Ayşe Hür yazdı – İttihatçıların gizli örgütü Teşkilat-ı Mahsusa’nın son başkanı Hüsamettin Ertürk’e göre Mustafa Kemal 19 Mayıs 1919’da Samsun’a gelir gelmez Havza’da Osman Ağa ile görüşmüştür. Hasan İzzet Dinamo’ya göre Mustafa Kemal “Pontus belasından kurtulmayı yazarın “mangal yürekli” diye tarif ettiği Topal Osman’ın tecrübeli ellerine” bırakmıştır.
Not: Bu konudaki ilk yazımı 2006 yılında Radikal 2 için yazmıştım. Kısa bir gazete yazısıydı. O yazımı Topal Osman’ın torunu Osman Feridunoğlu tekzip edince aynı gazetede bir karşı-tekzip yazısı yayımladım, o yazının biraz geliştirilmişini Birikim Dergisi’nde gönderdim. Son olarak Nisan 2022’de Özgürüz Radyo’da Topal Osman hakkında bir “podcast” yayımladım. Bunların hepsi de aşağıdaki yazıya göre çok kısa yazılardı. Tersinden söylersek bu yazı onlar kadar kolay okunabilecek, sindirilebilecek bir metin değil. Bunun için peşinen özür dilerim. Yine de pek çok kişi (aralarında bir tarih profesörü de var) adımı anmadan benim sözlerimin biraz değiştirilmişini kendi adıyla yayımlayacak kadar yazılarıma itibar etmişti. Teşekkürler! Bu yazımdan muhakkak adımı anmadan intihal yapacaklara da şimdiden teşekkürler, çünkü maksadım Topal Osman’ın “öteki” “kirli” hikayesinin geniş kitlelerce bilinmesidir. Yazıyı yayımlayacak bir bloğum yok. Göndersem yayımlayacak bazı siteler var elbette ama sonuç olarak tamamen kendi adımla yayımlamanın en iyisi olduğuna karar verdim. TwitLonger formatının sıkıntılarını biliyorum ama konuyu merak eden için bunlar engel olmaz diye düşündüm. İyi okumalar…
Mustafa Kemal Atatürk’ün en yakın çevresinden Falih Rıfkı Atay Çankaya kitabında “Savaş bitip de İngilizler ve müttefikleri, İttihatçı ve hele Ermeni “öldürüşçülüğünün” hesaplarını sormak yoluna gidince, ne kadar gocunan varsa silahlanıp bir çeteye katılmıştır” der. Hakikaten de Milli Mücadele’nin önemli isimlerinden Yenibahçeli Şükrü Bey, Deli Halit Paşa, Küçük Kazım, Hilmi, Nail Beyler, veya daha sonra Cumhuriyet hükümetlerinde bakanlık yapan Şükrü Kaya, Abdülhalik Renda, Pirinççizade Arif Fevzi, Ali Cenani Bey, Tevfik Şükrü Aras gibi yüksek sınıftan beylerin de 1915 Ermeni Soykırımı’nda rolleri vardır. 1913’te Ege’deki “Rum Kaçırtması”nı örgütleyen İTC’nin Ege Bölgesi Katib-i Mesul’u Mahmut Celal Bayar ise Ben de Yazdım adlı sekiz ciltlik hatıratında, Milli Mücadele’nin diğer önemli isimleri olan, İsmail Canbolat, Pertev ve Cafer Tayyar beyler, Yüzbaşı Arap Nuri, Yüzbaşı Hüsamettin, Ahmet Rıfat, Yüzbaşı Tahir, Kara Kemal gibi şahsiyetlerin 1914’de Ege’de yürütülen Rum tehcirindeki rollerini kendi açısından pek güzel anlatır. Bunların dışında, İpsiz Recep, Dayı Mesut, Kara Aslan, Kel Oğlan gibi birçoğu isimleriyle müsemma çetecilerin, Giritli Şevki, Giritli Caferaki, Çerkez Ethem ve Çerkes Reşit kardeşler, Serezli Parti Pehlivan gibi kabadayıların da Ermeni ve Rumlara yönelik pek çok katliama karıştıkları bilinir. Milli Mücadele’nin Ege’deki mutemet adamı Demirci Mehmet Efe’nin yörede işlemedik suç bırakmadığı için dağa çıkan bir eşkıya olduğunu, Milli Mücadelede yer almak suretiyle bu suçlarından arındığını biliyoruz. Efe’nin Rum ahaliyi tehcir etmek konusunda ters düştüğü Türklere kızıp Denizli’yi ateşe vermesini ise olayları soruşturmak üzere Ankara’dan gönderilen Asliye Hukuk Hâkimi Sındırgılı Süreyya (Örgeevren) Bey gayet güzel anlatır.
Asker kaçağından kahramana terfi
Giresunluların adlandırmasıyla Osman Ağa, 1884 yılında Giresun Hacı Hüseyin Mahallesi ‘nde doğmuştu. Babası Hacı Mehmet Efendi ve dedesi İsmail Kaptan, Giresun’un önde gelen eşrafları arasındaydı. Aile Rus limanları ile Karadeniz limanlar arasında taşımacılık yapardı. Osman’ın tarih sahnesine ilk çıkışı 1. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla Giresun’dan topladığı 100 kişilik çeteyle Trabzon hapishanesinin kapısını açtırıp 150 mahkûmu çetesine ilave etmesiyledir. Kendi ifadesine göre 1. Balkan Harbinde yaralanarak topal kalmıştır. Bu tarihten sonraki lakabıyla söylersek Topal Osman’ın gönüllüleri(!) Teşkilat-ı Mahsusa’ya bağlı olarak Artvin yöresindeki Ermeni tehcirinde görev(!) yaparlar. Nisan 1916’da Borçka’da Ruslara karşı savaşan Türk ordusuna katılan Topal Osman başta Trabzon Valisi Cemal Azmi Bey ve Giresun Kaymakamı tarafından hükümet işlerine müdahale ettiği ve 37. fırka tarafından korunduğu iddiasıyla 3. Ordu’ya şikâyet edilir, müfrezesinin ise Giresun’dan kaldırılması istenir. 25 Ağustos 1916’da hakkındaki şikâyet üzerine Sivas Divan-ı Harbi’ne çıkarılan Osman Ağa’yı, 37. Fırka Komutanı ve 2. Kafkas Kolordusu komutanları müdafaa etmiştir. Osman Ağa, bir süre gözaltında tutulduktan sonra tekrar müfrezesinin başına geçerek, Giresun Rumlara karşı çeteciliğe devam eder. Ancak orduda olduğunu unutup kabadayılığa devam etmekle kalmayıp, sıcak çarpışmaları görünce kaçma emareleri gösterince bu sefer komutanı kendisini affetmez ve 50 değnekle cezalandır. Değnekler, kahramanımızın alelacele çürük raporu alıp memleketine geri dönmesine yeter de artar bile.
Asker kaçağı Topal Osman bir süre sonra Giresun-Samsun havalisinde ortaya çıkar. Bölge uzun süredir bağımsız Pontus Devleti’ni kurmayı hedefleyen Rum çeteleri ile uğraşmaktadır. Mahmut Goloğlu’nun aktardığına göre Erzurum Kongresi delegesi Giresunlu Dr. Ali Naci (Duyduk) Bey, Topal Osman’ın Kemalistler tarafından “keşfedilmesi” olayını şöyle anlatıyor:
“Trabzon merkezi, artan tehlikelerin yarattığı kaygılarla, gerekirse silahlı direnişe girişme karan vermişti. Bu karara nasıl uyacağımızı düşünüyorduk. Çünkü Müslüman halkta silah yoktu. Rum çeteleri ise tepeden tırnağa silahlanmışlardı. Aklımıza Osman Ağa geldi. Onunda silahlı bir çetesi vardı. Fakat Ermeni sürgününden sorumlu olarak İstanbul Hükümeti’nce aranıyordu. Bu nedenle Keşap taraflarına gitmişti. Gidip kendisiyle görüşmek ve Giresun’ a gelmesi kararını verdik. Önce Giresun Kaymakamı Pertev Bey’le anlaştık. Sonra Keşap’a gidip Osman Ağa’yı bulduk. Durumu anlattık ve kaymakamın göz yumacağını bildirdik. Birlikte çalışmayı önerdik, kabul etti ve Giresun’a geldi.”
İttihatçıların gizli örgütü Teşkilat-ı Mahsusa’nın son başkanı Hüsamettin Ertürk’e göre Mustafa Kemal 19 Mayıs 1919’da Samsun’a gelir gelmez Havza’da Osman Ağa ile görüşmüştür. Hasan İzzet Dinamo’ya göre Mustafa Kemal “Pontus belasından kurtulmayı yazarın “mangal yürekli” diye tarif ettiği Topal Osman’ın tecrübeli ellerine” bırakmıştır. Topal Osman da “Siz hiç merak etmeyin Paşam. Bu Pontus Rumlarına öyle bir tütsü vereceğim ki, hepsi mağaralarda eşek arısı gibi boğulacak” demiştir.
