20. yüzyıl kapanırken “Komünizm yıkıldı”, dünyaya barış, demokrasi geliyor diyenler bugünlerde bir “büyük savaşın” kaçınılmaz olduğuna inanıyorlar (Wall Street Journal, 16/09/24; Ulusal Savunma Stratejisi Komisyonu– 07/2020). O zaman, “ABD ile aynı takımda olmak için” “Washington Mutabakatını” kabul etmek gerekiyordu. “Bugün, ABD ile aynı takımda olmak, yüksek teknoloji sektörlerine yönelik hedeflenmiş korumacılık ve agresif sübvansiyonlar anlamına geliyor” (WSJ, 15/09/24)
“Washington Mutabakatı”, ABD Hazine Bakanlığı, IMF ve Dünya Bankası’nın (sonra Dünya Ticaret Örgütü) dayattığı, serbest ticaret, deregülasyon, kısaca neoliberal ekonomi yönetimiydi; “WM”, ekonomik sorunların devletlerin piyasa müdahalelerini en aza indirerek, mal ve sermaye piyasalarını serbestleştirerek aşılacağını söylüyordu. Bu dönem, sermayenin (daha çok merkez ülkelerden egemen sermayenin) ülke sınırlarına takılmadan serbestçe dolaşabildiği bir küreselleşmenin yükselişine tanıklık etti.
Bugün farklı bir noktadayız. Serbest ticaret, neoliberal ekonomi yönetimi artık ABD ekonomi politikasının temel direkleri değil. ABD yönetimi bugün, piyasalara güvenmek yerine, stratejik açıdan önemli, yarı iletkenler, yeşil teknoloji ve yapay zekâ gibi alanlarda devlet müdahalesini artırmayı amaçlıyor. ABD’nin “sanayi politikalarına” yönelmesi, neoliberalizmin tükendiğine, küresel rekabetin -özellikle Çin gibi yükselen güçler karşısında- farklı bir yaklaşımı gerektirdiğine ilişkin bir anlayışı yansıtıyor.
Çin’in “elektrikli taşıt araçları, güneş panelleri ve diğer ileri teknolojilerle küresel piyasaları doldurması”, Batılı rakipler için karşılanması zor bir maliyet baskısı yaratıyor. Bu maliyet baskısına ABD, Biden döneminde gerçekleşen “Chips and Science Act” ve “Inflation Reduction Act” gibi yerli endüstrileri geliştirmeyi, kritik tedarik zincirlerine olan dış bağımlılığı azaltmayı amaçlayan yasalarla cevap veriyor. Bu yasalar, ABD içindeki üretimi ve inovasyonu teşvik etmeye, devletin doğrudan yüksek teknoloji sektörlerine yatırım yapmasına, piyasaları korumak için korumacılık uygulamasına olanak veriyor.
Devlet kapitalizmi…
Çin’in, “devlet güdümünde kapitalizm” modeli, Çin sermayesinin, stratejik endüstrilerde küresel pazarlarda baskın olmasını kolaylaştırırken serbest piyasa politikalarına bağlı kalan Batı ekonomileri bu değişime ayak uyduramadılar. Çin’in, ABD merkezli Batı’nın küresel ekonomik siyasi üstünlüğünü tehdit ederek yükselmesi, ekonomik politikaların yeniden gözden geçirilmesini zorunlu kıldı.
Şimdi Avrupa’nın da Mario Draghi gibi isimlerin önderliğinde “ABD modelini” benimsemeye çalıştığı görülüyor. Avrupa’nın teknolojik olarak geri kaldığını düşünen bir eğilim, teknoloji sektörlerinde inovasyon ve büyümenin sağlanabilmesi için devlet desteğinin gerekli olduğunu savunuyor; ABD ve Çin’e ayak uydurmak amacıyla devlet merkezli bir endüstriyel politika öneriyor.
Bu yeni yönelimler, karşılıklı korumacılık uygulamalarını tırmandırarak küresel ticaret ağlarını seyreltme, küresel ekonomik parçalanmayı ve silahlanma yarışını hızlandırma gibi yeni riskleri de getiriyorlar. Bu süre içinde, ABD ve Çin kendi ekonomik ve teknolojik bloklarını inşa ettikçe, diğer ülkeler de iki taraftan birini seçmeye zorlanıyorlar (Financial Times, 19/09/24). Dünya pazarında rekabet sertleşiyor, küresel ekonomik işbirliği zayıflıyor.
Özetle, ABD yönetimi neoliberalizmin tükendiğine, daha rekabetçi ve parçalanmış bir küresel ortamda ekonomik geleceğini güvenceye almak, küresel güç dengesini korumak için teknolojik hâkimiyetin belirleyici olacağına inanıyor; yüksek teknoloji sektörlerini destekleyerek rekabet gücünü, en azından korumayı hedefliyor. Bu bağlamda, Batı ittifakı içinde “ABD ile aynı takımda olmak” daha stratejik, müdahaleci devlet politikalarını, ABD modelini benimsemeyi gerektiriyor.
Bu madalyonun öbür yüzünde, yükselen milliyetçilik, dinci, ırkçı fanteziler, Mussolini özentisi liderler, aniden patlak veren jeopolitik krizler, karmaşıklaşan ittifaklar var. Tarih bize tüm bunların insanlığı savaşa götürdüğünü gösteriyor. “Büyük güçler”, yine gözleri kapalı, yeni bir “büyük savaşa” doğru yürüyorlar.