerçekleştirme yolunda sonuç alıcı çalışmalara başlanılmalı, fakat bu hemen atılması gereken kimi pratik adımların ertelenmesi sonucunu doğurmamalıdır. Belli bir zamanı gerektiren çalışmalar olduğu gibi, konfederasyonumuzun hızlı bir kararlaşmayla hemen yapabileceği çok şey olduğu gerçekliğide unutulmamalıdır.
Hemen her toplumsal olayda daima insiyatif alan, bu temelde kamuoyunda kendini daha görünür kılan bir proaktif sendikacılık anlayışı geliştirilmelidir. Emek sömürüsünü alabildiğince vahşi hale getiren ve işçi sınıfını örgütsüzleştirip boğmak isteyen burjuvazinin, aynı zamanda ülkemizde bulunan kimlikleri de yok etmek istediği, inanç gruplarına zulmettiği, kadın cinsine ve LGBTİ bireylerini yok saydığı, çevreyi ve doğayı tahrip ettiği ortadadır. Sendikalar bu alanlara dair de sesini yükseltmeli, dar bir sınıfsallık anlayışıyla hareket etmemeli, üzerine düşen toplumsal rolü de enternasyonalist bir sınıf bilinciyle yerine getirmekten kaçınılmamalıdır.
Bu çerçevede;
Farklı anadillere sahip işçi sınıfı mensupları için “anadilde sendikacılık” anlayışı değerlendirilmelidir. Bu çerçevede merkezi düzeyde bir komisyon oluşturulup çeşitli çeviri broşür ve dergi çalışmaları başlatılmalıdır.
İşçi sınıfımızın farklı inançlara sahip öğelerini egemenlerin nefret ve ötekileştirici söylem ve uygulamalarından korumak noktasında gerekli çabalar sergilenmeli ve tüm inanç gruplarına eşit mesafede olma durumu korunmalıdır. Böylelikle "tüm inançlara saygılı sendikacılık" anlayışı hakim kılınmalıdır.
Çevre sorunlarına duyarlı bir “yeşil sendikacılık” yada bir “eko-sendika” anlayışı içinde gerekli arayışlara girilmeli, bu çerçevede çevreci ve doğa dostu yapılarla diyalog süreci başlatılmalı, sistemin çevreyi tahrip eden çabalarına emek alanında eylemli tepkiler verilmelidir. Kuşkusuz bu çaba her canlının yaşam hakkını savunmayı önceller. Konfederasyonumuz tüm canlıların yaşam hakkını savunmak noktasında da gerekli ilkesel tutumunu deklere etmeli ve hayvan hakları savunucularıyla da diyalog geliştirmeli ve emek alanını hayvan haklarına duyarlı kılmak için çaba sarf etmelidir.
Son otuz yılda dünyada tarihi bir iletişim devrimin yaşandığı ve iletişim olanaklarının tarihin hiç bir dönemiyle kıyaslanmayacak düzeyde arttığı gerçeği unutulmamalıdır. Konfederasyonumuzun kendini bilişim devriminin sonuçlarına göre yeniden düzenlemesi gerekmektedir. Devletlerin bile kayıtsız kalamayıp kendilerini uyarladıkları bu gerçeklik doğrultusunda, bir “e-sendika” yada “siber-sendika” anlayışına yakıcı ihtiyaç vardır. Gerek sendikal çalışmalarda yüksel verimliliği yakalama, gerekse de kitlelerle etkin hızlı ve doğrudan iletişim kurma noktasında bu anlayışların oturtulması aciliyet arz etmektedir.
Tabi ifade ettiğimiz çabalar salt internet platformuyla sınırlı kalmamalı, diğer kitle iletişim düzlemlerinde de kendi ifadesini bulmalıdır. Hemen her küçük toplumsal,siyasal grubun bir televizyona sahip olduğu ve burjuvazinin çeşitli TV kanalları ile halkın bilincini ağır bir şekilde bulandırdığı günümüzde, konfederasyonumuzun bir televizyon kanalına sahip olmamasının hiç bir izahı yoktur. Bu nedenle konfederasyonumuz bir “işçi tv(İ-TV)” yada “devrimci işçi televizyonu(DİTV)” projesini ivedilikle başlatmalı, bu proje sonuca kavuşana kadar da televizyon yayını internet üzerinden 'web tv' biçiminde başlatılmalıdır.