23 Temmuz-7 Ağustos 1919 tarihleri arasında toplanan Erzurum Kongresi’nde Mustafa Kemal’i çeşitli nedenlerle eleştiren Giresun ve Trabzon delegeleri karşılarında Topal Osman’ı bulurlar. O günleri Ali Naci (Karacan) Bey anılarında şöyle anlatır:
“Kongre’ye gidinceye kadar her dediğimizi yapan, bizimle birlikte olan Osman Ağa, birdenbire değişmiş. Kongre’ deki tutumumuzu nasıl öğrenmişse öğrenmiş bize sataş mak için bahane arıyordu. Birkaç kez hakaret ve tehditlerine uğradım. (…) Osman Ağa, Giresun’da bir hükümdar gibiydi. Kimseyi dinlemiyor, her istediğini yapıyordu. Dönüşümüzden biraz sonra Giresun’a gelen Kaymakam Hüsnü Bey’i bile dairesinden çıkarmamış, Trabzon’dan gönderilen bir Fransız torpidosu ile kurtulup Trabzon’a gelebilmişti. İbrahim Hamdi, birkaç ay sonra bir yolunu bulup Giresun’dan da memleketten de çıkıp gitti. (…) Benim durumum çok tehlikeliydi. Her an beni vurdurmak olasılığı vardı. Birkaç kez Osman Ağa’nın çetesinde bulunan akrabam Kaptan’ın haber vermesi ile ölümden kurtuldum…”
Merve Doğan Kader’in Osmanlı belgelerinden yaptığı aktarımlara göre 23 Temmuz 1919’da Dâhiliye Nezareti Emniyeti Umumiye Müdüriyeti tarafından Trabzon vilayetine çekilen telgrafta Topal Osman Ağa çetesinin Salı günü Giresun’un Pazar mahalline gelen üç Rum’u öldürdüğü ve ikisini yaraladığı bildirilmiştir. Ayrıca Osman Ağa’nın Rum ve Ermenilere karşı işlenen cinayetlerin faili olduğu bilindiği halde himaye edildiği gibi şikâyetler olduğu için hakkında tahkikat yapılması istenmektedir.
Hakkındaki benzer şikâyetlerden birisi de Kalem-i Mahsus’tan Trabzon vilayetine 6 Ağustos 1919’da gönderilmiştir. Buna göre Giresunlu Osman Ağa ve Ordulu Yusuf Efendi gibi yöre adına çalışan çeteler yüzünden civarda asayiş kalmadığı, jandarmanın da görevini kötüye kullandığı, orada merkezi hükümetin nüfuzunun kalmadığı, eşkıyalık yapmayacaklarına söz verenlerin affedildiği ve İttihat ve Terakki taraftarlarıyla sıkı ilişkilerde bulunulduğu yönünde gelen haberler hakkında izahat istenmektedir. Bunun üzerine bölgeye gönderilen müfettiş Osman Ağa’nın savaş sırasındaki boşlukta ortaya çıktığını ve Rumların ondan korktuklarını; Osman Ağa’nın çok iyi ve namuslu bir kişi olduğundan bahsettikten sonra, “onun bazı taşkınlıklarının olduğunu ancak memlekete hizmet ettiğini, bu sebeple beldeye onu idare edebilecek bir kaymakam gönderilmesini” tavsiye etmiştir.
Nitekim Cemal Şener’in belgelerden aktardığına göre Ağustos 1920’de 3. Fırka komutanı Rüştü Bey (T)BMM’ye (o sırada henüz başına “Türkiye” ibaresini almamıştı Meclis) Osman Ağa’nın eşkıyalığından, taşkınlığından şikâyet eder. 9 Ağustos’ta Mustafa Kemal’den Topal Osman’a çekilen tel şöyledir:
“Vatan severliğinize teşekkür ederim. Teşkil ettiğiniz kuvvetle birlikte derhal deniz yoluyla Amasra ya hareket ediniz. Oraya vardığınızda daha ayrıntılı bilgi ve talimat verilecektir. Henüz silahları olmayan kısmı Giresun ‘da bırakınız. Geri kalanlara da daha sonra silah verdirtip arkanızdan göndereceğim.”
Yağmacılık, fidyecilik, korsanlık
Yine Merve Doğan Kader’in İngiliz arşivlerinden aktardığına göre İtilaf Güçleri’nin 1 Eylül 1920 tarihinde İstanbul’da yaptığı toplantıya katılan Rum Patrikhanesi temsilcisi Dr. Theotokas, Giresun’dan dört gün önce gelen raporları okumuştur. Buna göre, Giresun Belediye Başkanı Osman Ağa, Zonguldak’ı işgal için İngiliz donanma güçlerinin geldiğini haber alınca, Türk yerlilere acilen Giresun’dan ayrılmalarını emretmiştir. Sonra Rum okulundaki bir Hristiyan’ı tutuklayıp hapsetmiştir. Rapora göre, Osman Ağa Hristiyanlara ait diğer iki binayı da yok etme amacındadır. Osman Ağa’nın arkadaşları tarafından Hristiyan evleri yağmalanmış ve bir kadına tecavüz edildiği iddia edilmiştir. Kasabada terör sürmektedir. Her akşam beş, altı Hristiyan, Rum okulundan alınarak öldürülmektedir. Sonunda Hristiyanlar hürriyetlerini bedel olarak 300.000 lira ödeyerek sağlamışlardır.
Ayrıca Dr. Theotokas 25 Ağustos tarihli ve Giresun’dan gelmiş olan bir mektubu daha toplantıda okur. Buna göre kasabada ticari faaliyetler ve ekonomi bitmiştir. Samsun’dan gelen rapora göre, Merzifon, Samsun ve Havza’daki Türkler silahlanmıştır. Rumlar Giresun’dan sürülmüştür. Bir Rum gemisi Osman Ağa tarafından sarılmış ve mürettebatı öldürülmüştür. Yine 8 Ağustos’ta Giresun’dan gelen haberlere göre 2 Rum Giresun’da kaybolmuştur. Osman Ağa’nın kurbanları öldürülüp Karadeniz’e atılmaktadır. Ayrıca Osman Ağa’nın her bir okka ekmeğin yarısını vergi olarak aldığı, Hristiyanlara ait fındık ağaçlarını ise takipçileri arasında bölüştürmekte olduğu ileri sürülmüştür.
Osman Ağa, on beş kişilik gönüllü müfrezesiyle 29 Ekim 1920’de Ankara ‘ya hareket etti. Burada BMM Başkanı Mustafa Kemal Paşa ile görüşen Osman Ağa, onun iltifatlarına mazhar oldu. 12 Kasım’da Mustafa Kemal Paşa’nın arzusu üzerine “Giresun Gönüllü Maiyet Müfrezesi” kuruldu. Başlangıçta on kişiden oluşan bu kuvvetin sayısı kısa süre sonra iki yüze çıktı. Giresun Gönüllü Laz Müfrezesi adını alan bu birlik Mustafa Kemal Paşa’nın şahsî korumasını yapacaktı. Ankara’dan sık sık Giresun’a gidip gelen Osman Ağa’nın bundan sonraki marifetlerine dair 13 Ocak 1921’de altında bir isim olmayan bir rapor aynen şöyledir:
“Samsun Amerika konsolosu söz konusu bölgede yapılan kıyımlara dayanamayarak İstanbul ‘a gelip İngilizlere aşağıdaki hususları ihbar ettiği işitilmiştir: 1-Osman Ağa adında birisi Samsun havalisinde birçok cinayetler işlemiş ve bu arada bir mağara içinde 900 kişiyi öldürmüştür. 2-Küçük büyük deniz taşıtlarıyla İstanbul’dan daima Karadeniz limanlarına kaçakçılık yapılmakta ve İstanbul hükümeti bununla ilgili bulunmaktadır.”
