Ahmet Saymadi yazdı: Kürt Özgürlük Hareketi’ne dönük, 24 Temmuz’da başlayan çöktürme operasyonu, şiddeti her geçen gün daha da yükselerek devam ediyor. Anlaşılıyor ki, KÖH ile devlet arasındaki savaşın henüz başındayız. Cizre’deki vahşet bodrumları ve TAK’ın üstlendiği Kızılay patlaması da savaşın daha da tırmanacağını ve yayılacağını gösteriyor.
Kürt Özgürlük Hareketi’ne (KÖH) dönük, 24 Temmuz’da başlayan diz çöktürme operasyonu, şiddeti her geçen gün daha da yükselerek devam ediyor. Artık çok daha net anlaşılıyor ki, KÖH ile devlet arasındaki savaşın henüz başındayız. Cizre’deki vahşet bodrumları ve TAK’ın üstlendiği Kızılay patlaması da savaşın daha da tırmanacağını ve yayılacağını gösteriyor.
Buraya nasıl geldik?
Devletin İmralı Adası’nda Abdullah Öcalan ile yaptığı görüşmeler bir sonuca ulaşınca, 2013 Diyarbakır Newroz’unda Kürt sorununun çözümü açısından müzakere sürecinin başladığı açıklandı. Devlet ve gerilla güçleri arasında çatışmasızlık sürecinin başladığı, gerillanın belli bir bölümünün sınır dışına çekildiği bu dönemde ülkede bir barış havası hakim oldu. Ancak ‘Müzakere mücadeledir’ düsturuyla her iki tarafta birbirleriyle, bir yandan müzakere ederken bir yandan da tahkimatını güçlendirdi. Devlet, geçmiş dönemde yapılan baskınlarda kayıp verdiği karakolları güçlendirip, kalekola çevirdi ve yenilerini inşa etti. Gerilla ise kentlerdeki örgütlülüğünü arttırdı.
Türkiye’de müzakere süreci yürütülürken, Rojava Kürtlerine Türkiye’nin desteklediği ve silah verdiği IŞİD çeteleri saldırmaya başladı. Bu saldırıların ana amacı, Türkiye’nin 911 kilometre sınıra sahip olduğu Suriye’de sınır hattı boyunca uzanan bir Kürt bölgesi kurulmasına engel olmaktı. Türkiye’nin Sünni Araplarla bağını kesecek olan ve Türkiye Kürtlerine örnek olabilecek böyle bir bölge, bir nevi ‘‘Kürt Seddi’’ Türkiye’nin, Suriye’de olmasını istediği son şeydi. Devlet, buna engel olmak için Rojava Kürtlerine karşı IŞİD ve cihatçılar eliyle büyük bir saldırı başlattı.
IŞİD’in Kobani’ye 13 Eylül 2014 tarihinde saldırı başlatmasının, Kobani’nin köylerini ve kentin bir bölümünü ele geçirmesinin ardından 30 Ekim 2014’te yapılan Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında çözüm sürecinin bitirilmesi ve Kürt hareketinin imha edilmesi kararı alındı. Bu kararla birlikte Türkiye’de yürütülen çözüm-müzakere süreci de sona erdi. MGK’da alınan kararı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da esas aldığı ve kararda devletin bütün kanatlarının uzlaştığı Kürt hareketi tarafından da duyuruldu. 11 saat süren MGK toplanışında her iki taraftan da kaç kişinin yaşamını yitireceği, kaç kişinin yerinden edileceği, kaç şehrin yıkılacağı gibi teknik konular da görüşüldü.
