15 Temmuz darbe girişimini kolaylaştıran, tetikleyen ya da harekete geçiren şey, adına ne denilirse denilsin, Türkiye’de demokrasinin, demokratik siyasetin giderek ortadan kaldırılması ve toplumsal barışın yok edilmesidir.
15 Temmuz darbe girişimini kolaylaştıran, tetikleyen ya da harekete geçiren şey, adına ne denilirse denilsin, Türkiye’de demokrasinin, demokratik siyasetin giderek ortadan kaldırılması ve toplumsal barışın yok edilmesidir. Savaşçı ve ötekileştirici, düşmanlaştırıcı söylem ve politikalar kendi iç kavgaları üzerinden bazı askeri kliklerin-grupların darbe girişiminde bulunmasını kolaylaştırdı.
15 Temmuz akşamı İstanbul ve Ankara’daki askeri hareketlilikle ilgili ilk bilgiler paylaşıldığında aklıma ilk gelen şey, ‘Nice Katliamı’nın da etkisiyle olsa gerek, IŞİD kaynaklı bir terör eyleminin önlenmesi için bazı noktaların askerlerce tutulmasıydı. Zira 12 Eylül 1980 askeri darbesini yaşamış biri olarak, darbelerin gaflet uykusunda, yani sabaha karşı yapıldığını (akşam mesai saati bitiminde ve sadece iki kentle sınırlı olmak üzere yapılmayacağını) biliyordum.
Ancak gece yarısına doğru Ankara’da hemen dibimizde gerçekleşen çatışmalar, silah sesleri, Skorski helikopterleri ve savaş uçaklarının uçuşları ve sabaha doğru Meclis’in üzerinde patlayan bombalar ve tabi ki yapılan resmi ve gayri resmi açıklamalar bunun bir askeri darbe girişimi olduğunu ortaya koydu.
12 Eylül 1980 sabahından itibaren sokağa çıkma yasağı, bütün sokakların askerlerle, tanklarla çevrili olması ve kısa süre içinde belli mahallelerin kuşatılarak evlerin basılması ve insanların apar topar gözaltına alınması ne kadar korkutucu idiyse, 15-16 Temmuz’da savaş uçaklarının saatler süren alçak uçuşları ve attığı bombalar ve tanklardan açılan ateş de o kadar korkutucuydu.
Bir kez daha, Cizre’de, Şırnak’ta, Nusaybin’de, Sur’da ya da Suriye’de evlerinde, sığınaklarında mahsur kalmış olan insanların, çocukların ve kadınların neler hissettiğini içselleştirerek yaşadım ve kendimle yüzleşmek ihtiyacı hissettim.
Darbecilerin Meclis’i bombalamaları, masum sivilleri dağıtmak gerekçesiyle de olsa kurşunlamaları bende ne hissettirse, teslim olmuş rütbesiz askerlerin dövülmeleri, birinin boğazının kesilmesi, köprüden atılmaya çalışmaları da aynı duyguyu uyandırdı ve her ikisinden de nefret ettim ve insanlarımızın, çocuklarımızın geleceği ile ilgili bir kez daha endişelendim.
Hele sonrasında bir askerin boğazının kesilmesini, “halkına kurşun sıkana bu layıktır” biçiminde haklı çıkartmaya çalışan bazı paylaşımları görünce, bu tehlikeli olduğu kadar ikiyüzlü de olan bu yaklaşım canımı iyice sıktı.
Çünkü asker ülkenin Doğusu ve Güneydoğusunda “düşman-terörist” olarak kodladığı sivil insanları öldürdüğünde “kahraman-öldürüldüğünde şehit”, ama Batısında öldürdüğünde “vatan haini-öldüğünde pislik” olarak nitelendirilebiliyordu. Askerin ya da polisin halka karşı silah kullanmaması gerektiğinin ülkenin bütünü için geçerli olması gerektiği unutuluyordu.