14 Ocak 1921’de Lazistan mebusu Osman Bey’in Mustafa Kemal’e gönderdiği mektup ise çok daha ayrıntılıdır:
“Üç gün önce Giresunlu Topal Osman Ağa adamları tarafından Trabzon Limanı’ndan İtalya vapurunun acentası olan Trabzon Rumlarından Kosti vapurdan çıkarken denizden kayıkla kaçırılıyor. Cepheye gönderdiğimiz ve Trabzon ‘dan harekete hazır olan Rize müfrezesinden de bir iki kişiyi kandırarak denizden galiba alıştırmak için olacak bu işte kullanılır. Söz konusu Rumdan kurtarmalık istiyorlar. Hükümet gayet müşkül bir durumda kalıyor. Bundan başka yol esnasında Giresun’dan hareket eden ve Rize ‘den cephe için gönderilen ve bir kısmı şakilerden ibaret olan ikinci bir müfrezeyi dahi teşkil ederek Ordu kazasında dahi bazı münasebetsiz işler yaptırıyor. Fakat henüz ayrıntılara vakıf değilim. Yüzlerce olan olaylar bir tarafa bırakılırsa bir hafta içinde meydana gelen şu iki olayı yüksek nazarlarınıza arz ederim. Bu cahil adamın [Topal Osman] şimdiye kadar Giresun ‘da yapmadığı rezalet kalmadı. Rumlardan ve ahaliden aldığı yüzbinlerce liranın hesabını kimse soramıyor. Şimdi de bu şekildeki eşkıyalığını Trabzon limanı içinde yapmaya başlıyor ki özellikle Trabzon ahalisi bundan son derece kırgın ve tedirgindir. Bu halin devamı buralarda pek çirkin olaylara sebebiyet verecektir. Bu adam Ankara’ya geldikten sonra tekrar ahalinin başına bela olmak üzere gönderilmesindeki maksadı bir türlü anlayamıyorum. Eğer bunda bir kuvvet tasavvur ediliyor ve kendisinden çekiniliyorsa büyük hata edildiğini arz ederim. [Çerkes] Ethem’in hiç olmazsa 300 kişi yanında kalmış. Bunun yanında 1O kişi kalmayacağını kuvvetle temin ederim. Ethem’in ihaneti meydanda iken bu cahilin oralarda hükümeti hiç nazarı itibara almayarak ikinci bir Ethem kesilmesini zannedersem sizler de hiç tasvip buyurmazsınız. O halde bu adama haddini bildirmek zamanı gelmiş ve geçmiştir. Aksi takdirde bunun yüzünden çirkin olayların çıkması muhtemeldir. Fakat memleket için hiçbir zaman bir gaile teşkil edebilecek olmadığını önemle arz ederim….”
Mustafa Kemal’in himayesi
Bu ithamlara karşı Mustafa Kemal’in 15 Ocak 1921 tarihli şifreli telgrafındaki dil gayet sakindir:
“Giresun Belediye Reisi Osman Ağa’ya Trabzon’da İtalyan bandıralı Jan vapurundan mezkûr vapur acentesi Kosti adındaki şahsın tarafınızdan zorla alınarak halen diri veya ölü olduğu meçhul bulunduğu iddia edilmektedir. Bu babdaki malumatınızın ve olay sırasında beraberinizde bulunan Ordu mutasarrıf vekili Nizamettin Bey’in görev yerine gitmeyerek Trabzon’ a gitmesinin sebeplerinin bildirilmesini rica ederim.”
Dahası 17 Ocak 1921 tarihinde Dahiliye Vekaleti adına Dr. Adnan Adıvar’ın bu konuda ne yapılmalı minvalindeki yazısına düştüğü not da adeta Topal Osman’a “yeşil ışık” niteliğindedir:
“Osman Ağa hakkında şikâyet edilen ahvalden bittabi pek müteessir oldum. Yalnız şunu hatırlatmak isterim ki bu tarz harekatın mürevvici (destekçisi) olmadığımı takdir edersiniz. Tenevvür etmek (aydınlanmak), şikâyet etmek tabii ve lazım ve fakat kendi kendimizi müdafaa ederiz tehdidi yersizdir, lüzumsuzdur. Bu mealde valiye ve o vasıtasıyle de Müdafa-i hukuka cevap.”
Ancak bölgede huzursuzluk devam etmektedir. Öyle ki 21 Ocak 1921 tarihinde Batum Milletvekili Edip Bey, Trabzon Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Merkez Heyeti tarafından TBMM’ye yazılan şu uzun mektubu Dahiliye Vekilliği’ne gönderir:
“Müdafaa-i Milliye teşkilatının başlarında yararı zararından üstün olan çetelerin bir süre sonra baştan aşağı zararlı bir mahiyet aldıkları görülmüş, büyük millet meclisi de bu müşahede karşısında askeri teşkilat yapılmasını yasaklayacak kararlar almış idi. Çetelerin yaptıkları tahribatı umumi harbin başından beri pek yakından görmüş olan Trabzonlular Büyük Millet Meclisi’nin bu kararlarına bütün kalpleriyle takdir ve tasvip ederken Ankara’nın Meclis kararlarının ruh ve gayesine aykırı bir durum aldığını hayret ve kuşkuyla görmüşlerdir. Giresunlu Osman Ağa’ya Giresun’da kurulması tasarlanan alayın fahri komutanlığının verilmesi bu cümledendir. Liyakat ve hakiki niteliğinin ileriden beri çeşitli makamlardan yapılan uyarı ve bildiriler sayesinden oraca da malum olduğuna hükmetmek zorunda bulunduğumuz Osman Ağa’nın Ankara’ya gidişinden sonra zararlarının ortadan kaldırılması cihetine gidileceği bütün bölge halkınca beklenip dururken tersine otorite ve yetkileri iki misline çıkarılmış olarak ve buna ilaveten komünist teşkilatına memuren avdet etmesi halk nezdinde yalnız pek haklı endişeler yaratmakla kalmamış Ankara’daki Müdafaa-i Milliye Hükümeti hakkında bazı kuşkular uyanması, Ankara’ya karşı şimdiye kadar mevcut pek sıkı bağlılık ve hayranlığı bozabilecek nitelikte kızgınlık ve kırgınlıklar meydana gelmesine sebep olmuştur. Cezalandırılması gereken eski işleri bütün bu bölge ahalisince bilinen Osman Ağa’nın bu durumu zaten eşkıyalığa hevesli olan bir kısım cahil kişiler üzerinde de yüreklendirici bir etki yapmış, adam öldürme, gasp ve dağa adam kaldırmanın cezaya çarpılmak şöyle dursun, Ankara’nın gözünde hatta makam ve etkinlik kazanmaya yaradığı düşüncesini doğurmuş her kazada yeni bir Osman Ağa çıkacağı kanaatini hasıl etmiştir.
Osman Ağa’nın otoritesinin Ankara’ca bu derece kuvvetlendirilmesi ve hükümet nazarında eşkıyalık hareketlerinin adeta takdirle karşılanması bu adamı o kadar cesaretlendirmiştir ki, Ankara’dan dönüşünden sonra cebinde komünist programı, yanında Bolşevik konsolos ve beraberinde Ankara ‘dan tayin ettirdiği yaver ve maiyetleriyle Ordu mutasarrıf vekili ve Tirebolu Kaymakamı olduğu halde Trabzon ‘a kadar yaptığı seyahatinde limanımızdan yanındaki 3-5 eşkıya ile Trabzon’da örneği görülmemiş bir biçimde bir Rum’u kandırarak ailesinden kurtarmalık (fidye) olmak üzere 20.000 lira istemeye ve öte yandan da Rize’den batı cephesine yollanmakta olan gönüllülerden Giresun’a uğrayan bir grubu misafir ederek ve kendilerine talimat vererek bunlar vasıtasıyla Ordu ahalisinin aleyhindeki düşmanlığa karşılık olarak Ordu mebusu Recai Bey’i kasaba içinden kaldırtmaya kadar sevk etmiştir. Hükümet bu cahil kabadayıları kuvvetlendirmekle sahil için nasıl bir akıbet hazırlayacağını bir an düşünmelidir. Trabzon birtakım serserilerin her ne isim altında ve her ne şekilde olursa olsun askeri teşkilat vücuda getirmelerine, bu sayede etki ve mevkilerini arzu ettikleri gibi güçlendirmelerine kesinlikle engel olunmadığı takdirde ilk tezahürler önünde bulunduğumuz eşkıyalık halinin kesintisiz devam edeceğine ve memleket için önüne geçilmesi, telafi edilmesi imkânsız felaketleri mucip olacağına ve her kazada türeyecek serserilerin memleket evladını birbirine kırdıracağına kanidir. Bu kanaatledir ki Trabzonlular Ankara’nın huzur ve emniyet verecek acele önlemler almasını bekler ve aksi takdirde kendi başına haklarının müdafaası için çareler aramaya kararlı bulunduklarını arz eylerler.”
Sonuç olarak Falih Rıfkı’ya göre Topal Osman basılan her Türk evine karşı 3 Rum evini basmak, mezarını kendine kazdırıp diri diri adam gömmek, vapur kazanlarında kömür yerine canlı adam yakmak gibi zulüm ve işkenceleri ile bölgeyi Rumlardan tamamen temizler. Görevinde ne kadar başarılı olduğunu Stefanos Yerasimos’un aktardığı Genelkurmay raporlarından anlarız. O tarihte çetecilik olayına karışan Rum sayısı 11.118 iken Rum çeteciler tarafından öldürülen Türk köylü sayısı 1817’dir. 1914 Osmanlı Salnamesi’ne göre Trabzon, Sivas ve Kastamonu vilayetlerinde yaşayan 450 bin Rum’dan 86 bini 1. Dünya Savaşı sırasında Rusya’ya göç etmiş, 322.500’ü 1924 nüfus mübadelesiyle Yunanistan’a gitmişti. Aradaki fark olan 65-70 bin Rum’un 1916-1923 arasında şu veya bu şekilde hayatını kaybettiği tahmin edilir.