Burjuvazinin işçi sınıfını bölme politikası büyük ölçüde başarılı olmuş, örgütlü işçiler bile çeşitli ve birbirinden farklı örgütlere dağılmışlardır. Burjuvazi bu bölünmüşlük durumunu da kullanmakta ve işçi sınıfının bütünsel bir duruş ortaya koyma dinamiklerini ortadan kaldırmak için elinden geleni yapmaktadır. Bu nedenle diğer sınıf ve sınıf adına hareket etme iddiasındaki çevre ve örgütlerle diyalog çabası arttırılmalı ve yapılar arası bir “acil işçi hattı” oluşturulmalı; bu temelde sınıfa dair her türlü gelişme direk sınıf ve sınıf örgütleriyle paylaşılmalı, olası saldırılar ve hak gaspları için “birleşik, önleyici tepki cephesi” örgütlenmelidir. Bu çerçevede gelişecek çalışmalar gündelik hayatta ifadesini bulacak pratik adımlarıda içermelidir. Örneğin, tüm kamuya açık bir “alo sendika” yada “alo DİSK” telefon hattı oluşturulabilmelidir. Ve yine gerektiğinde globalleşen dünyamızda uluslararası dayanışmanın dinamikleri harekete geçirilmeli, evrensel emek dayanışmasının şekillenebilmesi için yukarıda ifade ettiğimiz sistemin bir uluslararası versiyonu oluşturulmalı, uluslararası emek örgütleri ile acil dayanışma için bir "enternasyonalist emek S.O.S" hattı da kurulabilmelidir.
İfade edilen tüm pratik adımları içeren acil işçi hattı, işçi haberleri ajansı ile eşgüdüm halinde çalışıp, daha seri davranabilecek, bu temelde konfederasyonumuzun etkili ve yerinde eylem çizgisi ile işçi sınıfının hak ve hukukunu koruyabilecektir. En basitinden, eğer bu oluşumlarımız ve perspektifimiz olsaydı Soma'daki sorun ve sıkıntılara daha önceden vakıf olabilecek, bu bilgileri işleyebilecek ve bu temelde katliama karşı koyabilecektik.
Burjuvazi bilgi üzerindeki tekelini kurumsallaştırmaya akademi ile başlamıştır. Öyle ki günümüzde hemen her burjuva partisi bir iç eğitim kurumuna sahiptir. Fakat işçilerin, dolayısıyla sınıfımızın bir akademisi yoktur. Bu olmadığı gibi sendikalarımızda daimi ve kurumsal eğitim anlayışı ve bu anlayış doğrultusunda faaliyetlerini kesintisiz yürüten bir özgün kurumsallaşmamız da bulunmamaktadır. Bu nedenle, hemen her alandaki çalışanlarımızda büyük bir nitelik eksikliği göze çarpmakta, bu olumsuz sonuçları ortadan kaldıracak özgün bir eğitim programına, bu temelde de tüm sınıfa açık bir “işçi akademisine” yada bir “devrimci işçi akademisine” gereksinim duyulmaktadır. Yetkin ve yeterli kadrolar, bilinçli bir sınıf çalışması ve duyarlı bir sınıf kitlesine giden yol, kuşkusuz ifade ettiğimiz doğrultuda yapılandırılacak işçi akademisinden geçmektedir.
Soma işçi katliamının verdiği oldukca önemli ve bir o kadar hayati derslerden bir tanesi de, sendikal alanda görülen yerel yapılara hakim olamama ve merkez dışındaki noktaları tam kontrol edememe durumudur. Öyle ki bir çok çalışma alanına dair basit bilgilere dahi sahip olamama durumu gelişmiştir. Hakeza bir çok şubeninde bağımsız davranış biçimine sahip olduğu da söylenebilir. Soma örneğinde karşımıza çıkan patron denetimine geçmiş şube pratikleri de bu sağlıksız zemin üzerinde yükselmiştir. En iyimser ifade ile söylersek, sendikalarda rapor-genelge sistemi oturtulamamıştır. Şubeler ile merkez arasında düzenli, sistemli, periyodik bilgi akışı yoktur. Bu sistem olmadığı için ciddi bir denetim mekanizması da oluşturulamamıştır. İkili ilişkilerin telefon tabanlı görüşmesi, bir işçi sendikasının işleyiş mekanizmasının ağırlıklı yönü olamaz, olmamalıdır. Bu nedenle, şubeler ve merkez arasında düzenli ve sistemli rapor-genelge sistemi oluşturulmalı, yeni denetim mekanizmaları yaratılmalıdır. Bu temelde şube-merkez, merkez-yerel uzaklığı giderilmeli, karşılıklı besleme yöntemiyle, “kaynaşmış sendikacılık” tarzı yakalanmalıdır.