Darbe girişimine karşı, halkın camilerden her yarım saatte bir verilen salaların ardından yapılması, bu mekânların nasıl işlevsel olarak politikleştirildiğini ortaya koydu. Camilerden yapılan duyuruların giderek artan ve otoriterleşen bir ses tonu ile yapılması da başka bir rahatsız edici durumdu. Duyurularda “Sayın Cumhurbaşkanımızın ve Diyanet İşleri Başkanımızın talimatlarıyla demokrasinin savunulması için sokaklara çıkılması ve meydanların terk edilmemesi” isteniyordu.
Sokaklara çıkan “demokrasinin yanında”, çıkmayan ise “darbecilerin yanında” olarak kodlanacaktı. Demokrasiyi ortadan kaldırmak isteyenlerin kimlikleri ve görünümleri açıktı, hepsi askeri üniformalıydılar ve darbeciydiler. Tuhaf olan demokrasiyi koruyacak olanlardı. Artık son dönem iyice iktidar partisinin bir gücü haline dönüşmüş olan polis teşkilatı ve bu teşkilatın ve iktidar partisinin çağrısıyla sokaklara çıktıklarını söyleyen mafyatik paramiliter gruplar. Ellerinde bıçaklar, palalar ve silahlar olan, cüppeli, sarıklı, sakallı insanlar…
Korumaya çalıştığımız demokrasi “ne kadar demokrasi idi”, bunu tartışmaya gerek yok, ama demokrasiyi koruyanlar tarihte görüldüğü gibi, genel greve çıkan işçi sınıfı, emekçiler, sol güçler değil, ağırlıklı olarak bu mafyatik paramiliter gruplar ve bir kısım iktidar partisi seçmenleriydi.
Gezi isyanı sonrasında oluşturulduğu anlaşılan bu grupların geldiği nokta asıl bundan sonrası için ciddi bir endişe kaynağı oluşturmalı. Devletin başı her sıkıştığında polisiyle birlikte hareket eden ve artık hiçbir hareketlerinden sorumlu tutulmayacakları anlaşılan böyle paramiliter örgütlenmelerin demokrasiyi inşa etmek ya da korumak için değil, açık bir diktatörlüğe geçiş için önemli bir araç olarak kullanılacak olması endişe verici olmalı.
Medyanın başından bu yana darbecilerin karşısında tutum aldığı açıklamaları ise abartılıydı. Birçoğunda kafa karışıklığı olduğu kadar, hesap yapma duygusu da vardı. Girişim başarıya ulaşsaydı (iyi ki ulaşamadı) medya başta olmak üzere “darbe karşıtı açıklamalar yapanların önemli bir kısmı darbecilerin ardında hizaya geçerler miydi” sorusunu yabana atmamak lazım. Zira 12 Eylül sonrasında başta Hürriyet, Aydınlık Gazetesi gibi gazetelerin ve Türk-İş olmak üzere bazı sendikaların nasıl darbeci ordumuza şükranlarını sundukları unutulmadı.
Ahmet Şık’ın yazdığı yazı (http://www.cumhuriyet.com.tr/…/Ahmet_Sik_darbenin_perde_ark…), darbecilerin neden acele ettiklerini açıklar nitelikte. Bu yazı aynı zamanda darbenin nedenleri konusunda da bazı ipuçları veriyor: Kökleri Cemaat-AKP çatışmasına kadar giden bir çelişkinin artık sürdürülemez bir noktaya gelmesi, ordu içindeki bir kliğin, Cemaatin etkilediği askerlerin ve onların yanında yer alan bazı rütbeli subayların yaşadığı gelecek korkusu, tutuklanma endişesi vb onları üstlerine karşı bir darbe girişiminde bulunmaya ve iktidarı ele geçirme girişimine itmişti.