1921 yılının 28/29 Ocak gecesinde, Kazım Karabekir’in son derece mahir manevrası sonucu, Rusya’dan ülkeye dönüş yapmaya kalkan, TKP üyesi Mustafa Suphi ve 14 yoldaşının hançerlenerek Karadeniz’in karanlık sulara atılmasının sorumlusu balıkçı kahyası Yahya ve adamları da Topal Osman’ın yoldaşlarıdır. Kayıkçı Yahya daha sonra Mustafa Kemal’in emri ile öldürülmüştür. Bu olay da aydınlatılmayı beklemektedir.
Koçgiri katliamları
7 Şubat 1921 tarihinde 100 silahlı adamıyla Ankara’ya doğru yola çıkan Topal Osman’ın yolda işlediği suçları Mıntıka Komutanı Abbas Bey, 28 Şubat 1921 tarihli yazısında merkeze şöyle rapor eder:
“Mustafa Kemal Paşa hazretleri maiyetinde bulunmak üzere Giresun ‘dan gönderilen 100 kişilik bir milis kuvvetinin yol boyunca birçok uygunsuz hallere cüret ile bir yaylı ve 2 at, Çorum’da ve yollarda 7 baş at ve kısrak ve katırcıların ve yolcularında birçok hayvanlarını alarak ve Alaca’ya geldikleri zaman da bir eve zorla girip ahırda bulunan hayvanı aldıkları ve bu hayvanları geri almak için gönderilen jandarmaları silahla tehdit edip kovdukları Çorum mutasarrıflığı ile Alaca kaymakamlığından bildirilmekte ve Yozgat’a vardıklarında da bu hallerine devamları olası bulunmakta ve buna ise milli hükümetimizle başkanımızın razı olmayacağı doğal olduğundan haklarında yapılacak kanuni işlemin süratle bildirilmesi arz ve istizan olunur.”
Olayı soruşturmakla görevlendirilen Milli Müdafaa Vekilliği’nin Müsteşarı Adnan Bey 1 Mart 1921 tarihli yazısında iddiaları şöyle doğrular:
“Giresun’dan Ankara’ya gelmekte olan 100 erden oluşan milislerin Çorum’da büyük bir olay çıkmasına sebebiyet verecek şekilde taarruz ve tecavüzlerde bulunmuş oldukları gerek mutasarrıfın ve gerek ahalinin pek heyecanlı biçimde yaptıkları başvurudan anlaşılmış olduğu dünkü tarihle mutasarrıflıktan alınan 2. telgrafa göre aynı durumlara Alaca kazasında da cesaret ettikleri ve kapıları kırarak evlere girmekte bulundukları kanıtlanmış bulunuyor. Söz konusu erlerin yollarında sürekli olarak bu biçimde hareket etmeleri beklendiğinden gereken önlemlerin süratle alınmasını önemle rica ederim efendim.”
Mustafa Kemal’in konuyla ilgili 2 Mart 1921 tarihli telgrafı, Topal Osman’a adeta “devam edin tezkeresi” gibidir:
“Yol boyunca müfrezeniz erlerinden bazıları uygunsuz hallere başvurduklarından bahisle şikâyet edilmektedir. Buna kesinlikle ihtimal vermiyorum. Gerçekten olmuş ise çok müteessir olacağım. Makine başında cevap veriniz ve size vereceğim emri bekleyerek oradan hareket etmeyiniz.”
Hakkındaki tüm raporlara rağmen Mustafa Kemal’in artık en yakın adamı olan Topal Osman’ın 47. Alayı, 6 Mart 1921’de patlak veren Koçgiri Kürt isyanını bastırırken Refahiye’de öyle zalimane yöntemlere başvurur ki, Meclis’te büyük tartışmalar yaşanır. Topal Osman sadece isyancı Kürtleri değil, Ümraniye, Suşehri, Koyulhisar, Reşadiye, Niksar, Erbaa hattındaki Ermeni ve Rumları da öte dünyaya havale etmiştir. O bölgede bulunan Baytar Nuri Dersimi’nin anlatımıyla “Yabancı hesabına av köpeği görevi yapmaktan zevk alan, namus düşmanı bu barbar çetenin alayları zapt ettikleri köylerde her çeşit zulüm ve melaneti yapmaya başlamışlardır. Masum Kürt çocukları bu canavarlar tarafından ateşe atılıp yakılıyor ve tüyler ürperten bu manzara karşısında Laz Alayı adını taşıyan bu alçaklar zevk ve cümbüş yapıyorlardı.” Topal Osman üstelik bunları Şubat 1922’de Vakit gazetesi muhabiri Ahmet Emin (Yalman) Bey’e övünerek anlatacaktır.
Sakarya sonrası gaspçılığa devam
Topal Osman 14 Temmuz 1921’de birliği ile Sakarya Meydan Muharebesi’ne katılmak üzere yola çıktığında son bir hamle yapar ve Merzifon’un Rum ve Ermeni ahalisini katleder. Kahramanımız, Tirebolulu Binbaşı Hüseyin Avni Bey komutasında Sakarya’da savaştıktan sonra sağ salim geri döner. Bugün çok yaygın olan ve Topal Osman’ın cepheye 6.000 kişilik Giresun gönüllü ile gittiği, bunların 5500’ünün şehit olduğu efsanesine gelince; Falih Rıfkı ve Alptekin Müderrisoğlu gibi ciddi kaynaklara göre Sakarya Meydan Savaşı’nın tüm şehit sayısı 3282’dir. Yani Topal Osman hayranlarının verdikleri rakamlar tamamen uydurmadır.
Giresun Sancağı Reji Müdürü Nakiyüddin Bey “gizli kalsın” notuyla Mustafa Kemal’e yazdığı 15 Ocak 1922 tarihli uzun mektubunda savaş dönüşü Topal Osman’ın bölgedeki “marifetleri” ile ilgili şunları anlatır:
“[H]em yüksek kişiliğinize karşı beslediğim sarsılıp eksilmez sevgi ve saygı, hem de küçücük bir parçası olduğum kutsal vatanımız için hizmetlerini yinelemek için kendimce pek önemli saydığım (ancak yüksek şahsınıza özel olmak üzere) bazı konulan arz etmeme izin vermenizi istirham ederim. Hükümet ve milletimize, özellikle şu sahillerde, hizmetleri geçenlerden 47. Alay Komutanı Osman Ağa’nın tümden cahil olup geçmişte (bir hiç) olduğundan bahsetmeye gerek yoktur. Bildiğiniz gibi insan ve insanlık için ölçü elbette ki bağlı olduğu toplum ile üzerinde doğup büyüdüğü kutsal vatanına yaptığı iyilik ve duyduğu ilgidir. Şu kadar ki Balkan savaşında bir ayağının din ve millet uğruna sakat kalması sonucu memleketin ileri gelenlerinden gördüğü iltifat ve yardımlardan başlayarak kahvecilik, balıkçılık, göz açıp kapayıncaya kadar kısa bir zamanda milyonerliğe çıkan bu zatın, umumi harp içinde buralarda herkesin bildiği gibi Çarşamba kazasından alınarak Giresun’a yollanırken yarım saat mesafede (Ayvasil) köyü ihtiyar heyetinden sahte mazbata (belge) uydurarak, o zaman nokta komutanı olan sonradan ordudan atılan yüzbaşı Niyazi Efendi ile başlayarak yine umumi harpte Yavuz Kemal nahiyesi merkezinde bulunan askeri birlikler komutanına teslim ettikleri keresteye karşılık Rum halkından panço adındaki kişi ile birlikte uydurdukları yüz bir liralık sahte bir mazbatayı Giresun nokta komutanlığına verip tutarını tam olarak almak suretiyle binasını kurduğu zenginliğin zavallı milletimizin boş kesesinden dolandırma neticesi koparılmış yasal olmayan bir zorla ele geçirme olduğunu yüksek kişiliğinizin gözleri önüne arz edeceğim. İşte (irade)den önce (ihtiras), vatanseverlikten çok kişisel çıkar ile harekete gelen bu kişi, hırsını ve çıkarlarını sürdürme uğruna her şeyden önce hükümet kuvvetini alet edinerek bu sayede etki kurmakla daha geniş işlere başlamak için başkomutanı ve sevinç kaynağı olduğumuz son inkılabımızı, en elverişli fırsat sayarak bilinen işleri ile büsbütün meydana çıkmıştır. işte bu suretle zaten Belediye Başkanı iken Müdafaa-i Hukuk Reisliğini de ele geçirdikten sonra bu adam etrafını saran cahil ve hırslı dalkavuklar dolayısı ile de burada adeta hükümet içinde hükümet durumunda bir türedi biçimi yaratmaya başlayarak memleketi terk ederek başka bir ülkeye kaçan Rumların mülk ve bahçelerini kendine, akraba ve soyuna sopuna ve dalkavukları arasında böldüğü gibi bunların İslam halktan alacaklarına karşılık kasalarında sakladıkları senetleri elde eden bu adam çaresiz köylülere geri vereceği yerde kötülüğünü gizlemek için gösteriş olsun diye ancak değeri az olan birkaçını yakıp halka cömertlik ve vatansever olduğunu gösterme sahtekarlığı yaparken alacak değerleri yüksek senetleri de zorla ödetmek veya karşılığında bir bölüm Müslümanların bağ ve bahçelerini zaptetmiş ve tapularını elde etmiştir. Bütün bu arz ettiklerim gerçek bir sorun oluşturmaya yeterli olduğu halde bununla da kalmayarak Batı cephesinde görünüşte vatan hizmeti ile uğraşırken bile memleketi halli pençesinde tutmak için de ara sıra gizli görevlerle birtakım aşağılık adamlar göndermekte, hükümet dairelerine (kendisine bağlı mutasarrıflığa) belediye ve Müdafaa-i Hukuka Bolvadin ve Polatlı telgraf merkezlerinden şifre ile yalnız kanuna değil sağlam bir akla sığmayacak birçok hakaret ve emirler yağdırmak suretiyle memlekette hükümet gücü ve otoritesini ve üst düzeydeki memurların onurlarını halkın ve ecnebilerin gözünde tümü ile hiçe indirmektedir. Bu adamın halk içinde bir otorite ve güce sahip olmadığını, fakat yalnız hükümet kuvvetini alet ederek elinde sadece para ve çıkarları için kendisine hizmet eden adi suçlulardan ve silahsız insanları boğan birkaç katil yardımcısından başka kimsesi bulunmadığım da eklemeyi gerekli görürüm. İşte sadece bu bakımdandır ki henüz çeşitli dert ve yaralar kıvranmakta tümüyle kurtulamayan zavallı vatanımızın özellikle idare yapısı üstünde fena bir çıban şeklini aldığı ve hükümetçilikle kanunu bu çevrede berbat ederek daha da karışık bir duruma getirmek eğilimini gördüğüm için bu yazılarımla sizin başınızı ağrıtmayı milli kurtuluşumuz adına zorunlu gördüm.”
