HDP’li Demirtaş’ın kendisine gönderdiği son kitabını paylaşmasından dolayı tepki çeken Zülfü Livaneli, “Selahattin Demirtaş’ı, Ekrem İmamoğlu’nu çeşitli isimleri hedeflerine koymuşlar, bunları yok etmek istiyorlar” dedi.
Sanatçı Zülfü Livaneli, Twitter hesabından yaptığı paylaşımda Halkların Demokratik Partisi(HDP) eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş‘ın kendisine gönderdiği son kitabını paylaşmasının ardından gelen tepkilere ilişkin olarak, “Demirtaş elbette edebiyatımızın usta isimlerinden. Şimdi buna çok büyük tepki gösterdiler. Demek ki Selahattin Demirtaş’ın öneminin farkındalar. Yani şu anda Selahattin Demirtaş’ı, Ekrem İmamoğlu’nu çeşitli isimleri hedeflerine koymuşlar. Bunları yok etmek istiyorlar” ifadelerini kullandı.
Artı Gerçek’ten Alin Ozinian’a konuşan Livaneli şu ifadeleri kullandı:
Siz sosyal medyayı oldukça iyi kullanan bir sanatçısınız. Yanlış hatırlamıyorsam Sayın Demirtaş’ın size gönderdiği son kitabını paylaşmıştınız; yine “vatan haini” oldunuz o paylaşım yüzünden.
Ben tabii ki öyle, şimdi bakın. Selahattin Demirtaş benim çok sevdiğim saydığım bir dostum. İlk kitabına da Seher’e benim bir yazı yazmamı istemişti. Kitabın arka kapağı için yazı yazmıştım. O zaman o kadar büyük tepki olmamıştı. Şimdi bana kitap göndermek nezaketinde bulunmuş. Bende o nezakete kitabın ithaf sayfasıyla teşekkür ettim. Şimdi bu daha da masum bir şey. Orada da siyasiden çok yazar olarak, yazar kimliğini öne çıkartmak istedim. Demirtaş elbette edebiyatımızın usta isimlerinden. Şimdi buna çok büyük tepki gösterdiler. Demek ki Selahattin Demirtaş’ın öneminin farkındalar. Yani şu anda Selahattin Demirtaş’ı, Ekrem İmamoğlu’nu çeşitli isimleri hedeflerine koymuşlar. Bunları yok etmek istiyorlar.
Bu son olanlarda da biliyorsunuz Ekrem İmamoğlu için soruşturma açıldı. Efendim alıyormuş işte PKK’lıları. Şimdi sonuçta çok büyük bir tepki geldi ama ben her zaman bu tepkiyi aldım. Mesela 1996’dan beri UNESCO iyi niyet elçisiyim. Paris’e tayin etmişti beni. Paris’e çok da büyük aktivitelerimiz oldu. Sonra Sur yıkılırken, bombalanırken, İstanbul’da İnsanlık Zirvesi’ni topladılar. Mani olmaya çalıştım UNESCO’ya, olamadım. Onun üzerine dünya basınına bir mektup göndererek bunu kınayarak istifa ettim. O zaman da çok “vatan haini” oldum tabii.
Daha önce Yaşar Kemal ile çeşitli arkadaşlarla basın toplantıları, barış bildirileri yapardık. Bazı tutuklular için devreye girerdik. O zaman da vatan haini olduk. Ölüm oruçlarında da vatan haini olduk. Zaten bütün askeri dönemlerde vatan hainiydik. Albümlerimiz falan yasaklıydı Nazım dediğimiz için. Ben başka bir dönem görmedim ki zaten hayatımda. Meşhur birisi olamadım ben. 76 yaşındayım hala muhalif ve alternatif, hala alternatif, ana akım değil. Ama ben bundan gurur duyuyorum. Yaşar Kemal derdi ki birisi bir şey dediği zaman; “Yahu bir gayrı meşruluğumuz var. Onu da elimizden alma Allah aşkına” derdi.
Peki Zülfü Bey, sanatçılar, yazarlar, gazeteciler hep bu hain olma riskini taşıyarak mı üretmek zorunda? Bu bir bedel mi? Bunu göze alarak mı düşüncelerimizin arkasından gideceğiz? Ve bu pahalı bir bedel değil mi insan ömrü için? Bakın sizin yıllarca memleketinden ayrı yaşamak zorunda kaldınız, ceza evleri.. yani siyasi duruş ve adanmışlığın yanında insan hayatı da kıymetli bir şey , senelerimiz de kıymetli. Bunu göze almak zorunda mıyız? Genç nesle nasıl bir öğüt veriyorsunuz?
Zülfü Livaneli: Özellikle bizim kuşak farklıydı tabii. Bizim kuşakta ideolojik tutum öndeydi. Kendi hayatında da tutarlı namuslu yaşamak, yaşamıyla da bunu göstermek önemliydi. O yüzden de bizim bütün o kuşak, – 68 kuşağı dendi sonradan-, tabii biz kendimize öyle demiyorduk ama Deniz Gezmiş arkadaşlarımız, Sinan Cemgil arkadaşlarımız, Mahir Çayan arkadaşımız, şimdi bunlar zaten katledildi. Biz siyasetin içinden geliyoruz. Yani böyle müzik ile salt müzik ile uğraşan, profesyonel müzik yapan insanlar değiliz. Ben zaten müziği de ilk albümüm 12 Mart’taki kurbanlar ile ilgili ağıtlardır.
