TUNCAY YILMAZ SVEYDALİ – Diğer Yazıları …
Yaşantıları farklı, dili, dini, kültürü farklı fakat acıları ortak insanların olduğu bir coğrafyada, barış diye sokağa çıkan insanların katledildiği, sözde adalet dağıtan mahkemelerin katiller için adeta komedi oynanan sahnelere döndüğü, ödül gibi cezalar verdiği bir süreçteyiz. Toplumun vicdanının yaralandığı bu günlerde, etrafımızı saran haksızlıklara rağmen Kobane direnişinin zaferi ve komşu ülke Yunanistan’da Syriza’nın seçim zaferi gibi umut veren, heyecan yaratan gelişmeler arasında; halkların, ezilenlerin, emekçilerin siyaseten yüzünü kendilerine döndüğü ve kendilerini en iyi ifade etme kanalı olarak HDP’yi görmeye başladıkları bir iklimde genel seçimlere giriyoruz.
Ezilen, yok sayılan, emeği çalınanların yüzünü neden HDP ye döndüğü üzerine sayfalarca yazılabilir ama ben bu yazıda 80’lerde doğmuş, 1980 darbesinin baskı, zulüm, sindirme ve korkutma politikalarının gölgesi altında büyümüş, büyütülmüş A rap Alevi gençlerin anılarını anlatacağım; ki bu anılar sürekli kanayıp duran bir yara gibi bizimle büyüdü. Arap Alevi gençlerin gözüyle neden HDP’ye oy vermek gerektiği üzerinde duracağım.
Bizler, 1980’li yıllarda doğmuş, Türkçe konuşmayı okulda dayak yiye yiye öğrenmiş, örneğin merdivenin Türkçesini bilmediğimiz ve ona Arapça adı ile “derec” dediğimiz için, sıra dayağından geçirilmiş çocuklardık. Sabah ilkokula gitmek için hazırlanırken ailemizle, onlar yarım yamalak, uydurma bir Türkçe ile; biz yarım yamalak bir Arapça ile anlaşmaya çalışan bir nesiliz. Her gün okula uğurlanırken; “Aman sakın okulda Arapça konuşma, evde Arapça konuşulduğunu anlatma” diye sıkı sıkı tembih edilen gizli bir özne gibi yaşamaya mahkum edilmiş bir kuşağız.
O zamanlarda bir çocuğun en büyük eğlencesi akrabaların düğünlerine gidip doyasıya koşturmak, zıplamak, oynamaktı. Ama düğün ortamları hep bir tedirginlik içinde geçerdi, herkes ara ara çaktırmadan kapıyı gözetler acaba bu düğün de basılacak mı kaygısı taşırdı. Çünkü düğünlerimiz Arapça şarkılar çalınıyor diye sık sık basılırdı. Biz çocuk halimizle bu durumları anlayamazdık.
O dönemlerde babalarımız, amcalarımız çalışmak için yurt dışına gider, sefalet koşullarında yaşayıp çalışarak ailelerini geçindirmeye uğraşırlardı. Telefonlar çok yaygın olmadığı için insanlar yurt dışındaki akrabalarına hasretlerini, söylemek istediklerini (Arapça ağıtlar, deyişler) teyp kasetlerine doldurur yollarlardı. Tabii ki sessizce ve tedirginlik içinde. Hasretlerimizi, özlemlerimizi dahi bir korku içinde yaşardık.
Baskılar sadece dilimize yapılmazdı. Dini ritüellerimizi yerine getirirken de her şeyi gizli saklı, sessizce yapmaya çalışırdık çünkü baskılar kültürümüzle, dinimizle ilgili olan her alanda vardı. Politik (solcu) kimliğimizden bahsetmeye gerek bile yok sanırım. Kendi sınırları içine sıkıştırılmış, hapsedilmiş insanlardık. Sonra büyüdükçe; gördük ki yalnızca biz değilmişiz bu çileyi yaşayan. Büyüdükçe, anladık; bazılarımız evden çıkma korkusu yaşarken, bazılarımız evlerinin, köylerinin yakıldığı günleri de görmüş; dilleri, kültürleri yasaklananlar yalnızca bizler değilmişiz. Meğer hepimizin çektiği bu acılar büyük bir sömürü çarkını çeviriyor, bir avuç kişinin kasalarını dolduruyormuş.
Bir de bu zulüm dünyasına direnenler, onu paramparça etmeye çalışanlar varmış. Büyüdükçe, bu mücadeleyi veren güzel ve yiğit insanlarla tanıştık. Meğer niceleri baş koymuş herkesin özgürce yaşayabileceği, mutlu yarınların kurulması için mücadele etmeye.
Şimdi, o güzel yürekli insanlarla özgür yarınlar için omuz omuza verdiğimiz bu mücadelenin en geniş kitleye ulaşabilmesi için oyumuz HDP’ye.
Ne Arapça konuştuğumuz için dayak yediğimiz günleri unuttuk, ne de o çocuksu masum yüreğimizi kaybettik. Bu yüzden oyumuz HDP’ye.
Bu baskı ve sömürü çarkını kurup bugün sözde muhalefet olanlara ve bu baskıların kat be kat fazlasını yapan iktidara karşı oyumuz HDP’ye.
Acılar içinde erken büyümesin diye bu ülkede çocuklar… Oyumuz HDP’ye.