Bu mektuba ne cevap verildiği bilinmiyor ancak bunca gasptan, tecavüzden, gasptan sonra Ankara’ya gelip Mustafa Kemal’in özel Muhafız Taburu’nun başına getirilen Topal Osman’ı daha da popüler yapacak olay ufuktadır.
Ali Şükrü Bey cinayeti
Bilindiği gibi Birinci Mecliste Mustafa Kemal ve arkadaşlarının oluşturduğu Birinci Grup ile Mustafa Kemal’e çeşitli nedenlerle muhalefet edenlerden oluşan İkinci Grup sürekli çatışma içinde idi.
İsviçre’nin Lozan şehrinde 20 Kasım 1922 tarihinde başlayan barış görüşmeleri Musul, kapitülasyonlar ve Boğazların statüsü gibi meseleler yüzünden 4 Şubat’ta kesintiye uğradıktan sonra TBMM’de, 27 Şubat’tan 6 Mart 1923’e kadar süren görüşmelerde, İkinci Grup, hükümetin Musul politikasını ağır şekilde eleştirmeye başlamıştı. Meclisteki Kürt asıllı milletvekilleri, Kürt vatanı olduğunu söyleyerek Musul’un kesinlikle bırakılmamasını istiyorlardı. Ortam öyle gergindi ki, o ana kadar duruma pek müdahale etmeyen Mustafa Kemal bile İsmet Bey’in diplomatik tecrübesinin yetersizliğinden yakınan Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey’in üzerine yürümüştü.
Konuya son noktayı da Mustafa Kemal koydu. Kürsüye çıkıp Misak-ı Milli’nin belli bir sınır çizmediğini, sorunu bir yıl ertelemenin Musul’dan vazgeçmek anlamına gelmediğini, eğer istenirse Musul’un askerî yollardan alınabileceğini, ancak savaşa girmenin son derece sakıncalı olduğunu söyleyen Mustafa Kemal’in isteğiyle, bağımsızlığı tehlikeye düşürecek bir anlaşmanın imzalanmaması, ısrar edilirse savaşılması koşuluyla hükümete güvenoyu istedi. Oylamaya 283 milletvekilinden 190’ı katılmış, 170’i güvenoyu verirken, 14 üye ret, 6 üye çekimser oy kullanmıştı.
Her kararı muhalefetle çatışarak almaktan yorulmuş olan Mustafa Kemal, oylamadaki fireleri görünce kararını verdi. 1 Nisan 1923 günü Meclis alelacele seçim kararı aldı. İşte bu gergin günlerde muhalif kanadın ateşli hatiplerinden Ali Şükrü Bey ortadan kaybolmuştu.
Ali Şükrü Bey kimdir?
1884 yılında Trabzon, Vakfıkebir’de doğan Ali Şükrü Bey, Bahriye Mektebi’nde okumuş, İngiltere’de deniz hukuku eğitimi görmüş, deniz kurmay binbaşısı iken son Osmanlı Meclisi’ne Trabzon mebusu olarak katılmıştı. Ancak, meclisin, 16 Mart 1920`de İtilaf Kuvvetleri tarafından işgal edilip kapatılmasından sonra Ankara’ya geçti. Yeni kurulan Büyük Millet Meclisi’nde Trabzon Milletvekili sıfatıyla vazife aldı. Bir süre sonra Mustafa Kemal’e çeşitli nedenlerle muhalefet edenlerden oluşan İkinci Grub’un önde gelenlerinden oldu.
Ali Şükrü Bey hitabet yeteneği yüksek, kürsüde sözünü sakınmadan konuşan bir şahsiyetti. Dönemin siyaset adamlarından Zamir Bey’e (Damar Arıkoğlu) göre “İyi İngilizce bilen, etine dolgun, uzunca boylu, gözleri miyop, kalın camlı gözlük kullanan, çenesi biraz kısa, hafif elmacık kemikli, sert bakışlı, ifadesi düzgün, iyi konuşan, sözünü dinleten, kendi bildiğinden şaşmayan” biriydi. “Hükümet lehine konuşanları dalkavuklukla suçlayan”, “taassubu hocalardan geri olmayan, kadının serbestisi şöyle dursun, yüzlerinin açılmasına bile tahammülü olmayan” biriydi. Falih Rıfkı da Ali Şükrü Bey’in Meclis’teki muhafazakâr grup içinde “en azılı” olanlardan biri olduğunu söylemişti. Nitekim 1920 yılında TBMM’nin kabul ettiği Men-i Müskirat (içki yasağı) Kanunu onun işlerindendi. Dinî konulardaki hassasiyetleri ile dikkat çeken Ali Şükrü Bey 1/2 Kasım 1922 gecesi Saltanat’ın kaldırılmasından sonraki dönemde, her söz alışında Hilafet’i savunmakla kalmamış, Mustafa Kemal’in Hâkimiyet-i Milliye gazetesine karşılık Tan gazetesini çıkarmış, bir de Hilafet’i savunan broşür bastırmıştı.
İşte böylesi nitelikleri ve eylemleriyle epeydir Mustafa Kemal’in ve Birinci Grub’un başını ağrıtan Ali Şükrü Bey, son olarak 26-27 Mart 1923 akşamı, Karaoğlan Çarşısı’ndaki Kuyulu Kahve’de dostlarıyla sohbet edip nargile içtikten sonra Mustafa Kemal’in muhafızlığını yapan Topal Osman’ın adamlarından Mustafa Kaptan’la kol kola yürürken görülmüştü. Kayboluşunun üçüncü günü kardeşi Şevket Bey, Başbakan Rauf (Orbay) Bey’e başvurdu. İkinci Grup üyeleri tarafından Meclis gündemine taşınan konu, vekillerce ateşli biçimde tartışıldı. “Kaybolan tavuk değildir, bir milletvekilidir! Meclis derhal harekete geçmelidir” çağrısı üzerine Ankara Valisi Abdülkadir Bey’in emriyle tüm polis ve jandarma teşkilatı seferber edildi.
Papazın Bağı’nda ne oldu?
Bu gayretler çaba verdi ve kayboluşun hikayesi öğrenildi. Bu konuyu Rauf Bey anılarında şöyle anlatıyor:
“Devamlı aramalar sonunda Çankaya yolundan geçen arama ekibine bağlı jandarmaların, ana yoldan ayrılan araba izlerini tarlada sürdürmeleri sırasında yeni kazılmış bir çukurda Ali Şükrü Bey’in ölüsüne rastlanır. Ölünün avucundaki, sımsıkı tutulmuş bir sandalye hazırı parçasının da Topal Osman’ın evinde bulunan kırık sandalyeye ait olduğu tespit idilince, ele sağlam bir ipucu geçirilmiş oldu. Yakalanan Osman Ağa’nın adamı Mustafa Kaptan da Ali Şükrü Bey’i kendisinin Topal Osman’ın evine götürdüğünü söyledi. Ali Şükrü Bey’i orada ayakta duran Osman Ağa’nın karşısına oturtmuşlar. Ve verdikleri kahveyi içerken birdenbire üzerine atılarak boğmuşlar. Mustafa Kaptan’ın itirafı ile olay tamamen aydınlanmıştı.”