Milyonlarca kayıt dışı işçinin bulunduğu ve yine milyonluk rakamlarla ifade edilen bir yedek işçi ordusunun olduğu ülke şartlarında, sendikaların amiyane tabirle “oturup üye beklemesi” doğru değildir. Üye işçilere ve dahası diğer sendikalar içerisinde bulunan işçilere dönük doğru sendikal bilinç yaratma çabalarına, tüm halka dönük sendikayı ve sendikal hakları öğretme seferberliği eklenmeli, ev ev gezmekten, yazılı ve görsel basına ilan vermeye, sosyal medya kulvarından, broşür dergi afiş çalışmalarına kadar hemen her yöntem denenmelidir. Halkımızın ağırlıklı çoğunluğunun sendika kavramı ile ancak basında yer alan eylemselliklerle tanıştığı unutulmamalı, ve bu tanışma alanlarına zengin ve kopartıcı yöntemlerle yenileri dahil edilmelidir.
Açıkça belirtmek gerekmektedir ki, sendikalarımız ziyadesiyle erkek odaklı alanlar haline gelmiş durumdadırlar. Bu durum, kadın sorunu ve sınıfı içerisindeki kadın varlığını dikkate almayan yanlış ve yanılgılı bir sendikal anlayışa sahip olmaktan kaynaklı gelişen bir sonuçtur. Öyle ki işçi sınıfının imgesel temsiliyetini “pos bıyıklı erkek işçi” de somutlamış durumdayız. Bu yanılgılı durum bir an önce terk edilerek, kadın işçiler arasında örgütlenme hamlesi başlatılmalı ve kadınların sendikal faaliyetlere yoğunlaşması için özgün ve özerk kadın sendika birimleri oluşturulmalıdır. Konfederasyonumuz ve bağlı sendikalarımızda da kadınların daha görünür hale gelebilmeleri için gerekli adımlar atılmalı, kadın kurtuluş mücadelesinin ortaya çıkardığı kurumlaşmalar sendikal alana uyarlanmalıdır. İşçi sendikalarının kadınlık bilincine sahip işçi kadınlar tarafından yönetilmesi önünde engel teşkil eden tüm erkek egemen alışkanlık, söylem ve yönetsel mekanizmalar ortadan kaldırılmalı, cinsiyet eşitliğine dayalı bir sendikal model yaratma yolunda pozitif ayrımcılığın uygulamalarından birisi olan kadın lehine bir kadın kotası uygulaması ve eş başkanlık kurumlaşması bir an önce oluşturulmalıdır. Bu yapılırsa, konfederasyonumuz “kadın kurtuluş mücadelesini içeren sendikal anlayış” ile öncü konumunu bir kez daha pekiştirecek ve sınıf mücadelesini cinsler arasında eşitlikçi kavrayışın egemen kılındığı sağlam zeminler üzerine oturtacaktır.
İşçi sınıfımızın dünya işçi sınıfının bir parçası olduğu, sendikal geleneğimizin bir kökünün de dünyanın dört bir yanındaki sendikal mücadele pratikleriyle oluştuğu ortadadır. Evrensel emek mücadelesinin yerel bir halkasıyız. Bu nedenle mücadelenin enternasyonal boyutu ihmal edilmemeli, uluslararası sendikal kuruluşlarla ilişkiler üst boyuta çıkartılmalı, karşılıklı yardımlaşmalar ve dayanışmalar süreklileştirmelidir. Hem uluslararası sınıf hareketinde yaşanan gelişmelerin ülkemizdeki işçi sınıfına aktarılması hem de ülkemizdeki mücadele gerçekliğinin uluslararasılaştırılması noktasında bu çaba oldukça önemlidir. İletişim olanaklarının büyük fırsatlar sunduğu günümüzde, “enternasyonal sendika anlayışı” çok rahat bir şekilde yaşamsallaştırılabilir. Salt kongre, konferans ve toplantı zemininde gelişen uluslararası ilişkiler, enternasyonal sendika anlayışı ile farklı bir boyut kazanacak ve sınıf mücadelemizi ilerletecek düzeye evrilecektir.
Bu öneriler kuşku yoktur ki, daha başka öneriler ile de tartışılıp zenginleştirilerek sınıf mücadelesinin önünün açılmasına yönelik algılanmalı ve herkesin karnından konuştuğu bir sendikal yaşantıya son verilmeli, ben en doğrusunu bilirimci yaklaşımlardan kendisine mesafe koyarak değerlendirilmeli ve varsa eksik ve yanlışlıkları rahatlıkla eleştirilebilmelidir.