Diğer taraftan, tarihte askeri darbeler, artık demokratik yollarla aşılması mümkün olmayan iktisadi ve siyasi krizlerin aşılmasında büyük sermaye (ve emperyalist örgütlenmeler) tarafından gündeme getiriliyordu. Yani askerler canları sıkıldığı için darbe yapmıyorlardı. Yaptıkları darbelerin ve kurdukları askeri diktatörlüklerin iktisadi, sosyal ve sınıfsal bağlantıları vardı. Bunun en güzel örneğini, 1970’lerin kriziyle derinleşen iktisadi kriz ve yükselen işçi sınıfı mücadelesini ve artık yönetilemez duruma gelmiş olan politik krizi aşmak için Türkiye’de yapılmış olan 12 Eylül 1980 askeri darbesi oluşturur.
15 Temmuz darbe girişimini kolaylaştıran, tetikleyen ya da harekete geçiren şey, adına ne denilirse denilsin, Türkiye’de demokrasinin, demokratik siyasetin giderek ortadan kaldırılması ve toplumsal barışın yok edilmesidir. Savaşçı ve ötekileştirici, düşmanlaştırıcı söylem ve politikalar kendi iç kavgaları üzerinden bazı askeri kliklerin-grupların darbe girişiminde bulunmasını kolaylaştırdı.
Bu darbe girişimi, yönetenlerin bir süredir söylediğinin aksine, Türkiye’de askeri darbelerin yapılmasının artık imkânsız hale gelmediğini, hala ciddi bir tehlike olarak ortada durduğunu gösteriyor. R. Fisk’in deyimiyle, “bu darbe girişimi bir sonrakine kadar atlatıldı” (http://www.birgun.net/…/robert-fisk-darbe-bir-sonraki-darbe…).
Bir kez daha gördük ki, bu denli güçlü bir yapı olarak ordu var olduğu sürece, bu yapı burjuva demokrasisinin koruyucusu olduğu kadar, koşullar gerektirdiğinde, bu demokrasinin ortadan kaldırılmasına da hizmet etmektedir.
Ayrıca darbelerin önlenmesi, demokrasinin korunması bunun mafyatik- gerici- paramiliter güçlerin mobilize edilmesiyle sağlanamaz. Bu ancak toplumdaki tüm demokrasi güçlerinin en geniş birlikteliğinin kurulmasıyla sağlanabilir. 15 Temmuz deneyimi, yeni darbelerin önlenmesi kadar, darbe sonraki kötü gidişatın durdurulması açısından da ‘Demokrasi Cephesi’nin kurulmasının ne denli önemli ve acil olduğunu bir kez daha gösteriyor.
Zira yapılan yorumlara göre, darbe girişimin önlenmesini “demokrasi kazandı” diye okumamak gerekiyor. Bu gelişmenin daha otokratik, açık bir diktatörlüğe geçiş için bir zemin olarak kullanılacağı ve Türkiye’de gerçek demokrasi güçleri üzerindeki baskıların artacağı beklenmelidir (R. Cohen, Turkey’s Coup That Wasn’t http://mobile.nytimes.com/2016/07/18).
Unutmamak gerekiyor ki halkın çok büyük bir çoğunluğu darbecileri desteklemediği gibi, sokaklarda terör estiren sözde demokrasiyi savunan paramiliter güçleri de desteklemedi. Halk endişeli bir biçimde evlerinde bekledi. İşte bu, başta işçi sınıf olmak üzere, tüm emek ve demokrasi güçleri, tüm Türkiye halkları askeri darbeleri ve bir süredir sürdürülmekte olan slow-motion sivil darbeleri (A. Finkel, https://www.theguardian.com/…/j…/16/turkey-coup-army-erdogan ) durdurabilecek tek güç olarak önümüzde duruyor.
Tarih bize, sorunlar ortaya çıktığında çözüm yollarının da diyalektik bir biçimde ortaya çıktığını ve insanların çözebilecekleri sorunları gündemlerine aldıklarını gösterdi. Sorun bir süredir ortaya çıktı, çözüm de olgunlaşmaya başladı. Çözüm demokrasi cephesidir.