O dönem TBMM’nin zabıt katiplerinden olan Mahir İz hatıratında duyduklarını şöyle aktarmıştı:
“Oturmuşlar, sohbete başlamadan önce iki nargile gelmiş. Bir taraftan da sohbet başlamış. Tam o sırada kahveler gelmiş. Ali Şükrü Bey kahve fincanını eline alır almaz, kara donlu çete tarafından dördü, yağlı ipi Ali Şükrü Bey’in eğilmeyen başına geçirmişler. Ali Şükrü o esnada Osman, yaktın beni! Demiş ve eliyle oturduğu iskemlenin hazırlarına can havli ile o kadar kuvvetle sarılmış ki naaşının avucunda o hasır parçaları görülmüş.”
Feridun Kandemir de Ali Şükrü Bey’in ölüsünün bulunuşunu şöyle anlatacaktı:
“Topal Osman’ın saklanışı, üzerindeki şüpheleri adamakıllı kuvvetlendirmişti. Güvenlik kuvvetleri de evini sarmıştı. Evin çevresinde çok sıkı bir arama yapılıyordu. Pazar günü akşamüstü köşkün beş altı yüz metre berisinde sineklerin konup kalktığı bir çukurun içinde Ali Şükrü Bey’in ölüsü bulunmuştu. Çıkarılan ölünün elbisesi üzerinde bir torba da geçirilmişti. Vücudun türlü yerleri parça parça edilmiş çift iple boğulduğu anlaşılmıştı. Sol eli kırılmış, dili dışarı fırlamış, sımsıkı yumuk sol avucunda sandalyenin hazırları kalmıştı. Sol kulağının yanında bir de bacak yarası vardı. Ölünün bulunduğu yer Topal Osman’ın kaldığı yere beş yüz metre uzaktaydı.”
Mustafa Kaptan cesedin nereye gömüldüğünü söylememişti ama öğrenildiğine göre Topal Osman, kendisine Mustafa Kemal tarafından verilen, Papazın Bağı denilen yerdeki evde saklanmaktaydı.
Dönemin TBMM Başkanı Ali Fuat (Cebesoy) Paşa sarma harekatını şöyle anlatıyor:
“Osman Ağa ile maiyetinin katil oldukları anlaşılınca yakalanmaları önemli bir konu olmuştu. Çünkü alayına bağlı bölükler Gazi Paşa’nın koruyucularıydı. Osman Ağa’nın yakalanmasından bir gün önce M. Kemal Paşa’nın önünde yapılan bir bakanlar kurulu toplantısında Ağa’nın Muhafız Bölükleri, Meclis Muhafız Taburu ile değiştirilerek Ağa’nın Muhafız Taburu tarafından yakalanıp adliyeye teslim edilmesine, köşkteki muhafızların değiştirilmesinden önce Gazi ile eşi Latife Hanım’ın köşkten istasyondaki binaya inmelerine karar verilmişti. Gazi eşi ile birlikte yemeğini Çankaya Köşkü’nde yedikten sonra gizlice ve kimsenin gözüne batmadan istasyona inmiş, ondan sonra muhafızların değiştirilmesine ve Osman Ağa ile maiyetinin tepelenmesine başlanmıştı.”
Rauf Bey’in anlattığına göre önce Muhafız Taburu Kumandanı İsmail Hakkı Bey çağrılmış, Mustafa Kemal sarmalama harekâtının krokisini bizzat hazırlamış, ardından eşi Latife Hanım’la birlikte Çankaya Köşkü’nden ayrılıp, Rauf Bey’in İstasyon binasındaki dairesine çekilmişti.
İleriki yıllarda Latife Hanım’ın kız kardeşi Vecihi İlmen’in dediğine göre ise Topal Osman ve adamları çoktan öldürüldüğü için sadece adamları Çankaya Köşkü’nü sarıp da silah atmaya başlayınca, Mustafa Kemal çarşafa bürünüp Latife Hanım’la birlikte Köşk’ten gizlice çıkmıştı. Vecihi Hanım’ın bu konudaki anlatısı şöyle:
“Milli Mücadele’nin lideri tehdit altındaydı. Kısa bir tartışma yaşandı. Önemli olan Mustafa Kemal Paşa’nın yaşamıydı. Ona bir şey olursa zaten hiçbirimiz hayatta kalamazdık. Dışarıdakilerle pazarlık başladı. Adet olduğu üzere ‘kadınlar ve çocuklar önden çıksın’ dediler. Plan şuydu. Mustafa Kemal Paşa kılık değiştirerek kadınlar ve çocuklarla birlikte dışarı çıkacaktı. Fakat evin içinde de birilerinin kalması gerekiyordu. Latife muhafızlarla birlikte evde kalmaktan yanaydı. ‘Ben onları oyalarım’ diyordu. Mustafa Kemal Paşa önce şiddetle itiraz etti. Ancak Latife’nin inadını bilirdi. Bir çarşaf bulup getirdim. Mustafa Kemal çarşafı giydi, benimle birlikte dışarı çıktı. Latife de bu arada onun kalpağını kafasına takmıştı. Erlerden birine ‘Mutfaktaki portakal sandıklarını getir’ dedi. Sandıkları pencerenin önüne dizdiler. Evde ışıklar yanıyor ve bahçeden bakıldığında içerdekiler fark ediliyordu. [Latife’nin] Boyunun kısalığı dışarıdan fark edilmemeliydi. Latife portakal sandıkları üzerinde bir ileri bir geri yürüyor, dışarıdan gelen habercilerle iletilen mesajları evde Mustafa Kemal varmış gibi alıp cevap veriyordu. Ölüm tehdidi altında çeteyi oyalamayı sürdürüyordu. O sırada Mustafa Kemal Topal Osman’a karşı yürütülecek harekatı planlıyordu. Sonunda Topal Osman’ın adamları eve kurşun yağdırmaya başladılar. Ardından eve girdiler. Mustafa Kemal’in gittiğini anlayınca çılgına dönüp ne buldularsa parçaladılar. Onların aradığı Mustafa Kemal’di. Ama ellerinden kaçırmışlardı. O sırada Topal Osman çetesi muhafız taburu tarafından sarıldı.”
Bu anlatıyı destekleyen bir başka tanıklık 2006 yılında Yeni Aktüel dergisinde yayımlandı. Buna göre Topal Osman’ın yakın arkadaşı “Bilal Kaptan” namlı Yazıcıoğlu Mehmed Mustafa Kemal’in o gece köşkten “tebdil-i kıyafetle” ayrıldığını anlatmıştı. Yine Topal Osman’la birlikte köşkü basanlardan Haliloğlu Rasim de kendisiyle aynı adı taşıyan torunu Rasim Aydın’a Vecihi İlmen’in anlattığı bazı ayrıntıları da içeren şu hikâyeyi anlatmıştı:
“Dedemin içinde bulunduğu 8 kişilik bir grup, gecenin karanlığından yararlanarak Köşk’e gidiyor. Köşkün kapısında tanımadıkları askerler varmış. Dedemlerin içeri girmesine izin vermiyorlar. ‘Atatürk’e haber getirdik’ diyor dedemler, ama ‘biz söyleyin biz iletelim’ yanıtını alıyorlar. İçerde perdenin arkasından Atatürk’ün dolaştığını görüyorlar. İzin verilmeyince ateş ederek içeri giriyorlar. Ancak içerdeki kalpaklı kişinin Atatürk değil Latife Hanım olduğu ortaya çıkıyor. Latife Hanım üniforma giymiş ve pencere kenarındaki sedirin üzerinde ileri geri gidip geliyormuş. Arka tarafa da lamba koymuşlar, dışarıdan görünsün diye.”
İleriki yıllarda Mustafa Kemal’in Yaveri Salih Bozok’un oğlu Cemil Bozok, anılarında Mustafa Kemal Paşa’nın köşkü terk etmesinin çok yerinde bir karar olduğunu, çünkü ertesi gün geldiklerinde köşkün üst katının kurşunlarla delik deşik olduğunu söyleyecektir.
Topal Osman’ın öldürülmesi
Topal Osman, Papazın Bağı’nda kıstırılmış, 1 Nisan’ı 2 Nisan’a bağlayan gece sabaha kadar süren çatışmada yaralı olarak ele geçirilmiş, hastaneye götürülürken yolda ölmüştü. İsmail Hakkı Tekçe anılarında durumu şöyle anlatır:
“Aldığım emir üstüne Muhafız Taburunu toplayıp harekete geçtim. Topal Osman’ın bulunduğu Papazın Köşkü’nü kuşattım. Çember daralırken Topal Osman’ın müfrezesinden üzerimize ateş edildi. Bir erim şehit oldu. Bunun üzerine çarpışmaya başladık. Şafak attığı zaman biz hâlâ vuruşuyorduk. Öğleden evvel çatışma bitti. Topal Osman’ın kuvvetleri bertaraf edilmişti. Topal Osman da yaylım ateşinde vurulmuştu. Kalanları topladım, ölüleri de orada gömdürdüm. Teslim aldıklarımı istasyona getirdim ve durumu Atatürk’e arzettim. ‘Teslim aldıklarını derhal terhis et ve memleketlerine gönder’ dedi. Bu mesele de böylece kapandı.”