Ancak Türkiye ile ABD’nin çıkarları Suriye ve Rojava konusunda farklılaştı. 30 Ekim’de MGK’da alınan savaş kararına, IŞİD’in bütün saldırılarına rağmen; ABD hava desteği ile birlikte YPG, IŞİD’i Kobani’de yenilgiye uğrattı. Türkiye’de ise 6-8 Ekim Kobani Serhildanı gerçekleşti. 2015’e girilmesiyle birlikte Türkiye 7 Haziran genel seçimleri sath-ı mailine girdi. HDP’nin 7 Haziran seçimleri öncesinde AKP karşıtı medyada sıklıkla görünmesi, uluslararası basında sıkça yer bulmasının da sebebi; Rojava meselesinde ABD ve AKP arasındaki farklılıktı muhtemelen. Nihayetinde 7 Haziran seçimlerinde AKP iktidardan düşürüldü, HDP büyük bir başarı kazandı. Rojava’da ise YPG güçleri Tel Abyad’ı alarak, Cezire ve Kobani kantonlarını birleştirdi.
Buradan hareketle AKP hükümetinin iktidarının sonlanmasının Suriye’deki ve Rojava’daki gelişmelerle direkt ilişkili olduğunu, uluslararası güçlerle çıkarlarının farklılaşmasının bunu hızlandıracağını net bir şeklide söyleyebiliriz. AKP’nin Suriye’de ve Rojava’da çöken politikasının, tam manasıyla yenilgiye uğraması AKP’yi içeride de bitirecektir.
İçeride imha planı: sokağa çıkma yasakları
7 Haziran seçimlerinin ardından devlet 30 Ekim 2014’te aldığı savaş kararını içerde tam manasıyla yürürlüğe koyma kararı aldı. 24 Temmuz’da Kandil Dağı’na yapılan operasyonla Kürt hareketini imha süreci başlamış oldu. Bunu gerilla alanlarına yapılan operasyonlar, HDP’ye ve DBP’ye dönük tutuklamalar; genel merkezi dahil olmak üzere HDP’nin 300’e yakın bürosuna saldırılar; Adana ve Mersin bürolarına bırakılan bombalar; Diyarbakır, Suruç, Ankara patlamaları; başta özyönetim ilan edilen yerlerde olmak üzere belediye başkanları dahil tutuklamalar ve batı illerinde yaşayan Kürtlere dönük faşist saldırılar takip etti. Bütün bu olanlar aylarca sürecek olan Kürt hareketini imha etme operasyonunun ilk hamleleriydi. Ve bu hamlede Kürt hareketini yalnızlaştırmak için, Suruç patlamasıyla sosyalist harekete alandan çekilmeleri; Ankara patlamasıyla ise emek ve demokrasi güçlerine alandan çekilmeleri mesajı verildi.
HDP’nin 7 Haziran seçimlerinde kazandığı başarıyı boğma ve Kürt hareketini imha etme hamlesinin şiddeti karşısında demokratik siyaset yetersiz kalınca, AKP 1 Kasım seçimlerinde gücünü yeniden tahkim etti. Kürt hareketi ise demokratik özerkliğin inşası temelinde, 30’a yakın ilçede ‘‘devletin bütün idari mekanizmalarının reddedildiği’’ beyanıyla özerklik ilanını gerçekleştirdi. Demokratik özerkliğin 9 ilkesinden birisi olan özsavunma temelinde ise 10 ilçede direniş gerçekleşti. Cizre, Sur, Silopi, Bismil, İdil, Dargeçit, Nusaybin, Lice, Silvan, Derik’te hendekler kazılarak barikat kuruldu.
Devletin hendek kazılması, barikat kurulması ve şehirlerde YDG-H militanlarının silahlı bir direniş başlatmasına cevabı çok şiddetli oldu. Duran Kalkan Serxhebun’daki yazısında şiddetin boyutunu ifade etmek için, ‘‘hareketimizin bugüne kadar karşılaştığı en büyük saldırıdır’’ diye yazdı. Murat Karayılan, Özgür Halk’ın Ocak 2015 sayısındaki yazısında ise, ‘‘Devlet özyönetim ilan edilen ilçelere dönük uçak, hariç bütün askeri gücünü kullanmaktadır’’ diye yazdı.