Ben müzisyenlik için değil, bir albüm çıkaracağım, bunları söyleyeceğim diye başladım bu işe. Cuntaya karşı direniş sesi olacak ama başka da bir şey yapmayacağım, yazılarıma devam edeceğim diye düşünüyordum. Ama sonra o albüm büyük kitlelere yayıldı. Yayılmış. Ben İsveç’teyim, takip edemiyorum o zaman. Kuyunun dibinde kalmış taş gibi irtibat yok tabii. Bir gün kardeşim geldi Orta Doğu’da okuyan Ferhat. “Ağabey” dedi, “Senin şarkıların ile yürüyor gençler 10 bin kişi, 20 bin kişi” falan. İnanamadım. Hayatımın en büyük sürprizi. Daha sonra yeni şarkılar yapa yapa devam etti ancak şimdi romanlarımı yazmaya ancak fırsat bulabildim. Ama dediğim gibi biz zaten angaje sanatçıyız. Yani tabii sanatta bir kaliteye ulaşmaya çalıştık müziğimizde ve edebiyatımızda. Bir mesaj sanatçısı değiliz sadece ama bizim hayatımız, benim ailemin de hayatı, eşimin, kızımın böyle. Yaşar Kemal, Ahmet Arif ile … Yılmaz Güney ile onun film müziklerini yaptım; Sürü, Yol, Ahmet Kaya ile… Çevremiz ve hayatımız bu idi. Bizim görevimiz farklıydı.
Yiğidim Aslanım, Ey Özgürlük, Bu Benimki Sevda Değil, Eğil Salkım Söğüt Eğil, Karlı Kayın Ormanı, Sevdalı Başım, Güneş Topla, Leylim Ley, Belalım.. Şimdi bu şarkıları sadece sizi anlayan, ideolojik olarak sizinle benzer yerlerde duran insanlar değil, karşı cephedeki insanlar da söyledi yıllarca. Ahmet Kaya’nın da şarkıları da öyledir mesela. Biliyorsunuz sağcılar, MHP’liler de Ahmet Kaya dinlerler. Yani artık gizli gizli mi dinlerler, utanarak mı dinlerler bilmiyorum… Bunu neye bağlıyorsunuz. Yani neyin gücü bu? Duygunun gücü mü? Yoksa insanlar ideolojik olarak ayrışsalar da bir yerde kabullenmek istemesek de önemli bir ortaklığı da mı paylaşıyor?
Zülfü Livaneli: Dediğiniz çok doğru. Bizim müziğimizde bir kere Anadolu kökü var. Bir kere insanlar temel sesi hisseder. Anlamasa da hisseder. Mesele biz onu biliriz. Şey deriz ona muhayyer kürdi dediğimiz bir makam vardır. Bunun da eskisi Frigya’dır; Frigya gamını almış muhayyer kürdi yapmışlar bizim dönemimizde, Osmanlı döneminde. Kürdidir. Biz o Kürdi makamını almışız şarkılar yapmışız. Onno Tunç ile de konuşurduk. Eğer belli bir ritim, muhayyer kürdi makamında beste yaparsan mutlaka bu tutar. Halkımız çok sever. Benim Leylim Ley, Güneç Topla Benim İçin, çok şarkım bu şeydedir, muhayyer kürdi makamındadır. Şimdi oralardan geldiği zaman halk diyor ki bu benden işte, bu benim diyor, hissediyor. Şimdi o ideolojik bariyerleri de aşıyorsun.
Bazen itiraflar okuyorum ya biz Leylim Ley çıktığı zaman ülkücü kamplarda falan dinliyorduk Leylim Ley diyor bayılıyorduk diyor. Sonra dedik ya bunun sözü Sabahattin Ali, solcu. Müziği de Zülfü Livaneli. Vay be nasıl. Şimdi bakın sanat, geçenlerde de söyledim de kızdılar. Sanat aslında dünyada solun işidir. Hadi daha genişleteyim. Muhalefetin işidir. Rejim ile bütünleşenden sanatçı olmaz. Sovyetler Birliği’nde de olmazdı. Hiçbir yerde olmaz. Rejimin propagandisti olursun sen muhalifsen. Halkla berabersen, halkın köklerinden geliyorsan, şiirin Ahmet Arif gibi halk volkanından fışkırıyorsa, müziğin oradan fışkırıyorsa, ah bu benim diye barına basıyor insanlar onu. Onun için sanat muhaliftir. Çünkü vicdan işidir. Siz onu hissetmediğiniz zaman nasıl yazacaksınız. Yani Cemile’nin öldürülüşü, onu hissetmedin. Nasıl? Mesela Uğur Kaymaz’a ben şarkı yaptım. Onu hissetmezsen, içinde duymazsan nasıl olacak. Ama sadece bunlara değil. İnsan ve sanatçı olarak mesela o Eren, çocuk, Aybüke öğretmen, canım yandı. Onlara da böyle ağıtlar yakıyorum. Bu zannediyorlar ki o çocuklar ölürse iyi o çocuklar ölürse hayır. Sanatçı öyle düşünebilir mi?