Ardından da (bazı kaynaklara göre başı kesilerek) alelacele gömülmüştü. Nitekim Feridun Kandemir de konuya dair şöyle der:
“Fakat ceset başsızdı. Hatta Topal Osman’ın mutlaka diri getirilmesini istemiş olan bazı mebuslara, bunu gösteren vekiller gülümseyerek, ‘Diri istiyordunuz. Ölmüş adam nasıl diri getirilir. Baksanıza kellesini bile uçurmuşlar!’ diyorlardı.”
Ancak TBMM, daha önce Ali Şükrü Bey’in katilinin yakalanarak Ulus Meydanı’nda idam edilmesi kararını oybirliği ile aldığı için başsız ceset mezardan çıkarılmış ve TBMM’nin kapısında ayağından darağacına asılmıştı. Birinci ağızdan bu anlatılara rağmen sırf 4 Nisan 1923 tarihli Öğüt gazetesinde yer alan “Cesedin kafasına ip geçirildi. Kuvvetli iki kol bu ipi çekti. Osman Ağa sehpanın başına kadar yükseldi” ifadesine dayanarak bunlara itiraz edenler, Öğüt’ün Konya’da çıktığını, dolayısıyla kulaktan dolma bilgilerle haberin yazılmış olabileceği ihtimalini nedense hiç düşünmezler. Nitekim başka gazetelerde böyle bir ifade yoktur.
Cinayetin azmettiricisi kimdi?
Ali Şükrü Bey cinayetinin arkasında kimin olduğu sorusu o günlerde de daha sonra da çok kişiyi meşgul etmişti. Mustafa Kemal’in neden İstasyon binasındaki evine geçtiği; Topal Osman’ın neden Çankaya Köşkü’nü talan ettiği ve yaralı halde yakalandığı halde neden kafasının hemen kesilip gömüldüğü gibi konular şüphe çekmişti. İlginçtir, hemen her konuda bir şeyler söyleyen Mustafa Kemal, bu konuda suskunluğunu korumuş, Topal Osman’dan “suçlu” diye değil, “zanlı” diye bahsetmişti.
Mahmut Goloğlu, Türkiye Cumhuriyeti 1923 adlı kitabında, olayı değişik ağızlardan derledikten sonra Topal Osman’ın Ali Şükrü Bey’i şahsi husumetinden dolayı öldürdüğünü savundu.
Ali Fuad Paşa Siyasi Hatıralar adlı eserinde, Mustafa Kemal’in Topal Osman’ın “tepelenmesi” sırasında sessiz kalışını biraz imalı bir biçimde anlattı. O dönemde TBMM zabıt kâtibi olan Mahir İz, Yılların İzi adlı anı kitabında, “Bu çete şehirde nizam ve intizamı, hem de nizamiye askerî kışlasında askerî disiplini bozacak tavırlar takınmaya başladı. Elbette bu gayr-i tabii hal devam edemezdi. Galiba ‘bir taşla iki kuş vurulsun’ diye Ali Şükrü Bey’in vücudunun ortadan kaldırılması Topal Osman’a havale edildi,” dedi. Mustafa Kemal’e ömrü boyunca sadık kalmış olan Falih Rıfkı, Çankaya kitabında, “Topal Osman da en sonunda nizami ordunun kıta kumandanlarından İsmail Hakkı Tekçe tarafından ve Mustafa Kemal’in emriyle Çankaya sırtlarında vurulmuştur,” dedi.
Dr. Rıza Nur’un iddiaları
Mustafa Kemal’in yeminli düşmanı Rıza Nur ise Hayat ve Hatıralar kitabında olayın arka planını şöyle anlatmıştı:
“[Osman Ağa] beni severdi, bana itimadı vardı. Ben de onu severdim. Meclis’in önünden geçerken dedi ki: “Yahu Meclis’te birçok vatan haini mebus varmış, bunlar memleketi satıyorlarmış. Niye bana söylemiyorsun. Meclisi basıp hepsini keseceğim. Başka çare yok, bu kadar emek, bu kadar kan. Memleketi kurtardık, şimdi bunlar çıktı.”
Baktım, kemali safiyetle, sükunetle ve ciddiyetle söylüyor. Ben ise işin dehşetinden tüylerim ürperdi. Düşün, Meclis basılmış, ikinci grup doğranmış, arada diğer meb’uslardan da gitmiş. Her yer kan ve cenaze içinde, inleyen, bağıran, imdat isteyen, can çekişme hırıltıları… Ne kanlı sahne ne facia… Cihana, Avrupa’ya karşı da ne çirkin… Tarih her gün bunun dehşetinden titreyecek…. Bu adam da bunu yapar mı yapar. Müthiş bir hunhardır. Yapar da gözünü bile kırpmaz. Nitekim bana da adi bir şey gibi söylüyor, portakal keser gibi söylüyor.
Dedim ki: “Bu hainleri sana kim haber verdi? Dedi “Orasını sorma!” Hayır, illa söyle dedim ve zorladım. Dedi “Gazi söyledi!”
İş anlaşıldı. Mustafa Kemal İkinci Grup’tan bîzâr (zarar görmüş), çaresi de kalmamış. Topal Osman’a bunları katlettirecek. O, mevkide kalması için, hatta bütün Milletin canına kıyar. Eşsiz bir canavardır. Merhamet ve vicdan öyle şeyler bilmez. Demek ki bu işi kurmuş, işin de Osman’dan başka münasib ehli yoktur. Osman da vatanperverdir, hem de cahil. Zavallının vatan hislerini ele almış, onu iyice doldurmuş kandırmış.
Dedim ki: “Ağa, ben seni çok severim. Sen de bunu bilirsin. Bana itimadın var mı, beni sever misin?
Dedi: “Vardır, seni çok severim. Sen tam vatanperversin. Venizelos’u bile döğdün.’
Dedim: “Peki! Beni dinle! Sana babaca nasihatim var. Sen cahilsin. İşlerin içyüzünü anlamazsın. Bu lakırdılar aramızda kalacak amma, yemin et!” Yemin etti. Devam ettim: “Meclis’te hain yoktur. Onlar hükümetin yolsuzluğu aleyhindeler. Biraz azgınlar, amma iş böyledir. Sakın bu işi yapma. Bu çok na kanlı bir iştir. Sonra sana lanet okurlar. Yazık, bu Millete bu kadar hizmet ettin, bunları mahvetme. Bu işi sakın yapma! Millet Meclisi’ni basmak pek ağır bir şeydir. Hem de sen bunu kanınla ödersin.”
Dedi: “Ne diyorsun?”
Dedim: “Böyledir. Bana söz ver! Yapmayacağına yemin et!”
“Yapmam, iyi ki söyledin” deyip yemin etti.
Bu adam cahildi, hunhardı, fakat iyi insandı, pek vatanperverdi. Anlatınca anladı. Ben de böyle dehşetli bir faciayı izale ettim diye sevindim. Artık bitti dedim. Hatta o esnada istasyonun rıhtımında beraber bir aşağı bir yukarı volta atıyorduk. Şakalaştım. Gülüştük. O gün de istasyon pek kalabalıktı. Bir istikbal mi vardı, neydi bilememem. Bir tesadüf bakın ne yapıyor. Çok iş tesadüfe bağlıdır. Bu tesadüfler milletin bile talihlerini değiştirirler.”
Bundan sonra aşağı yukarı Rauf Bey’in anlattıklarına benzer şekilde olayın ortaya çıkışını anlatan Rıza Nur’a göre “Mutlaka Ağa Meclis’i basamayınca Mustafa Kemal onu Ali Şükrü’yü öldürmeğe ikna etmişti. Topal Osman cinayetten sonra Mustafa Kemal tarafından teselli edilmiş, Mustafa Kemal’in evinde saklanmıştı. Yine Rıza Nur’a göre, Topal Osman’ın öldürülmesi emrini de Mustafa Kemal vermişti, etrafları sarılan Topal Osman ve sekiz adamı mukavemet etmeden Muhafız Alayı Kumandanı İsmail Hakkı Bey’e teslim olmuşlar, İsmail Hakkı Bey bu dokuz kişiyi tabanca ile öldürmüş ve ağızlarını sonsuza kadar kapatmıştı.