Devletin hendek direnişi başlatılan ilçelerde sırasıyla; sivil memurları ilçeden çıkardığı; sokağa çıkma yasağı ilan ettiği; sokak çatışması başlattığı; sokak çatışmasına ara verdiği; halkı ilçeden çıkmaya zorlayarak ilçeleri boşalttığı ve tekrar sokağa çıkma yasağı ilan ettiği görülmektedir. Bu son aşamadan itibaren, devletin, ilçede hendek kazılan mahallelerin içerisinde kalan siviller ve çocuklar dahil olmak üzere herkesi örgüt üyesi olarak değerlendirdiği görülmektedir. Devlet hendek kazılan mahallelerde hendeklerin etrafını tanklarla kuşatmakta, çatışa çatışa-yıka yıka çemberi daraltmakta çemberin en iç çekirdeğinde kalan herkesi ise bombalama, binaları üzerlerine yıkma gibi yöntemlerle topluca katletmektedir. Cizre’deki bodrumlardan şimdiye kadar 158 cenaze çıktı. İlçedeki çatışmalarda ölenlerle birlikte, Cizre’de ölenlerin sayısının yüzleri bulduğu anlaşılmaktadır. Şimdi benzer bir çember daraltma ve imha süreci Sur için devam etmektedir.
AKP’ye yakın medyada, Cizre’de ve Sur’da uygulanan modelin; Silopi, Uludere, İdil, Nusaybin, Kızıltepe, Silvan, Hazro, Lice, Çukurca, Şemdinli, Yüksekova, Beytüşşebap, Akçakale, Ceylanpınar, Doğubayazıt, Eruh, Pervari, Güroymak ve Varto ilçelerinde de uygulanacağı yazılmaktadır. Bunun adı Kürt hareketinin güçlü olduğu ilçelerin yıkılması ve ‘İç savaş mimarisine’ göre yeniden inşa edilmesidir. Erol Aral, Evrensel gazetesinde yazdığı yazısında benzer bir vurgu yaparak şöyle demektedir: ‘‘Başbakanın geçen gün bi mülakatına rastladım. Ne yapacaklarını izah ederken, mealen, diyordu ki, ‘Mesela Sur’da sokaklar o kadar dar ki, operasyona giden iki asker, polis yan yana yürümekte bile zorlanıyor…’ Başbakan’ın dertlenmesi, Engels’i hatırlattı… Engels, Marks’ın ‘Fransa’da Sınıf Savaşımları 1848-1858’ kitabının yeni basımına, o pek meşhur ‘Giriş’ini yazar… Barikat savaşlarını, sokak çarpışmalarını… Zafer ve yenilginin sebep ve şartlarını irdeler… Avrupa’yı saran o büyük dalganın ardından burjuvazinin çıkardığı derslere ve nihayetinde aldığı önlemlere değinirken, Engels şöyle der, ‘1848’den bu yana büyük kentlerde kurulan mahallelerin caddeleri uzun, dümdüz ve geniş, ve yeni topların ve yeni tüfeklerin etkinliklerine uyarlanmışa benzer.’ (Sol Y, s. 26)’’ O kentler yıkılıp, bir daha hendek kazılamayacak ve barikat kurulamayacak şekilde yeniden inşa edilmeye çalışılmaktadır.
Bugün uygulanan tam manasıyla bir imha hareketidir. Kürt hareketini tasfiye etme girişimidir. Ölen insanların otopsi yapılmadan gömülmesi, ileride bu katliamları yapan asker ve polislerin yargılanmayacağı anlamına gelmektedir. Yargılanmama güvencesi, katliamları gerçekleştirenlere daha da pervasızca hareket etme ve vahşet uygulama imkanı sağlamaktadır. Devletin Cizre ve Sur’dan sonra hendek kazılan diğer ilçelerde de benzeri uygulamalara girişecek olması mevcut savaş halinin aylarca süreceğini göstermektedir. Muhtemelen Kürt hareketinin en güçlü olduğu ilçeler boşaltılacak, batıya doğru sürülmeleriyle asimilasyon dalgası büyüyecek, 2-3 milyon insan yerinden edilecek, hendek kazılan ilçelerde direnen binlerce insan katledilecek.
