KORKUT AKIN yazdı: “Ülkenin dört bir köşesinden onlarca karakterin anlatıldığı öykülerde aşk da var ayrılık da, hüzün de var mutluluk da, zorluklar da var göğüslenmesi gereken, ama umutsuzluk yok, kabullenmek yok, boyun eğmek yok.”
KORKUT AKIN
Öyküler, düş dünyamız… bizi bulunduğumuz yerden alıp başka dünyalara taşıyan, başka insanları tanımamızı sağlayan duygu yoğunluğu…
Yazan için de bir düş dünyası, bir duygu yoğunluğu… Hele de Selahattin Demirtaş gibi haksız, hukuksuz, sebepsiz dört duvar arasına tıkılmışsa…
Selahattin Demirtaş’ın yeni öyküleri Devran’ı, bu duygularla okuyor insanlar, tıpkı daha önceki “Seher” gibi. Yazar ile kendini özdeşleştiren okur, bir başka tat, bir başka duygu, bir başka heyecan, hatta umut buluyor. Onun için de peynir ekmek yer gibi, su içer gibi okuyor…
Yan öykücükler…
Yan öykücükler çok değildir hikâyelerde… O nedenle de her imge, hatta virgül bile okurun düş dünyasının kapısını aralamak için bir ipucudur. Yazarın bir cümleyle aktardığı, okurun kafasında sayfalar oluşturur. O küçük bir cümle, hatta sözcük araladığı kapıyla okuru daha derinlere çeker. Bununla birlikte, yukarıda değindiğim düş-ler başlar serpilip gelişmeye. Doğrusu da budur.
Selahattin Demirtaş siyasetçi, aslına bakarsanız lider oluşuyla bir bakışta ayrıntılı görmeyi, ince ayrımları bile atlamamayı, dahası hatırlamayı bilen biri. O yeteneğini yazarken de kullanıyor. Belki birçok yazarın hiç görmediği/değinmediği hususlara değiniyor, başarıyla. Sonrası zaten okurun imgeleminde…
Önemli ayrım…
Bugüne dek, özellikle Köy Enstitülü yazarların etkisiyle (Yaşar Kemal’de de var yer yer, Orhan Kemal’de de) devletten umar beklemek vardı edebiyatımızda. Öğretmen, jandarma, olmazsa kaymakam, hatta savcı, hâkim haklıdan, halktan yana davranırdı. Bunu işlerdi romanlar, hatırlarsınız… Sorunu devletin o duyarlı, ileri görüşlü yetkilileri çözerdi.
Selahattin Demirtaş, artık böyle olmadığını yazıyor öykülerinde…
“Direnmek güzeldir çocuklar, bu da bir fizik kanunudur” diyemeyen öğretmenin hüznünü aktarıyor. O acıyı duyuyorsunuz içinizde. Çünkü Demirtaş, tıpkı konuşmaları gibi yalın, içten ve doğrucu. Mahkemede, hâkimin tutumunun ne denli tarafgir olduğunu söylüyor bir diğer öyküsünde. Bütün umutlarını kaymakama bağlayan köylünün, onun daha ayağının tozuyla, selamsız sabahsız taş ocağı sahibinin yanında durmasıyla nasıl bir yıkım yaşadığını anlatıyor.
Çok yönlü ve çok uçlu…
Mesaj vermediğini söylemek zor yazarın, ama doğrudan da gözümüze sokmadığını belirtmeliyim. Asıl mesajı okur kendisi bulup süzüyor ve kabul ediyor, eğer isterse. O açıdan önü açık. Okur, kendince sürdürebilir öyküyü… Çok da iyi eder aslına bakarsanız, kendine yönlendirir de anlamlandırırsa işte o zaman Demirtaş’ın öyküleri hedefini bulur.
Ülkenin dört bir köşesinden onlarca karakterin anlatıldığı öykülerde aşk da var ayrılık da, hüzün de var mutluluk da, zorluklar da var göğüslenmesi gereken, ama umutsuzluk yok, kabullenmek yok, boyun eğmek yok.
“Ölmek en kolayı aslında, kendimi ömür boyu yaşamaya mahkûm ediyorum” (s.90) cümlesi, her imkânsızın bir mümkünü olabileceğinin özeti. Kuşkusuz bir mesaj da tek başına, hedefi belli. Duyarlılığın edebiyata yansıması…
Kim bilir, belki bugünlerde yazdığı öykülerde hücresinden izleyebildiği yerel seçimlerde yaşanan haksız ve hadsiz yaklaşımları… seçim sonrası olanları, hatta şiddete varan olaylarla birlikte en çok da itiraz etmesi gerekenlerin büyük bir yüzsüzlükle gizlemeye bile gerek görmeden savunmasını yazar…
Derman, Seyahattin Demirtaş, Öykü, İletişim Yayınları, Nisan 2019, 138 s.