Olaylı cenaze töreni
Ali Şükrü Bey’in cenaze töreni, hem Birinci ve İkinci Grup arasındaki hem de Enver Paşacıların güçlü olduğu Trabzon ile Mustafa Kemal arasındaki eski husumetlerin tazelenmesine vesile oldu. Cenazeyi götürmekle görevlendirilen Birinci Grup üyeleri cenazenin Kastamonu üzerinden İnebolu’ya oradan da Trabzon’a götürülmesini uygun bulurken, İkinci Grup’tan Lazistan Mebusu Ziya Hurşit ve arkadaşları ise söz konusu yolun kardan kapalı olmasını bahane ederek önce İstanbul’a oradan Trabzon’a götürülmesini istiyorlardı. Mustafa Kemal ise, yolun kapalı olduğunu kabul etmekle birlikte protesto gösterilerine neden olur endişesi ile İstanbul’a götürülmesine karşı çıktı. Sonuçta cenaze İnebolu üzerinden Trabzon’a gönderildi ancak yol boyunca ve Trabzon’da hükümet aleyhine olaylar yaşandı.
4 Nisan 1923’te Trabzon’da Barutçuzadelerin İstikbâl gazetesindeki başyazıda şöyle deniyordu:
Açılan ağızları kapatmak tarikiyle istihsali garaza yeltenen Osman’ın kirli ellerine arz-ı iftikar eden (bırakan) biçâreler bilsinler ki millet, istiklal-i haricisi kadar hürriyet-i dahiliyesine de aşıktır. İcab ederse bu uğurda daha birçok Ali Şükrüler feda ederek karşısına dikilecek, her hırsı kıracak, her duzahı (cehennemi) yırtacak ve nihayet [Namık] Kemal’in ruhunu şâd edecektir. Ne mümkün zulm ile bidâd ile imha-yı hürriyet; Çalış idraki kaldır muktedirsen ademiyetten…
9 Nisan 1923’te İstikbâl’de eski Trabzon Valisi Hamit Bey imzasıyla “Esasen şehid-i mazlum ile katil Osman arasında bir nispet yoktur. Topal Osman, her ne kadar Meclis-i Mebusan Muhafız Bölüğü Kumandanlığı’na getirilmiş bulunsa da nihayet bir uşaktır ve onda daima bir uşak ruhu yaşamıştır. Hatta bu mevkiye kadar yine bir uşak gibi getirilmiştir. İş bu halde iken bunun efendisi kimdir?” diye yazılınca Mustafa Kemal, Kâzım Karabekir’e, “Trabzon’da kaynayan bir kazan var. Sen bunu vaktiyle söndürmedin. Şimdi de yine kaynamaya başladı. Bu sefer kuvvetli bir yumruğu hak ettiler” diyecekti.
Trabzon muhalefetinin tasfiyesi
Topal Osman’ın cesedi Ulus’ta sallanırken, TBMM kendini feshederek seçim kararı almış, ardından geçici seçim kanunu tadil edilmiş, 15 Nisan’da 1920 tarihli Hıyanet-i Vataniye Kanunu’na alelacele bir ek yapılarak “TBMM hükümetlerinin kararlarına muhalefet etmek ve saltanatı geri getirmeye çalışmak vatana ihanet suçu” olarak tanımlandıktan sonra meclis kapanmış ve seçim ortamına girilmişti. Yani Mustafa Kemal’in otoriter tavrını halk nezdinde teşhir etmek için seçimleri fırsat olarak gören İkinci Grup’un, artık ağzından çıkacak her cümle “vatana ihanet” tanımı içine sokulabilecekti. Yine de Rize ve Gümüşhane livalarını da içine alan Trabzon Vilayeti’nde Mustafa Kemal’in ekibi aleyhine büyük bir çalışma başladı. Bazı Trabzonlular muhalefetin dozunu öyle arttırdılar ki, Mustafa Kemal’in fotoğrafları yırtıldı, Latife Hanım ile Mustafa Kemal birlikte filmlerde göründüğünde ıslık çalındı. Mayıs ayında İttihatçıların eski Maarif Nazırı Şükrü Bey Trabzon’a vali olarak atanarak durum tamamen kontrol altına alındı. Barutçuzade Faik Bey ve Hamit beyler nedamet getirince affolundular. Lazistan Mebusu Ziya Hurşit Bey’in adaylığı kabul edilmeyerek Meclis dışında kalması sağlandı, yerine ağabeyi Faik (Günday) Bey seçildi. Böylece Milli Mücadele’nin başından beri Ankara’yı meşgul eden “Trabzon Meselesi” sona ermiş oldu.
Efsanenin dirilişi
Peki bu müdahalelerle Topal Osman efsanesinin de sonu gelmiş midir? Burası biraz karışıktır. 1925’de bizzat Mustafa Kemal’in emri ile naaşı Giresun Kalesi’nde ilk gömüldüğü yerden alınıp, yine kale içindeki anıt mezara nakledilir. 1981’de Giresun mülki yöneticileri kendisini kahraman ilan etmek için Türk Tarih Kurumu’ndan görüş alırlar ama Afet İnan imzasıyla gelen cevap “Heykelinin dikilmesini gerektirecek bir kahramanlığı yoktur” şeklindedir. 1983’de dönemin darbeci Cumhurbaşkanı Kenan Evren şehri ziyareti sırasında Topal Osman’dan övgüyle söz eder. 1987’de yerel yöneticiler 2 Nisan’larda Topal Osman’ı anmaya başlarlar. Yıllar sonra 3 Kasım 1996 Susurluk Skandalı’nın baş kahramanlarından emekli Tuğgeneral Veli Küçük, güya Giresun’da jandarma bölge komutanlığı yaptığı sırada, Topal Osman Ağa’nın hayatından pek etkilendiğini için adına bir heykel yaptırmaya karar verir. İstanbul’da yaptırdığı heykel, 2001 yılında dikilmesi için Giresun’a gönderilir ama dönemin belediye başkanı, ileriki yılların CHP Milletvekili Mehmet Işık’ın talimatıyla, depoya kaldırılır. 2002’de heykel konusunda mülki idare, İçişleri ve Genelkurmay arasında bir dizi yazışma yapıldığı haberleri basına sızar. Aynı yıl, Giresun kalesindeki anıtın eski Türkçe yazılı kitabesi üzerindeki metinde Topal Osman’ın “Pontusçuların imhasındaki hizmetlerini” öven cümleleri “milli güvenlik siyaseti” açısından sakıncalı bulunur ve yerine “milli güvenlik siyasetine uygun” Latin harfli yeni plaket konulur. Giresun’un milliyetçileri bu gel-gitlere bir türlü anlam veremezler ve celallenirler. Bize de ülkemizde kahraman kime nedir sorusu üzerine düşünmek, kahraman yaratma geleneğimizin köklülüğüne şapka çıkarmak kalır.
Özet Kaynakça:
Arif Cemil Denker, Birinci Dünya Savaşı’nda Teşkilat-ı Mahsusa, Arma Yayınları, 2006.
Ahmet Demirel, Ali Şükrü Bey’in Tan Gazetesi, İletişim Yayınları, 1996.
Cemal Şener, Topal Osman Olayı, Cumhuriyet Yayınları, 2001;
Damar Arıkoğlu, Hatıralarım, Tan Matbaası, 1961;
Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Doğan Matbaacılık, 1964;
Feridun Kandemir, Hatıraları ve Söylemedikleri ile Rauf Orbay, Yakın Tarihimiz Yayınları, 1965;
Hüsamettin Ertürk, İki Devrin Perde Arkası, Sebil Yayınevi, 1996;
Hasan İzzettin Dinamo, Kutsal İsyan (roman), 2 cilt, Tekin Yayınevi, 2018;
İpek Çalışlar, Latife Hanım, Doğan Kitap, İstanbul, 2006.
İsmail Hakkı Tekçe, Emekli General İsmail Hakkı Tekçe’nin Anıları, Yayına Haz: Hasan Pulur, Kaynak Yayınları, 2000
Kazım Karabekir Anlatıyor, Yayına Haz.: Uğur Mumcu, Tekin Yayınevi, 1993;
Mahir İz, Yılların İzi, İrfan Yayınları, 1975;
Mahmut Goloğlu, Türkiye Cumhuriyeti 1923, Başnur Matbaası, 1971;
Merve Doğan Kader, “İngiliz Belgelerinde Topal Osman Ağa ve Giresun (1919-1923), Türk Dünyası Araştırmaları, Eylül-Ekim 2021, Cilt 129, Sayı: 254, s. 13-42;
Mustafa Balcıoğlu, “Birinci Dünya Savaşı Sırasında ve Sonrasında Rumlar ve Topal Osman”, Giresun Tarihi Sempozyumu 24-25 Mayıs 1996;
Necmettin Alkan, Uğur Üçüncü, Ali Şükrü Bey, Kronik Kitap, 2017.
Rauf Orbay, Cehennem Değirmeni, Siyasi Hatıralarım-2, Emre Yayınları, 1993;
Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım, 3. cilt, yayına haz. Heidi Schmit, Altındağ Yayınları, 1967;
Sabahattin Özel, Milli Mücadelede Trabzon, TTK Yayınları, 1991;
Salih Cemil Bozok, Hep Atatürk’ün Yanında, Çağdaş Yayınları, 1985;
Stefanos Yerasimos, Pontus Meselesi, Toplum ve Bilim, 1988-89 Güz sayısı, s. 33-76.