Kürt hareketi Cizre’de ve Sur’da iki ayı aşkın süre gerçekleşen direnişin, gerilemesinin ve katliamların gerçekleşmesinin sebebini; örgüt kadrolarının çözüm sürecindeki davranış ve örgütlenme biçiminden savaş sürecinin davranış-örgütlenme düzeyine geçişte eksiklik içerisinde olmasına; halkı buna hazırlamamalarına; direnişe halkın tam anlamıyla ve kitlesel olarak sahip çıkmamasına ve son olarak metropollerde yaşayan Kürtlerin duruma sessiz kalmasına bağlamaktadır. Bahsedilen durumların diğer ilçelerde de gerçekleşmesi halinde, sonucun Cizre ve Sur gibi olması kaçınılmaz gibi görünmektedir. Kürt hareketi her ne kadar bahar aylarında gerillanın devreye gireceğini belirtse de, devletin başlattığı topyekûn saldırı karşısında sadece askeri yöntemlerle başarı sağlanamayacağı ifade etiiği için, baharda da sadece askeri düzeydeki bir direniş tam manasıyla sonuç vermeyebilir. Buradan hareketle, bugün Kürt hareketine dayatılan Srilanka modelidir diyebiliriz.
Devlet askeri olarak bu düzeyde saldırırken diğer yandan demokratik siyaseti de tasfiye etme girişiminde bulunmaktadır. Hendek kazılan ilçelerde kalekollar yapmak için kamulaştırma kararı çıkarılmakta; HDP’nin meclise verdiği araştırma önerileri reddedilmekte; HDP’li vekillere vekil değillermiş gibi davranılmakta ve hatta neredeyse, ‘‘Maaş aldığınıza dua edin’’ düzeyinde yaklaşılmaktadır. KESK üyesi memurların işten atılması için genelge çıkarılmakta; belediyelere el konulmasına hazırlanılmaktadır. Diğer taraftan Kürt halkı içerisinde merkez sağda yer alacak, muhafazakar bir partinin kuruluşu için zemin yoklanmaktadır. Altan Tan’ın, ‘‘Partinin tabanı muhafazakar ama yöneticileri solcu’’ açıklaması boşa değildir.
Şeyh Saitlerden, Seyit Rızalardan bugüne
Ancak unutulmamalıdır; bugün demokratik alanda siyaset yapan HDP’nin ve DBP’nin tasfiyesi, PKK’nin ve KCK’nin imha edilmesi Kürt sorununu çözmez. Sorun bir parti ya da hareket ya da kişiler sorunu değildir. Şeyh Sait İsyanı, Dersim İsyanı kırılmış olsa da sorun baki kalmıştır ve Şeyh Saitlerin, Seyit Rızaların bayrağını sonraki kuşaklar devralmıştır. Şeyh Sait’in idam edildiği meydanın adı artık Şeyh Sait Meydanı’dır. Dersim isyanın önderi Seyit Rıza’nın Dersim’e heykeli dikilmiştir. Cizre Halk Meclisi Eşbaşkanı Mehmet Tunç, Cizre’deki vahşet bodrumlarında katledilmişti. Son sözleri, ‘‘Cizre'de 100 kişinin katledilmesiyle bu hareketin bitmeyeceğini hepimiz biliyoruz. Herkesin moralini iyi tutması lazım. Biz AKP faşizmine Cizre halkı olarak diz çökmeyeceğiz.’’ olan Mehmet Tunç’un da heykeli, bir gün Cizre’ye dikilecektir.
Ayrıca 1925 Şeyh Sait İsyanı ve 1938 Dersim İsyanı’nda devletin verdiği askeri kayıp, bütün ‘Kurtuluş savaşından’ fazladır. Sorunu müzakere yoluyla çözmek varken, savaşmanın, sorunun çözümünü ertelemekten ve insanların yaşamını yitirmesinden başka bir anlamı yoktur.