Türkiye demokrasisinin öteden beri sorunlu olduğu bir sır değil. Bunun nedenleri ve sonuçları üzerine kitap değil kitaplar yazılır, yazıldı da. Bu birçok neden içinde, demokrasilere en büyük tehdidin devlet denen örgütlerden geldiği de bilindik bir tespittir. Hatta demokrasi tarihi, devletin gücüne, yetkisine sınırlar getirilmesinin tarihidir desek yanlış olmaz. Türkiye’de ise devletin ve onun aygıtlarının, kurumlarının sınırlanmasında, bu kurumların belli kurallar dâhilinde çalışmasında hep bir zorluk, hep bir sorun olageldi ve hâlâ var.
Ümraniye’de görev başındaki bir polisi öldüren zanlıya polis tarafından yapılan muamele ve ona verilen ve de verilmeyen tepkiler bir kez daha bu sorunun yansıması oldu. Polis, zanlıyı dövdü, çıplak bedenine çöp poşeti geçirdi ve hayvan nakil aracıyla sevk etti. Bu vaka minvalinde şunu anladığımız gün, örneğin, yukarıda bahsettiğim demokratik ilerlemeyi sağlayabiliriz: Polisin, eylemi ne olursa olsun kimseye bu şekilde davranmaya hakkı yoktur. Hukuk devletinde polis, intikam alan bir çete psikolojisiyle hareket etmemelidir; duygularına kapılmamalıdır. Polis, tâbi olduğu kurallar olan, disiplinli bir teşkilat olmalıdır. Kimseye kitapta yazandan başka bir muamele yapmamalıdır.
Bunları söylediğinizde Türkiye’de geniş bir kesim, katili koruduğunuzu düşünüyor ve sanki onun cezalandırılmamasını istiyormuşsunuz gibi davranıyor. Hâlbuki bunları söylemek o kişiyi değil hepimizin hakkını savunmaktır, çünkü devletin ve onun özellikle kolluk kuvvetlerinin belirli sınırlar ve kurallar içinde hareket etmesini tutarlı biçimde talep etmez ve hayata geçiremezsek, o kuralsızlık bir gün bizim karşımıza da çıkabilir. Örneğin, eylemi ne olursa olsun polisin bir zanlıya kural dışı davranışını onaylıyorsanız, aynı polis hakkını aramak için gösteri yapan işçiyi gene kuralsız biçimde dövdüğünde de itiraz etmeyeceksiniz. “E canım, bir katille hakkını arayan işçi bir mi?” diye soruyorsanız konuyu gene anlamamışsınız demektir, çünkü burada mevzu bu ikisinin bir veya aynı olup olmaması değil, devlet görevlilerinin, memurlarının sınırları dışına çıkıp çıkmadıkları. Bir vakada bu sınırların dışına çıktığında alkışlıyor, diğer bir vakada kınıyorsanız sizde bir tutarsızlık var demektir.
Anlayış o kadar şirazesinden çıkmış ki, kötü muamele görüntülerinin ortaya çıkması üzerine ilgili polislere soruşturma açılacağına dair haberler dolaşıma girince, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, bu haberleri şiddetle yalanladı ve bu yalan haberi yayanlarla ilgili soruşturma açılacağını söyledi! Yani, “Kötü muamele iddiaları hakkında soruşturma açmakta geç kaldık, özür dileriz” demesi beklenecek en üst düzey yetkili, bırakın kötü muamele hakkında soruşturma açmayı, “Soruşturma açılacak” diyeni hedefe koyuyor! Balığın baştan koktuğu bir ortamda demokrasinin ve hukuk düzeninin işlemesini nasıl bekleyeceksiniz?
Peki, devlet böyle de millet nasıl? O açıdan baktığınızda doğrusu bir tencere-kapak durumu var, zira öyle görünüyor ki devlet görevlilerinin, özellikle de polislerin kişilere kötü muameleleri kitle içinde geniş bir destek buluyor. Başka bir deyişle, Türkiye bir polis devleti, çünkü milleti de onu istiyor, destekliyor. Hatta, öyle ifadelerle karşılaşıyorsunuz ki, insanın “Bu millete bu devlet gene iyi” diyesi geliyor, çünkü millete kalsa kimseyi mahkemeye de çıkarmaz, olduğu yerde cezasını infaz eder izlenimi doğuyor. Artık, devlet böyle olduğu için mi millet de böyle, yoksa millet böyle olduğu için mi devlet de böyle, yoksa ikisi de genel bir sistemin ve zihniyetin ürünleri mi, tartışmaya açık. Gerçek olan bir şey varsa, o da birbirlerini besleyerek, bir çığ gibi yuvarlana yuvarlana büyüdükleri. O çığ, önüne kim çıkarsa sürükleyip gömüyor işte.
Polisin kötü muamelesini destekleyen, hatta onun da üzerine, ötesine geçen vatandaşların ifadelerine örnekler vermeye kalksam, hiç abartmadan söylüyorum, şu gazetenin sayfaları dolar. Bunlardan en masumu, “Ya öldürülen sizin çocuğunuz olsaydı, ne yapardınız?” şeklindeki, aslında soru olmayan soru. Bu bir bakıma insani bir hatırlatma ama esasen polisin muamelesini haklı çıkarmaya çalışırken onun neden yanlış olduğunu ortaya koyan bir soru. Şöyle ki, biri benim çocuğumu değil öldürmek, onun kılına zarar verse gözlerini oyarım ama bu tam da adaleti sağlama işinin neden bana, sana, kişilere bırakılmaması gerektiğini gösterir, çünkü kişiler duygularına göre hareket eder, cezada ölçülü olmaz vs. Dolayısıyla adalet, kişiler ve onların motivasyonlarıyla değil binlerce yıldan süzülüp gelen ilkeler temelinde işleyen bir sistem içinde sağlanmalıdır. Polis denen teşkilat da o sistemin kurumsal bir parçasıdır, bireylerin duygu temelli motivasyonlarıyla hareket edemez.
Kanımca sorunun önemli bir parçası da halkımızın genelinin, bebeklikten yeni çıkmış küçük çocuklar gibi, dili konuşmayı öğrenmiş olsa da soyutlama yetisine sahip olmaması. Herhangi bir argümanı, belirli, tek bir bağlamın dışında konumlandırıp anlamlandıramıyorlar. Böyle olunca da ülkede, ilke, norm, düzen, hak, hukuk gibi kavramları anlatmak, uygulamak neredeyse imkânsız hâle geliyor. İşte son örnekte olduğu gibi, polisin kurallar dâhilinde, alışması gerektiğini söyleyince bu o bağlamdaki katili korumak olarak anlaşılıyor. Hâlbuki bunu söylemek demokrasiyi savunmaktır.